Kelimeler: Hece, Kilo, Testere
Zorluk: 1. Tekil şahıs. Doğuştan körlük
Büşra G.
DÜNYANIN İPİNDE KÖR BİR CAMBAZ
Yine bir gün, günlerden ne olduğuna pek de aldırış etmeden bir meşenin kollarına kendimi emanet etmiştim. O günün ne olduğunu bilmemin bir önemi yoktu, zira günün salı yada cuma olması hayatımda neyi değiştirecekti ki? Nihayetinde ben dünyadan tecrit edilmiş ve kendi zihnine hapsedilmiş yaramaz bir çocuktan başka bir şey değildim. Her neyse. O günlerin birinde, zihnimde parçaladığım, yonttuğum ve tekrar birleştirdiğim dış dünyanın bana armağan ettiği en güzel şey olan bir meşenin dallarında baykuş gibi tünemiş, kafamda hep farklı suretlere bürünen kuşların cıvıltılarına eşlik ederek ıslık çalıyordum. Elif bağıra bağıra yaklaşıyordu. “Abdullah! Abdullah! Abd..” Koca köyde bir huzur veren yoktu bana.
“Anlaşılan yine adımı ezberliyorsun.”
“Abdullah! Hemen aşağı inmen lazım sana çok önemli bir şey göstermem gerek!”
“Elif unuttun mu ben körüm?” dedim çok bilmiş bir tavırla.
“Hemen o ağaçtan aşağı in yoksa taş atarım. Bence bunu hiç istemezsin.”
Biraz masum görünmeye çalışarak ve hala dalga geçer gibi konuşmaya devam ettim: “Sen ne acımasız bir kızsın böyle. Hem kör hem de savunmasız bir çocuğu taşlamak ha! Köyde adın çıkar bak ben diyeyim…” Elif’i sinirlendirmeyi başarmıştım anlaşılan, “Seni düşündüğüm için kabahat bende ki! Ne halin varsa gör inşallah ağaçkakanlar gelir de o kalın kafanı didikler! Ben gidiyorum.”
Hemen yerimden doğruldum. Ağacın dallarını, girintilerini ve çıkıntılarını rahatlıkla hareket edebileceğim kadar çok iyi ezberlemiştim. Çok kilolu bir çocuk değildim. Hatta kilo ile ben yanyana gelemeyecek kadar absürt bir durumdaydık. Yaşıtlarımdan hayli zayıf ve minik bir fiziğe sahiptim. Ancak bu benim için çok da kötü bir durum değildi. Zira yaşıtlarıma göre hızlı çevik ve çabuk hareket edebiliyor, onların tırmanamadığı yerlere tırmanıyor, içinden geçmeye yada saklanmaya cesaret edemedikleri dar yerlere rahatlıkla sığıyordum. Sanırım bu durum hayatımda bana avantaj sağlayan tek şey olabilirdi. Ancak en nihayetinde yerden yüksekte olmak biraz fazla dikkat etmemi gerektiriyordu, ne de olsa göremiyordum.
Tabi bir yandan Elif ile uğraşmayı ihmal etmeden “Bekle kız, bekle. İniyorum. Bak düşersem üzülürsün sonra.” dedim. Elif çok sinirlenmişti ama beni sevdiğini de biliyordum. Çünkü köyde bana arkadaşlık eden tek çocuk oydu. Adeta bir maymun gibi oradan oraya sonra ağacın gövdesinden aşağı iniverdim. Ayaklarımın toprağa bastığından emin olduktan sonra ellerimi birbirine vurup üstümü başımı silkeleyip konuşmaya devam ettim. “Konuş bakalım neymiş bu bana “göstermen gereken” çok önemli şey?” Elif yanıma gelip kolumu girdi, yavaş yavaş yürümeye başladıktan sonra sesine bir heyecan eklenmişti:
“Abdullah köye yeni bir öğretmen gelmiş, adı Kerimmiş. Ben birkaç gündür okula gidemedim ama köydeki çocuklar çok iyi bir adam olduğunu söylüyorlar. İstersen yarın beraber okula gidip bakalım. Hatta şuan çocuklarla çeşmenin orada sohbet ediyor. Hadi biz de gidip tanışalım.”
Bu köye birçok öğretmen gelip gitmişti. Ancak hiçbiri bana tek bir hece bile öğretmedi. Belki nasıl öğreteceklerini bilmiyorlardı. Çünkü ben kördüm. Bu yüzden artık okula bir misafir gibi gidip gelmeye başladım. Elif’in bu haberi de bu yüzden beni hiç heyecanlandırmamıştı. “Tanışalım tabi tanışmasına da, ben pek heveslenmedim söyleyeyim. Allah’ın kuludur, köyümüze yolu düşmüş hoş geldin demek lazım tabi.”
“Öyle deme Abdullah, aşağı köyün çocukları bile onun için çeşme başına gelmiş. Üstelik bizim okulun haylaz çocukları Kerim öğretmeni sevdiyse demek ki bu adam da bir şeyler var. Olamaz mı?”
“Öyledir herhalde. Gidip merhaba diyelim o zaman.”
Kol kola girip çeşme başına kadar birbirimizle çekişe çekişe yürüdük. Çeşmeye yaklaşmakta olduğumuzu suyun gür sesinden ve çocukların sürekli birbirinin sözünü keserek “Kerim öğretmenim ama!..” “Kerim öğretmenim peki ya..” “ Kerim öğretmenim sizce…” diye ateşli konuşmalarından anladım. Sanırım çeşme başına varmıştık çünkü herkes susmuştu. Elif birden beni bırakıp öne atılarak “öğretmenim benim adım Elif, köyümüze hoş geldiniz!” dedi heyecanla. Kerim öğretmen ellerini dizlerinin üstüne koyarak öne doğru eğilip Elif’in boyuna ulaşmaya çalışmıştı. “Merhaba Elif, benim adım da Kerim. Hoşbulduk.” dedi tebessüm edişi sesine de sirayet etmişti. Ben sanki orada değilmişcesine kafamın içinde bir daldan ötekine atlıyordum. “Merhaba genç delikanlı, senin adın nedir?” Bir kaç saniyelik bir sessizlikten sonra öğretmen uzanıp eliyle saçlarımı karıştırdı ve tekrar konuşmaya başlayarak “yakışıklı beni pek takmadı anlaşılan” dedi. Sesinden tanıdığım kadarıyla Bakkal Bekir’in oğlu Dombiş Mustafa biraz da sırıtarak “öğretmenim Abdullah kör, hemde doğuştan kör! Muhtemelen sizin ona seslendiğinizi anlamamıştır.” dedi. Ulan Dombiş Mustafa ayağıma çelme takıp beni düşürmeyeceğini bilsem seni karnını yarana kadar tekmelerdim diye geçirdim içimden.
“Olsun” dedi Kerim öğretmen, “biz öyle ya da böyle anlaşılırız Abdullah ile. Değil mi Abdullah?” “Evet öğretmenim, tekrar hoş geldiniz ben de Abdullah. Ki öğrendiniz zaten.”
Muhabbet kaldığı yerden devam ediyordu. Elif dahil oradaki tüm çocuklar sürekli Kerim öğretmene bir şeyler soruyorlardı ama hislerime dayanarak söyleyebilirim ki adamın tanıştığımız andan itibaren odağında ben vardım.
İkindi ezanı okunmuştu ve hava bir anda kapanmıştı. Çocukların oynamaya şevki kalmadığı için hepsi evlerine dağılmıştı. Ben de yerde ayağıma takılan ve elime aldığımda testere ile kesildiği bariz bir şekilde hissedilen biçimli bir dal parçasını kendime yoldaş yaparak evin yolunu tutmuştum. Muhtemelen babam buralardan bir yerlerden geçmiş, yine bir şeyler kesip biçmiş ve verdiği şekli beğenmeyince testere ile ağacın canından kopardığı dalları bir köşeye atmıştı. “Abdullah! Abdullah! Abd..” diye seslenerek biri bana doğru yaklaşıyordu. Ancak bu sefer yanıma gelen Elif değil Kerim öğretmendi. Sağ omzumdan tarafa yanımda yürümeye başladığını hissetmiştim. “Naber Abdullah nereye gidiyorsun bakalım?” Benimle konuşmak için fırsat kolladığı belliydi zaten. “İyiyim öğretmenim, evime gidiyorum. Siz nasılsınız?” “Çok şükür. Eğer seni alıkoymayacaksam biraz sohbet edelim diyorum ne dersin?”
“Elbette öğretmenim, benim için vakitten bol bir şey yok.”
Köyün yollarını, ormana çıkan yamacın güzergahını, eve giderken yanından geçtiğim taşlara kadar yaşadığım bu küçük yere dair ne varsa hepsini biliyor ve hissediyordum. İhtiyar Necmi amcanın ahırının oraya varmadan yolun ortasında duran kayanın kenarını ellerimle yoklayıp bir köşeye oturdum. Kerim öğretmen de beni takip etti ve yanıma oturdu. “Şimdi,” dedim “Sizi dinliyorum öğretmenim.” Elimi çenemin altına destek yapıp öğretmene doğru döndüm. “Eee.. şey.. heheh sen çok zeki bir çocuğa benziyorsun.” diyerek cümleleri kafasında toparlamaya çalışıyordu. “Evet Abdullah, arkadaşlarınla bir konuştum da, sanırım seni okuldan bir hayli uzaklaştıracak şeyler yaşamışsın.”
“Sorun değil öğretmenim, herkes okumak zorunda değil.”
“Tabi orası öyle..” dedi duraksayarak ve devam etti “ancak ben senin güçlü bir cevher taşıdığını hissediyorum.”
“Belki öyle belki değildir öğretmenim. Ancak benim okumam imkansız. Çünkü ben körüm. Kafamda kuşları, ağaçları ve annemi bile şekilden şekile sokarak benimsedim. Okumayı ve yazmayı öğrenmek hayatımda eksik kalsa da olur.”
“Abdullah çağımızda artık her şey çok gelişkin. Görmesen bile okumayı ve yazmayı öğrenebilirsin. İstersen ben öğretirim sana, Braille alfabesi biliyorum ben.”
Öğretmenin söylediği kelimeyi algılamakta zorlanmıştım, “Ne alfabesi ne alfabesi?”
“Braille alfabesi Abdullah, yani görme engelliler için yapılmış olan bir alfabe.”
Birden kıkırdamaya başladım, sesim biraz tiz çıkmıştı. “Öğretmenim ben daha normal alfabeyi bile bilmiyorum. Sizin dediğiniz o alfabeyi nasıl öğreneceğim?”
“İşte Abdullah bu alfabe sana harfleri görmene gerek kalmadan öğretecek. Yani nasıl ki oturduğun yeri ellerinle yokluyorsun, aynı şekilde dokunarak harfleri hissedecek ve sonra okuma yazmayı öğreneceksin.”
Kerim öğretmenin bahsettiği şeyi ilk defa duymuştum. İtiraf etmem gerekirse biraz da heyecanlanmıştım. Yine de çok umutlu görünmek istemeyerek “deneyelim öğretmenim ama olmazsa da sorun yok, şu anki halimden bir şey eksilmez.”
“Harika!” dedi ellerini birbirine vurarak. “O halde seni yarın mutlaka okula bekliyorum. Bir de sana ve arkadaşlarına da ayrıca sürprizim var. Ancak en çok sen istifade edecekmişsin gibi görünüyor.” Sesindeki heyecan ve umut içimde bir şeyleri kıpırdatmıştı. Şayet bu zamana kadar köyde görev yapan öğretmenlerin benim gibi öğrencilerle pek ilgilendiğini görmemiştim. “Nedir hocam ne sürprizi?” derken heyecanımı belli etmiştim sanki. “Ben anlatmayacağım ancak eve gidince belki baban bir şeyler çıtlatır sana.” Merakım da heyecanım kadar artmıştı. Biran önce eve gidebilmek için Kerim öğretmenden müsaade istedim. Hocanın elini bulup sıktım. “Okulda görüşürüz Abdullahcığım” “Görüşürüz öğretmenim!” der demez olduğum yerden fırlayıp evin yolunu tuttum.
Avludan içeri girdiğimde sırtımdan sıcak sıcak terler iniveriyordu. İçimden Allah’ım ne olursun hasta olmayayım yoksa annem beni kulaklarımdan tavana asar diyerek dualar ediyordum. Ellerim dizlerimin hizasında hızlı hızlı merdivenleri çıkıp evin içine dalıverdim. “Baba! Baba! Neredesin Baba!”
Babam yerde bağdaş kurmuş elindeki bir tahta parçasını yontmakla meşguldü. “Yavaş oğul yavaş, düşüp bir yerini inciteceksin. Ne oldu nedir bu telaşının sebebi?”
“Baba yeni gelen Kerim öğretmen bana bir sürpriz hazırladığını söyledi ve sen bunu biliyormuşsun.”
“Gel bakalım şöyle yanıma otur.” Babamın sakinliği beni biraz yatıştırmıştı ancak yine de heyecanımı gizleyemiyordum. Yanına varıp yamacına oturdum ve babama doğru döndüm. Her zaman yanında taşıdığı ütülü pamuklu nakışlı mendili çıkarıp saçlarımın arasından şakaklarıma doğru süzülen terleri yavaş yavaş silmeye koyuldu. Bu esnada bir yandan konuşmaya başladı.
“Zamanında elektrikli testere ile kestiğimiz ve hiçbir işe yaramadan sığınakta öylece duran odunlarla bir çalışma parkuru yapalım dediler ve bana bunu yapabilir miyim diye sordular. Ben de yapabileceğimi söyledim.”
Kalbim küt küt atarak babamın söylediklerini sessizce dinliyordum. “Nasıl bir parkur baba?”
“Hani senin şu hergün ağaçların tepelerinde dallarda oradan oraya kıvrıldığın gibi bir parkur. Öğretmenin dediğine göre jimnastik yapmaya eğilimli çocuklar için çok eğitici olacakmış. Senden de haberleri varmış üstelik.”
“Gerçekten mi?!” Bunu duymak heyecanımı biraz daha arttırmıştı. Zira gün içinde en çok sevdiğim şey ağaçların tepelerinde yürümek, tırmanmak ve keyif yapmaktı. “Gerçekten!” dedi babam, şimdi sevincimi o da benimle paylaşıyordu. Okula gidene kadar bunun hayaliyle günün geri kalanını bitirmiştim.
Bundan sonraki günler Elif ile beraber okula sık sık gitmeye başladım. Gidemediğim günlerde Kerim öğretmen okuldan sonra parkurun yapıldığı yere gelip bana ders anlatıyordu. Bahsettiği körler alfabesi ile her kelimeyi hece hece bana öğretiyordu. Üstelik ellerimle fark etme, keşfetme konularında iyi olduğum için alfabe ile oldukça iyi uyum sağlamıştım. Kısa sürede okumayı da yazmayı da Kerim öğretmen sayesinde öğrenmiştim. Vaktimizin çoğunu beraber parkurda geçiriyorduk. Ben çoğu kez o ders anlatırken dallara tırmanıyor, oradan oraya geçiveriyordum. Bazen bir yarasa gibi kendimi dallardan sarkıtmaya çalıştığım oluyordu ancak bu Kerim öğretmenin yüreğini ağzına getiriyordu. Ancak esnekliğim ve kıvraklığımdan bu kadar rahat hareket edebilmeme o da alışmıştı. Bir süre sonra Kerim öğretmenin girişimleri ile okula yeni bir öğretmen daha geldi. Beden eğitimi öğretmeni olan Asuman hoca bana jimnastikte gelişebilmem için dersler veriyordu. Elbette diğer öğrencilerle de ilgilenmişti ancak benim kolaylıkla kontrol edebildiğim kıvraklığım onların ilgisini üzerime çekmemde yardımcı oluyordu.
Bugün geldiğim noktaya baktığımda var olan her şeyimi Kerim öğretmenime borçluyum. Dünyanın belki de görmeyen ilk cambazı ve jimnastikçisi olacağım kimin aklına gelirdi ki? Ayrıca bana öğrettiği her hecede her sözcükte öğretmenimin emeği var, üstelik ben o kadar ümidimi kesmişken. Hayat kimi zaman böyledir, umutlarınızı bir bir toprağa gömdüğünüz anda bir yağmur yağar ve bir fidan gökyüzüne merhaba der. Sonra tıpkı benim tepesinde oynadığım ağaç gibi kocaman bir meşeniz oluverir, sizi korur ve saklar. Bugün ben o meşeye hala sarılıyorum. Siz de kendi meşelerinize sarılın. En çok da umutlarınızın tükendiğini hissettiğiniz o anlarda, sımsıkı sarılın hayata.
Geleceğin görmeyen çocuklarına sevgilerle...