Kelimeler: hece, kilo, testere
Ek zorluk kullanılmıştır
…..
Bizden Olur mu
“Sağ üst 1, sağ orta 2, sağ alt 3...”
“ek, ak, ke...”
“sol üst 4...”
“ke-ke, ka-le...”
İkimizin de sesi gittikçe yükseliyordu. Abime sinir oluyordum. Gözleri görmeyen bendim. Sürekli ilgi bekleyen o. Annem gürültüyü azaltmamız için bizi uyardı.
“Biraz sessiz okusan nolur abi?”
“Başka odaya git o zaman.”
Okumakta zorluk çekiyordu. Sınıfındaki herkesin okumayı söktüğünü, onunsa umursamadığını duyuyordum. Ama babam kızmasın diye hep aynı şeyleri sesli sesli okuyordu. Ben sıkılmıştım onun yerine.
“e-lek, ke-lek...”
Kapı açıldı. Babamın sesi yayıldı odaya.
“Nerede o, adam olmayacak bu çocuk?”
Az önceki gürültü yerini sessizliğe bırakmıştı. Abim hızlıca arkama attı kendini. Masa sallanmaya başladı.
“Rahat bırak çocuğu Osman. Okumaya çalışıyor çocuk.”
“Bırak Allah’ını seversen. Yine yaramazlık peşinde... Sen yüz veriyorsun buna. Tepene çıkacak, haberin yok.”
Annemin bedenini siper etmesiyle babam olduğu yerde kaldı. Yavaş yavaş soluk sesleri normale döndü. Kapı kapandı.
Abim hiçbir şey olmamış gibi bana sürtünerek geçti yanımdan.
…
O sabah, her zamanki gibi kahvaltıya yetişememişti abim. Annemin tekrar edip duran sesi, babamın ayakkabısını alırken söylenmeleri... Masada yine tek başımaydım. Kızarmış ekmeğin üzerine tereyağı sürerken birden elim önümde duran bardağa çarptı. Bardak yere düşerken abimin tıslayan sesini duydum:
“Senden nefret ediyorum.”
Annem koşarak mutfağa geldi, iyi olup olmadığımı sordu. Yerdeki kırıklara yaklaşmamamı söyledi. Abim sinirle ortada tepiniyordu:
“Anne, ben acıktım!"
“Biraz bekle oğlum. Bak, çay dökülmüş.”
“Hep onunla ilgileniyorsun.” deyip dışarı çıktı abim. Benden nefret ediyordu. Bense ona ne yaptığımı bilmiyordum.
Annem sesini çıkarmadan ortalığı topladı. Çayını içmeye başladı. Arada bir masaya parmaklarını vuruyordu. Abime canı sıkıldığı belliydi. Ancak içinde bir huzursuzluk olduğunu söylediğinde korktum. Arada evde bardaklar ya da tabaklar kırıldığında annem nazar çıktı derdi. Sevinirdi belki de. Bu sefer mırıldanmaya başladı. Dua okuyordur diye düşündüm. Çalan telefonla mırıldanmaları kesildi, hı hı, evet, tamam geliyorum'a döndü.
“Sakın kimseye kapıyı açma." dedi dışarı çıkarken.
...
“Yavaş ol, yavaş."
Bir iki adım geri çekildim. Gelen babamdı. İşten geldiğinde hep benzer kokardı babam. Metal işiyle uğraştığını, dükkâna gidip geldiğini bilirdim. Ama bugün her zamanki gibi kokmuyordu. Evimiz yavaş yavaş kalabalıklaşınca bir terslik olduğunu fark ettim. Kimse bana açıklama yapmıyordu. Yalnızca saçımı, yanağımı okşamakla yetiniyordu. Tabii kucağıma düşen iki kelime vardı: “Geçmiş olsun.” Ama niçin? Endişelenmeli miydim? Annem neden iyi olup olmadığımı sormuyordu. Ne hissedeceğimi bilemezken abim kulağıma eğildi:
“Evin erkeği benim artık. Babam artık kızsa da bir şey yapamaz bana.”
Abimden korkuyor muydum? Sanmıyorum. Babamın testereyle kolunu kaybettiğini öğrendikten sonra her şey bir anda değişti. Babam utanır oldu kendinden. O koca adam mini minnacık kaldı sanki evde. Sesi cılızlaştı. Abim, hecelemekten ileri gidemediği için babamın dükkânında getir götür işi yapmaya başladı. Tüm gün metal kesiyor, metal işliyormuş gibi havalarda geliyordu eve. Dükkâna gittiği gün patron olacağını sanıyormuş. Adamlar onunla gün boyu dalga geçmiş bu yüzden... O da tüm gün içinde tuttuğu öfkesini anlamadığımız nedenlerle bizden çıkarmaya çalışıyordu.
Annem, onun çalışmasından yana olmamıştı hiç. Gün boyu yemek yapıyordu evde. Bu ara sarma kokuyordu her taraf. Gelip giden Fatma Abla yaptıklarını satmasını istiyordu. (Ona teyze dememi istemiyordu.) Annem ise kime satacağını ne kadara satacağını bilmediğini bu işlerden anlamadığını söylüyordu. Babamsa önünde sonunda okula döner diye bakıyordu oğlu için. Artık kızmıyordu da… Kendini iyice geriye çekmişti. Oturduğu yerde ölmeyi bekliyordu sanki. Bunları söyleyen annem tabii… Babamın değişen huylarıyla başa çıkamıyor, tek çıkar yolu söylenmekte buluyordu. Ancak ortada bir gerçek vardı ki birileri bir şey yapmalıydı. Anneme, ben çalışırım, diyordum. Size bakarım.
...
“ba, be, bir, bu"
Yazı tahtam önümde... Heceliyordum. Mutfakta annem ve Fatma abla konuşuyordu:
“Ayşe, bak bu kız büyüyor. Büyüdükçe dertleri de büyüyor. Ben sana söyleyeyim. Oğlan desen senin, hayırsız… Gel, biz bu işe girelim. Yorma artık beni. Tek başıma işin içinden çıkamıyorum.”
“Girelim girmesine de becerebilecek miyiz?”
“Neyini beceremeyeceğiz Ayşe. Kilo kilo satılacak yaptığın sarmalar. Bak, bunlar çok lezzetli. Kızın da yardım eder sana.”
Kilo kilo sarmalar uçuşuyordu gözümde. Dans ediyorlardı…
“Tamam yapalım. Kilo kilo...”
Böylelikle evin içindeki yemek yapma telaşı daha da arttı. Annem, ben ve Fatma Abla gün boyunca sarmalar sarıyor, börekler açıyorduk. Bunları satma görevi Fatma Ablanındı. Kazandıklarını bölüşüyorlardı. Böylece annem kafasını dağıtırken bir işe yaradığını hissediyordu. Tabii, ben de.
...
Tak tak tak.
“Kızım, kapıyı açsana. Kim bu? Alacaklı gibi çalıyor.”
Elimi yıkadım. Kapıyı açtım. Yabancı bir ses bağırıyordu:
“Nerede Vedat? Nerede? Bu oğlun boyuna posuna bakmadan ona buna sataşıyor. Hayır, senin emanetin dedik. Ağzımızı açmadık. Ama yetti!”
Babam ağır adımlarla kapıya yaklaştı. Eliyle beni arkaya doğru hafifçe itti. Benimse canıma minnet, bu yabancı adamın gazabından uzaklaştım. Ama merakıma yenik düşüp orada kaldım.
“Ne var? Ne oldu? Ne yapmış benim oğlan?”
“Başta ses etmedik Vedat. Çocuktur dedik. Ama çok öfkeli bu çocuk… Kendine de zarar, bize de. Hem zaten işine karışmak gibi olmasın...”
“Karışma o zaman. Ben oğlanla konuşurum.”
Babam belki de aylar sonra ilk defa öfkelenmişti. Belki de abim, babama çekmişti. Belki de…
Adam üstelemedi. Kısık sesle bir şeyler söyledi ve gitti. Kapı kapanır kapanmaz babamın tokadı abimin suratında patladı.
“Adam olmayacak mısın sen?”
Abim gıkını çıkarmadan yanımdan geçip gitti. İlk defa onun için üzüldüm.
…
Fatma Abla o gün beni de aldı yanına. O satarken ben de yanında duracaktım. Bu işe başladıkları günden beri hevesleniyordum. Dışarı çok çıkan biri değildim. Heyecanlandım.
“Hazır mısın?”
“Evet, abla."
Fatma Ablayla dışarıya çıktık. Biraz sonra gürültüler çoğaldı. Fatma Ablanın koluna yapıştım.
“Korkma." dedi. “Pazara geldik.”
Sert, tahta olduğunu düşündüğüm tezgâha poşetleri bıraktık. O dizmeye başladı. Ben de kollarımı oturduğum sandalyenin kenarına bıraktım. Acaba nasıl bir gün olacak, diyordum. Gelen geçenler oluyordu. Kimisinin sesi kurabiye gibi yumuşacıktı. Kimisi yeni uyanmış gibi çatal çatal konuşuyordu.
“Merhaba güzel kız.”
Komşu kadın benim kolumu dürttü. Annem de böyle yapardı gelen misafirlere cevap vereyim diye.
“Merhaba."
“Adın ne senin?”
“Seda, efendim.”
“Pek de kibarsın. Ne yapıyorsun burada? Satış mı yapıyorsun?”
“Yardıma geldim.”
“Ben de takı tasarlıyorum. Yaklaşsana.”
“Ben...”
“Pardon, belki ilgini çeker diye düşünmüştüm. Genç kızsın sen.”
Tezgâhın üzerinde tıkırtıları duydum. Elimi uzattım. Bunlar annemin taktıklarına benziyordu. Ancak kendime ait bir takım olmamıştı. Heyecanlandım.
“Kaç lira bunlar?”
“Çok değil. El emeği hepsi... Kardeşimin dükkânına yapıyorum bunları. Sana birini hediye edebilirim.”
“Hayır. Hediye istemem.”
Fatma Abla’ya doğru eğilerek bunlardan birini satın alıp alamayacağımızı sordum. Anneme söylerdik dönüşte. O bana kızmazdı.
“Bunları nasıl yaptığınızı öğrenmek istiyorum.”
“Tabii, anlatırım sana. Çayınız var mı? Soluklanayım.”
Takıcı kadın uzun uzun anlattı takılarını nasıl yaptığını. Hangi malzemeleri kullandığını... Onu dinlerken bir yandan gelip giden müşterileri dinliyordum. Çoğu memnun gibiydi. Aklıma bir fikir geldi:
“Abla, biz de dükkân açalım mı?”
“Zahmetli iştir. Ben anlamam hem.”
“O kadar emeğin var abla. Bunu da öğreniriz bence. Sen anneme yardımcı olmasan bunlar da olmayacaktı hem. Ben ona söz verdim. Onlara bakacağım.”
“Siz ne diyorsunuz, olur mu bizden?
“Neden olmasın?” dedi takıcı kadın.
…
Eve geldiğimde heyecanla gün içinde olup bitenleri anneme anlattım. Ben anlattıkça onun da heyecanlanacağını umuyordum. Ama olmadı.
“Sonra konuşalım.” Dedi.
Ben odaya doğru giderken bana sarıldı. Hıçkırarak ağlamaya başladı.
“Abin, abin...”