Her şey öylesine karışık ve anlamsız ki. ‘Neden ben?’ diye sormadan edemiyorum. Gerçi son gittiğim terapide bunu aştığımı düşünüyordum. Sonuçta bazı şeyleri kabullenmek zaman alıyor. İnsan sonsuz bir karanlığın içindeyken kötü düşünceleri kendinden uzak tutamıyor. Çocukluğumda bazı şeylerin yolunda olmadığını fark etsem de annemler beni hep korudu.
Oysa son bir yıldır her gün ağlıyorum. Mutsuzluğumu ailemden saklasam da aldığım kiloları görebiliyorlar. Annem önce bir diyetisyene götürdü beni. Orada kan tahlili, yağ deposu, vücut indeksinin ölçülmesi gibi bir sürü test yapıldı. Sonunda, beni yakın zamanda hafifletecek bir diyet programı yazıldı. Ancak bir anda bu kadar kilo almam psikolojik kaynaklı olabilirmiş. Diyetisyen benim özel durumumun psikolojimi etkilenmiş olabileceğini söyledi. Onlar beni odadan çıkarıp konuşmuş olsalar da ben kapalı kapılar ardında konuşulanları çok rahat duyuyordum. Gözlerimden esirgenen bir nimet kulaklarıma verilmişti adeta. Mutsuzluğumun kaynağı, daha doğrusu gerçekleri fark etmem bir yıl öncesine dayanıyor.
Çocukluğumda bana göremediğim hiç yüksek sesle söylenmemişti. Ancak zaman zaman annemin odasında ağladığını, babamın eve gelen misafirleri fısıltıyla uyardığını duyuyordum. Okula başlamam gerektiği zaman ben de ailemin benden sakladığı bu gizemle tanışmış oldum. Bunu travmaya uğramadan öğrenmem için terapist eşliğinde paylaştılar benimle. O zaman içim şimdiki gibi yanmamıştı. Sadece şaşırdığımı anımsıyorum. Bu sonsuz karanlıkta seslerin pusulam olduğunu söyledi terapist. Ailemin beni hep sevdiğini ve her zaman seveceğini de söyledi. Ben özel bir çocukmuşum. Bunların anlamı üzerinde çok düşünmemiştim o zamanlar. Zaten okula başlayınca yorucu ve eğlenceli günler başlamış oldu.
Okula babamın atölyesinde yaptığı tahtadan oyuncakları götürüyordum. Ben her şeyi dokunarak öğrendiğim için babam dokunamayacağım büyüklükteki eşyaların küçük maketini yapıyordu bana. Gökdeleni, fabrikaları, dağları, evimizi hep bu maketler sayesinde öğrendim. Bizim sınıfımız çok kalabalık değildi; dört kişiydik sadece. Onlara her gün başka bir tahta maketimi götürüyordum. Öğretmenler dahil herkes bu oyuncakları çok seviyordu.
Okulda babamın yaptığına benzer başka maketler de vardı. Bunları önce elimize veriyorlar uzun uzun dokunarak neye benzettiğimizi soruyorlardı. Sonra isimlerini ve renklerini öğreniyorduk. Başkalarına garip gelebilir ama ben renkleri çok seviyorum. Her rengin benim için bir sesi veya kokusu var. Mesela yeşil rüzgar sesinde benim için. Çünkü çocukken bahçemizdeki çam ağacı büyük bir rüzgarla devrilmişti. Babam çam ağacının yeşil yapraklarla dolu olduğunu ve kışları bile yaprak dökmediğini söylemişti. Sonra mavi sıcak ve tuz tadında. Yine çocukken sıcak bir yaz gününde denize gitmiştik. Babamın kucağında, sevinç çığlıkları eşliğinde dalgaların bedenime dokunuşunu hala hatırlıyorum.
Babamın yaptığı bu oyuncaklar sayesinde sınıfın en sevilen öğrencisi olmuştum. Öğretmenler babamdan farklı nesnelerin maketini yapmasını rica ediyordu. Ben de akşamları ona yardım ediyordum. Babam benim kullanabileceğim bir testere bile yapmıştı. Tahtaları elime almak, babamın testeresiyle şekil verirken çıkan sesleri dinlemek, talaşların kokusu, maketleri okuldakilerin ne kadar beğeneceğini düşünmek beni çok mutlu ediyordu. O zamanlar oyuna ve okuluna düşkün bir öğrenciydim. Kendimi, nasıl göründüğümü, güzel olup olmadığımı hiç merak etmiyordum. Sanırım çocukluk saflığı dedikleri böyle bir şey. İnsan düşünmeden mutlu oluyor.
Şimdi eskisi gibi babamla maket yapmıyoruz ve annemle de konuşmuyoruz. Bu, yeni doğan kardeşimle de alakalı biraz. Onunla ilgilenmeleri gerekiyor. Kardeşim doğmadan önce en çok benim gibi olup olmayacağını merak ediyordum. O görebilen bir çocuk. Bunu ilk öğrendiğimde biraz üzüldüm. Çünkü benim gibi özel bir çocuk olmasını isterdim. Daha sonraları annemle babamın onu daha çok sevdiklerini fark ettim. Kardeşim yavaş yavaş büyürken benim evdeki varlığım sessizce yok oluyordu.
Kardeşimi tanımak için ona dokunmam gerekiyordu. Doğduğunda babamın yardımıyla onu tanıdım. Elleri çok küçüktü. Yanakları avuçlarımdan taşacak kadar kocamandı ve kafasında kısacık tüycükler vardı. Yumuşacıktı. Benim gibi kolları, dizleri yara bere içinde değildi.
Babamın ve öğretmenlerin uyarılarına rağmen ben çok düşüyordum. Bu yüzden her gün bir yerim kanıyordu. Kolum, bacağım hep yara kabuklarıyla doluydu. Kardeşime ilk dokunuşumdan sonra bir daha dokunamadım. Babamlar ona zarar vermemem için bunu yasakladı. Aslında bu yasak şöyle konuldu.
Kardeşim doğduktan sonra annem onunla ilgilenmeye de biz babamla akşamları maket yapmaya devam ettik. Babama kardeşimin maketini yapmak istediğimi söyledim. Ama bunu kendi testeremle tek başıma yapacaktım. Sonra onun verdiği bir tahtayı yontmaya başladım. Ben testereyi tahtaya sürtüyordum. Babam da üstünde biriken talaşları temizliyordu. Talaşlar gidince kardeşimin kafası, kolu, karnı şekil alıyordu. Tabi bunu bir akşamda bitiremedik. Birkaç hafta uğraşmamız gerekti. Sonunda bir şekle girmişti.
İşte yasağın geldiği akşam babam talaşları son kere temizledi. Kendi ellerimle yaptığım kardeşimi kucağıma bıraktı. Ben heyecanla tahtadan kardeşimi seviyor, ona ne kadar benzediğini düşünüyordum. Annem kardeşimin bezinin bittiğini söyleyerek markete gitmişti. Kardeşim annemin yokluğunu hissetmiş gibi ağlamaya başlamıştı. Babam onu susturmak için mutfakta mama hazırlıyordu. Salonda kardeşimle yalnız kalmıştım.
Tahtadan maketi kardeşime göstermek istedim. Babam yerimden kalkmamamı tenbihlemiş olduğu halde kardeşimin sesine doğru yöneldim. Onu kanepenin üstünde, yastıkların içinde buldum. Kolundan tutup tahtadan maketi anlatmaya başladım. Bu sırada kardeşimin sesi yavaş yavaş azaldı. Eve giren annemin aniden attığı çığlıkla maket elimden düştü. Kardeşimden güç almak istercesine kolunu daha sıkı tutmaya başladım. Annem hışımla yanımıza geldi. Elimi iterek beni yere düşürdü. Kafam makete çarpmıştı. Salona gelen babama ‘Onları nasıl yalnız bırakırsın?’ diye bağırmaya başladı.
Ben bilmeden kardeşimin boğazından tutmuşum. Onu boğabilirmişim. Annemin bağırmasından korkup ağlamaya başladım. Ancak beni teselli etmek yerine odama gönderdiler. İlk defa o gece ağlayarak uyudum. O sabah duyduklarımdan sonra gerçeği fark etmiş oldum. Annem benim büyüdükçe tehlikeli olmaya başladığımı söylüyordu. Kardeşimi korumak için evde yeni kurallar koyacaklarmış. Hakkımda böylesine acımasız konuştuklarını duymak beni tekrar ağlattı. Gerçekte tehlikeli, kötü ve kusurlu olduğumu anladım. Sonraki zamanlarda vücuduma dokunup ne kadar çirkin olduğumu fark ettim. Tenim kardeşimki gibi yumuşak değildi ve bebek gibi kokmuyordum. Ayrıca her gün biraz daha kilo alıyordum. Bunu dar gelen kıyafetlerimden anlıyorum.
Okulda ise eskisi kadar mutlu değilim. Çünkü okumayı öğreniyoruz. Bunun için önce Braille Alfabesini öğrenmek zorundayız. Bu alfabede harfler ve semboller kabartmalı noktalar halinde belirtiliyor. Kabartmalı bir kağıda basılan bu sembolleri dokunarak tanıyorsunuz. Ben hâlâ tam öğrenemedim. Yeni yeni heceliyorum. Gerçekten çok sıkılıyorum. Bu, maketleri tanımak, sesleri dinleyerek yön bulmaya çalışmak kadar kolay değil. Sınıftakiler de benim gibi zorlanıyorlar. Okuldan geldikten sonra odamda heceleyerek okuma yapıyorum. Annem kabartma yazıları okuyamıyor. Bunu tek başıma öğreniyorum. İlk defa bu kadar yalnız hissediyorum. Keşke okulda eskisi gibi maketlerle oynasak ya da masal saati yapsak.
Bu hafta psikoloğa gittiğimde bunların hiçbirini anlatmadım. Sadece en sevdiğim oyuncağın kendi ellerimle yaptığım kardeşim olduğunu söyledim. Bir de ‘Neden ben?’ diye sordum.