Ek zorluk kullandım.
Kelimeler: Hece, kilo, testere.
ODUNCU
Fatma Dursun
Yine çıkmıştık buz gibi soğukta dışarı. Babamın benim için temizlediği patikadan ormana doğru ilerledik. Sessizce onun adım seslerini takip ediyordum. Bugün oldukça ağır aksak yürüyordu. Yorulmaya başlamıştı. Yaşlı testeresi de inliyordu yine. Ne çenesi düşük bir testeredir. Ormana vardığımızda yağmur damlalarının, rüzgarın keskin vuruşlarının hafiflediğini hissettim. Ormanın girişine geldiğimizi palamutlarını yere döküp ayaklarımıza takılmasına neden olan yaşlı palamut ağacının selamlamasıyla anladım. Nehrin şırıltısı, yaprakların hışırtısı, babamın adımlarıyla ilerlemeye devam ediyorduk . Adım sesi kesildi , anladım ki kesilecek ağacın yanına geldik. Yaklaşmamı istedi elimden tuttu, ağaca dokundurdu. Elim ıslandı, yumuşak halımsı bir şeye dokunmuştum. Yosun olduğunu anladım. Ellerimi ağaçta iyice gezdirdim. Yaşlı bir ağaçtı, kesilmek için uygundu. Babam daha evvelinden ağaca ailemizin damgasını kazımıştı. Böylece diğer oduncular kesmeyeceklerdi. Ormana giden patikayı, ağaçları her şeyi benim için ayarlamıştı. Rahat gideyim, rahatça ağaçları bulayım diye. Testeresini elime tutuşturdu. Ağacı kesmeye başladık. Bir yandan o çekiyor bir yandan ben. Testerenin ağaca her sürtüşündeki çıkardığı ses belli bir süre sonra başımı ağrıtmaya başladı. Ağaçtan çıkan toz burnuma dolarken boğazıma kaçınca öksürmeye başladım. Babam testereyi çekmeyi bırakıp dinlenmemi söyledi. Birkaç adım uzaklaşarak ellerimle bir ağaç dibi, taş aradım. Çiseleyen yağmurdan dolayı ıslanmış bir taşa dokununca taşı iyice yoklayıp oturdum. Oturduğumda kollarım ve bacaklarımdaki sızının keskinliğini hissettim. Babamdan ses gelmiyordu. Montu hışırdadı, otların ani çatırdayıp duruşundan onun da oturduğunu anladım. Yaşlı testeresini yanına koyarken çıkan tınıya o kadar alışmışım ki. Yıllardır aynı düzen, aynı adımlar, aynı sesler ve hisler ruhuma, bedenime o kadar aşina olmuşlardı ki fiziksel olarak göremesemde aslında onları görebiliyordum. Annemin küçük prensini hatırladım çocukken bana okumasını çok severdim. Ne diyordu küçük prens ‘Gözler kördür, insan gözleriyle değil, yüreğiyle bakmalı…’ Yüreğimle görüyordum onları.
Annem ne kadar da uğraşmıştı bana okumayı öğretirken. Civarda görme engelliler için okul olmayınca kendisi bana öğretmek için didindi. Bizim okuma yazma öğrenimimiz daha farklı olunca bayağı zorlandı annem öğretirken. Özellikle de heceleme konusunda. Harfleri anlayabiliyordum fakat hecelemeyi bir türlü yapamıyordum. Annem öğretemediğine, geride kalacağıma üzülüyordu. Bende onun üzülmesine üzülürken bir yandan da neden diğer çocuklar gibi olamadığıma aileme destek olamayışıma, öğrenemeyişime içerleniyordum. Tabi burada devreye babam giriyordu. Baktı ikimizde çok içerlenip, kederleniyoruz ‘Noluyor yâhû! Ne bu hâl ben okumayı iki yılda anca söktüm, zorlanmanız normal’ dedi. Bunun üzerine annem tekrardan azimle dolarak bana heceleri öğretmek için türlü yollar denedi. Onun çabasına ben de sessiz kalmadım tabi. O heceleri sökene kadar ne çektim anlatamam. Ama öğrendikten sonra ise yavaş yavaş okumaya başladım. Yazma çabalarıyla devam etti bu süreç. İnançlarımız ve çabalarımızla ne kadar zor olsa da o hece dağını aşmış sonraki yolları koşmuştuk.
Düşüncelerimden çıkarken zorluklarımın ortağı olan yaşlı testere geldi aklıma. Babamın çok sevdiği yaşlı, çenebaz testeresi ailede nesilden nesile hazine olarak aktarılmış. Yaşlı testere kim bilir ne zamandır bu ormanda bu ağaçların atalarını, atalarımın ellerinde kesiyordu. Yaşlı testerenin gözleri yoktu ama o da benim kadar aşinaydı bu ormana. Yaşlı testerenin paslı nasırları, olmayan gözleri, inatla didinen dişleri ve yaşamda olan savaşı onu bana yakınlaştırıyordu. Aile dostumuz hatta ailemizdendi. Babamdan sonra bana miras kalacaktı. Kim bilir bana neler anlatacaktı her inleyişinde.
Babamın ayak sesleriyle düşüncelerimden sıyrıldım. Bana işi bitirip akşam olmadan eve dönmemiz için acele etmemiz gerektiğini söylüyordu. Başladık kaldığımız yerden yaşlı testere ile kesmeye. Kütükleri kestikten sonra bu ay kestiğimiz diğer kütüklerin yanına doğru yerleştirdik. Stere doğru ağır adımlarla ilerledik. Babamın montu hışırdayıp, fermuar sesi gelince anladım ki bu ay tuttuğu kayıttan ne kadar Ladin kestiğimizi hesaplayacaktı. Başladı kalemin kağıtla olan işbirliğinden çıkan karalamalarla oluşan sesler. Kalemin sesi kesilmiş defteri kapatırken pat sesi gelmişti. Bu ay ladin ağaçlarından oluşan bu sterde yaklaşık 56ı ladin ağacı kesmiştik. Babam bunun kaç kilo gelebileceğini bana sormuştu. Daha öncesinde kilo hesabını bana öğretmeye çalışırken çok uğraşmıştı. Kilo hesabı sterlerde ağacın cinsine, boyuna, yaşına ve kesimden itibaren geçen süreye yani kurumasıyla değişmekteydi. Bu ay kestiğimiz ladin ağaçlarından oluşan sterin kilosunun yaklaşık 300 kg’a denk gelmesi gerekmekteydi. Babama bunu söyleyince aferin diyerek beni övmüştü. Sevinmiştim, babam pek konuşmazdı ama bana mesleği öğretmek için çok uğraşmıştı. Göremesem de aklımı kullanabileceğimi söylüyordu. Bana inanması, görmesem dahi bunları bana öğretmesine minettardım. Hayatta kendimi idare edebilecek kadar zeki bir çocuk olduğuma inanıyorlardı.
Ağaçların kilo hesabını yaptıktan sonra, babam onu takip etmemi söyleyerek ilerlemeye başladı. Bir yamaç çıktıktan sonra durduk. Ellerimi tutarak bir ağaca dokundurdu. Bu ağacı yarın keseceğimizi söyledi. Bu ağaca ailenin damgasını kazımayı bana öğreteceğini söyleyerek elime bir çakı tutuşturdu. Eliyle elimin üzerinden ağaca iki dik çizgi kestikten sonra bu iki çizginin ortasından yatay bir çizgi ile ikisini kestirdi. Ağaca dokunarak sembolümüzü iyice kavramamı tembihledi. Biraz zaman geçtikten sonra eve dönmemizi söyleyerek ağır adımlarını atmaya başladı. Yaprakların hışırtısından anladım ki babam bayağı yorulmuş ayaklarını kaldırmadan sürüyerek yürüyordu. Ara ara duraksayışından anlıyordum ki benim ona yetişmemi, adımlarını kaybetmememi bekliyordu. Palamutlar ayaklarımıza takılmaya başladı. Ormanın sonuna gelmişiz. Yaşlı palamut ağacı bizi selamlıyordu. Yolun rahatlamasıyla düz patika yoluna çıktığımızı fark ettim. Çomarın uluyuşları geliyordu. Hoş geldiniz diyordu bize. Eve girdik. Saatlerce yağmurun altında ezilen bedenlerimizi, sobanın sıcaklığı kucaklamıştı. Elbette annemin gülüşünün sesindeki o yumuşaklık tüm yorgunluğu almış, ısıtmıştı ruhumu. Her zamanki gibi enfes kokular geliyordu, acıktığımı o an iyice anlamıştım. Sofraya geçince babam anneme gününü anlatmaya başladı. Gittiği yolları, ağaçları, nehirleri... O anlatırken göremesem de hissettiğim, yaşadığım anlara tekrardan vakıf oluyordum. Önemli olan da buydu zaten sadece görmek değildi olay; yaşamak, hissetmekti...