Kara Ses

Ahmet Can Altun

Tamam, durun, sakin olun diye bağırıyorum ama duymuyorlar. Herkes bağırıyor. Kaçışanlar var, duyabiliyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Elimi kaldırıyorum, sopamı kaldırıyorum ama aldıran olmuyor. Benim de onlar gibi olduğumu düşünüyorlar sanırım. Ne yapacağım? Ne yapacağım? Allah’ım bana yardım et.. Allah’ın belaları neden böyle bir şey yaptılar? Ne istediler bunca insandan?

Dün evde çok sıkılıp dışarıya çıktım. Köyde dolaşmaya başladım. Ben görmüyorum. Allah koymamış özüme görme duyusunu. Ama fazlasıyla duyuyorum. Sizin duymadıklarınızı, sağırlaştığınız sesleri belki duyamadıklarınızı bile. Ayakkabınızla kumun çıkardığı sesi, saatin tik tak sesini, kalplerin atış sesini, böceklerin kısık sesini duyabiliyorum. Sizin dinlediğiniz ama duymadığınız sesleri de hatta baktığınız, ama görmediklerinizi dahi duyuyorum. İnsanım. Elbette benim de vardır duymadıklarım. Bazen şükrediyorum görmediğime ve korkuyorum kulaklarımla duyduğum ya da duymadığım seslerden çekileceğim hesabın ağırlığından. Bir de gözlerim olsaydı ikisinin hesabını nasıl verirdim! Böyle sıkıldığım günlerde gittiğim bir ağacım var. Hemen aşağısında da bir nehir. O ağacın yanına gittim ben de. Altına oturdum. Dinlemeye başladım. Kuş sesleri, yaprak sesleri, rüzgar sesi, su sesi, nehirden su içen kedinin sesi… Çok rahatladım. Huzur doldum sanki.

Böyle otururken köy ahalisinin sesini duydum. Sevinçle bir şeyler konuşuyorlardı. Biraz sonra kalkıp meydana doğru yürümeye başladım. Meydanda bir camii var. Caminin de çay bahçesi. Oraya gittim. Ahali beni sever. Hocaları olarak görürler. Hürmet de ederler. Çok söyledim hiçbir özelliğimin olmadığını, onlar gibi normal bir insan olduğumu ama dinletemedim. Neyse yanlarına yaklaşınca bazı sandalyelerin çekildiğini duydum. “Selamün aleyküm” “Ve aleyküm selam hocam. Gel şöyle geç” deyip kolumdan tuttu biri. Sandalyeye oturttu. Nasılsın, iyi misin sohbet ettik biraz. Sonra biri söze girdi; “Duydun mu hocam? Akşama ziyafetli şenlik varmış.” “Allah Allah. Kim verecekmiş?” diye sordum. O da “Valla bilmiyoruz. Muhtar geldi biraz önce. O söyledi.” “Hımm. Anladım. Hayırlı olsun” dedim. İçime bir sıkıntı düşmüştü. Ne olduğunu çok anlamadım. Sonra sohbete devam ettik biraz daha. Eve geçmem gerektiğini söyleyip kalktım. Yanlarından ayrılırken biri “Akşam gelecek misin hocam şenliğe?” diye sordu. “Bilmiyorum, gelirim belki” deyip yoluma devam ettim. İçimdeki sıkıntı gittikçe büyüyordu sanki. Eve vardım. Abdest tazeledim. Biraz Kur’an dinledim. Duamı ettim. Sıkıntı, saat ilerledikçe daha da artıyordu. Şenlik saatine yakın, biri kapıyı çaldı. Şenliğe gelip gelmeyeceğimi sordu. Kendimi pek iyi hissetmediğimi bu yüzden gelemeyeceğimi söyledim. O da peki deyip gitti. Kalktım mutfağa geçtim. Allah razı olsun dün komşu yemek getirdi. Artmıştı. Onu yedim. Sonra kendi karanlığımda oturdum. Düşünmeye, tefekkür etmeye başladım. Bir zaman sonra dalmışım. Rüya gördüm. Kötü şeylerdi. Onun için anlatmayacağım rüyamı. Kapının çalmasına uyandım. Uyandığımda nefes nefese kalmıştım. Alnımdan terler akıyordu. Hayrolsun deyip kalktım kapıyı açtım. Küçük Ömer gelmişti. Sağ olsunlar beni düşünüp yemek göndermişler. Ziyafetin yanında herkese birer kilo et de vermişler. Ondan da getirmişti bana. Yemeği ve eti aldım. Ömer’e şeker verdim gitti. Mutfağa doğru giderken yemekten kötü bir koku aldım. Burnuma yaklaştırdım. Bilmediğim kötü bir şey kokuyordu. Sonra mutfağa bırakıp odama geçtim. Yatağıma girip uyudum.

Sabah kalktım. Abdestimi alıp ezanın okunmasını bekledim. Ama okunmadı. Erken mi uyandım acaba diye düşündüm. Sonra vaktinde kalktığımı anladım. Kalkıp hazırlanıp evden çıktım. Camiye doğru yürümeye başladım. Camiye vardığımda kimsenin sesi gelmiyordu. Caminin kapısına gittim. Açmaya çalıştım. Açılmadı. Hâlâ kilitliydi. Allah Allah deyip ayrıldım oradan.Avlusunda halılı bir yer vardı. Oraya gidip namazımı kıldım. Dua ettim. Kur’an dinledim. Biraz daha orada oturdum, bekledim. Kimse gelmedi. Neyse deyip kalktım. Ağacıma doğru gitmeye başladım. Ne oldu acaba diye düşündüm yürürken. Uyuya mı kaldılar acaba dedim ama hepsi mi uyuya kaldı! Camiye mi gelmediler? Sonra belki dün o şenlikte yorulmuşlardır da evlerinde kılmışlardır diye düşündüm. Sonra etrafı dinlemeye başladım. Elhamdülillah, duyabilmek güzel nimet. Böyle otururken birinin bağırdığını duyar gibi oldum. Dikkat kesildim. Duydum ki biri gerçekten bağırıyordu. Allah Allah deyip kalktım. Sesin geldiği yere doğru gittim. Salih’ti bağıran. Yaklaştım. Ne oldu Salih, niye bağırıyorsun diye sordum. Cevap vermedi. Birkaç defa daha seslendim yine cevap vermedi. Bağırmaya ağlamaya devam ediyordu. Elimi uzattım omzuna doğru. Arkasını döndü. “Hocam, duymuyorum hocam” dedi. Nasıl duymuyorsun diye sordum yine duymuyorum diye cevap verdi. Sakin ol dedim, bağırma dedim ama duyuramadım kendimi. Sonra sesi gittikçe uzaklaştı. Salih dur dedim duymadı. Allah Allah ne oluyor bu Salih’e diyerek sesini takip ettim. Sonra başka evlerden de bağırmalar, ağlamalar duydum. Korktum. Sesler çoğalmaya başladı. Dışarıya çıkanlar oldu. Yanımdan geçen insanlar oldu. Bana yaklaşan herkese ne olduğunu sordum ama kimse cevap vermiyordu. Herkes mi sağırlaştı diye düşündüm. Başka bir açıklama bulamadım. Dün yaşadığım iç sıkıntısını, gördüğüm rüyayı gece olan şenliği, yapılan ziyafeti, bana getirilen yemeğin kokusunu düşündüm. Kalbim hızlandı. Sert atmaya başladı. O yemekte bir şey vardı. Evet kesinlikle o yemekte bir şey vardı.

Şimdi, insanların ortasında, ne yapacağımı düşünüyorum. Birilerini tutmak istiyorum ama tutamıyorum. Yazıyla anlatabilirim diye de düşündüm ama kimse benim yazdığım alfabeyle okuyamazdı. Bu yüzden vazgeçtim. Ne yapacağımı bilmiyorum. Birilerine benim sağır olmadığımı, onları duyduğumu anlatmam lazım. Camiye doğru gitsem belki oturan birileri vardır. Yürümeye başladım. Bahçede ağlayan insanların sesini duyabiliyordum. Birisine yaklaştım. Elimi uzattım. Kafasına denk geldi. Kafasını masaya gömmüş. Omuzlarından tutup doğrulttum. Bana baktığını düşünerek elimle önce ağzımı gösterdim. Heceleyerek anlatmaya çalıştım olmadı. Sonra kulağımı gösterdim. “Ben de duymuyorum hocam ben de” dedi. Ellerimi iki yana salladım. Ses vermedi. Nasıl anlatacağım bilmiyorum. Düşün. Düşün. Allah. Tamam. Buldum. Bu şenliğe gelmediğini düşündüğüm biri var. İbrahim. Evet İbrahim kesin gitmemiştir. Mağarasından çıktığı mı var sanki. Evet ona gitmeliyim. Hızlı hızlı mağaraya doğru yürümeye başladım. Normalde onun yanına tek gitmem yolu engebeli, taşlı olduğu için ama bu sefer buna mecburum. Yürüdüm yürüdüm. Taşlar ayağıma gelmeye başladı yavaşladım. Temkinli bir şekilde gitmeye devam ediyorum. Arada düşüyorum. Mağaraya varmama az kaldı. Yürüdüm. Evet mağaranın önünde olmalıyım.

Durdum. Soluklandım. İçeriden testerenin sesi geliyordu. İbrahim marangoz. Önceden şifacıydı. Ama yıllardır yapmıyor. Eskiden, yaptığı bir ilaç yüzünden bir çocuğun sağırlaşmasına sebep olunca bıraktı. Tövbe etti, yemin etti bir daha yapmayacağım diye. Ondan sonra mahcubiyetinden bu mağaraya çekildi. Önceleri kimseyi kabul etmiyordu. Yalnız kalmak istedi. Bir sene yanına kimse gitmedi. Bir yılın ardından köye indi. Hepimiz şaşırdık tabii. Benim yanıma geldi. Dedi “Ben artık boş oturmak istemiyorum. Marangozluk yapacağım mağarada. Ahalinin ihtiyaçlarını gidereyim istiyorum. Anlatırsın sen onlara.” Ben de tamam deyip durumu köydekilere anlattım. Malzemeleri alıp mağaraya çıkardık. O vakit bu vakit marangozluk yapıyor. Yemesini içmesini de işini yaptığı kişiler karşılıyor. Ayda yılda bir o da aşağı iniyor. Böyle bir yaşamı var işte İbrahim’in.

Mağaranın içine doğru gittim. “İbrahim, kardeşim.” Ses gelmedi ama testere sesi durdu. Tekrar seslendim. Bu sefer geliyorum diyerek cevap verdi. Ayak sesleri yaklaştı. “Hayırdır inşAllah ne oldu? Sen buraya nasıl tek çıktın?” diye sordu. Ellerimi tuttu. “Düştün mü? Elin kan içinde kalmış. Niye tek çıktın be muhterem” diyerek içeriye gitmeye yeltendi. Tuttum elini. “Boş ver muhterem önemli değil o. Anlatmam gereken şeyler var. Aşağıda köyde çok kötü şeyler oluyor.”

“Ne oldu? Hayırdır inşAllah”

“Bilmiyorum. Ahali duymuyor. Aşağıda curcuna var.”

“Nasıl duymuyor? Baştan anlat yahu. Ne zaman oldu?” diye sorunca olayları anlatmaya başladım. Şenliği, ziyafeti, yemekten gelen kokuyu, rüyamı, biraz önce yaşadıklarımızı… Anlatmamı bitirdikten sonra sesi çıkmadı. Bekledim. Ne düşünüyorsun diye sordum. Ses vermedi. Anladım. Eskiden yaşadığı olay aklına geldi. Zihnini toplayamıyor. Bekledim biraz. Sonra:

“Bak muhterem. Eskiden bir şey yaşandı. Kötü bir olay evet. Ama bunu sen bilerek yapmadın. Bunu herkes biliyor. Artık kendine eziyet etmeyi bırak. Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur der büyüklerimiz. Teslim ol. Allah seni sebep kılmış buna. Bununla sınandın. Tövbeni ettin. Duanı ettin. Af diledin. İnsanlara o kadar yardım ediyorsun. Allah affeder inşallah. Allah şifayı senin ellerine vermiş. Onun izniyle ne kadar insanın şifasına vesile oldun, kaç tane anayı sevindirdin. Bunları düşün. Şimdi aşağıdaki insanların da senin yaptığın tiyaklara ihtiyacı var. Gel hadi inelim aşağıya”

Gizlemeye çalıştığı ağlamasını duyabiliyorum. Bekledim içini boşaltmasını. Ağla rahat rahat ağla, benden utanma dedim. Geldi sarıldı. Bir vakit öyle durdu. Sonra ağlaması durdu.

“Yapamam muhterem. bunu yapamam. Bir daha aynı şeylerin yaşanmasını istemiyorum”

“İbrahim! Allah’ın sana verdiği ilmi kullanmamak hak mıdır? Söyle hak mıdır?”

“Ama…”

“Aması yok İbrahim. Aması yok. Kendine dönmen için belki de son şansın. İnsanların tekrar duyabilmesi için bir şeyler yapman gerekiyor. Burada öylece durup tahtanı kesmeye devam mı edeceksin?”

Seslenmedi. “Gidiyorum ben. Ben bu âmâ halimle elimden ne geliyorsa onu yapmaya gidiyorum. Sen de burda tahtalarını kesmeye devam et!” deyip çıkışa gittim. Aşağıya inmeye başladım. Sinirli, üzgün ve yorgunum. “Hasbunallah. Hasbunallah ve nimel vekil.” Aşağıya inerken birkaç defa daha düştüm. “Allah’ım yardım et. Bir kapı göster bana” Yürümeye devam ettim. Taşlar bitti. Ahalinin bağrışma sesi azalmış olsa da gelmeye devam ediyordu. Hızlandım. Sessiz ağlayanları, hıçkırık seslerini duydum. Düşünmeye başladım. Aklıma bir şey gelmiyor. Artık dayanamıyorum. Ağlamaya başladım. Kafamı öne eğdim. Biri beni çağırıyordu sanki. O sese dikkat kesildim. İbrahim’in sesiydi. İbrahim de inmiş. Çok şükür ya Rabbim. O da inmiş...

Ahmet Can