Kullandığım kelimeler: Terazi, balık, boğa, akrep, yay.
Uyku Belirleyiciler
Kızcağızın gözüne günlerdir tek bir kaşık uyku girmemişti. Damla o! Seni ilgilendirmez kaşığın mı yoksa damlanın mı girip girmediği! Sözü geçen kişinin diğer insanlara göre epey farklı bir durumu vardı. Onun uykusu kendiliğinden gelmiyordu. Uyku belirleyiciler onun ve bazı seçilmiş kişilerin -seçilmiş deyince kulağa güzel bir şeymiş gibi görünebilir ama hiç de güzel değil- gözlerine kaşıkla uyku döküyorlardı. Az önce yine yanlış bir hata yaptın! Neymiş o yanlış hata? Kulak göremez! Seni çok bilmiş, yanlış ve hata kelimeleri de bir arada kullanılamaz! Daha fazla sözümü kesme! Hııııı. Bu arkadaş uyuyacağı saati ve ne kadar uyuyacağını kendi seçemiyordu. Uyku belirleyiciler, bugüne kadar gereğinden fazla uyumuş kişilerin uyku saatlerini o insanların belirlemesine izin vermiyordu. Ama fazla uyuyanların hepsine yapmıyorlardı bunu, seçtikleri kişilerde daha başka özellikler de arıyorlardı. Bu özellikler sürekli değişiyordu, bu yüzden aradıklarının ne olduğunu onlardan başka kimse bilmiyordu. Uyku belirleyiciler, kendi icatları olan hassas bir teraziyle uykuları tartıp biçiyorlar, kime ne kadar uykunun yeteceğini ince hesaplarla belirliyorlardı. Bu terazi, “Abii şurdan iki kilo elma tart” diyeceğiniz bir terazi değildi. Tasarlanmasında bilimle uğraşan bir sürü varlığın emeği vardı. Bu varlıklar sadece bembeyaz bir şekilden ibaretti. Üstelik kıvrılabilyor, bükülebiliyor ve uçabiliyorlardı. İnsanlar onları göremiyordu. Ama bir gün bir insan uyku belirleyicileri gördü. Bu insan, günlerdir gözüne tek bir kaşık uyku girmeyen kişiydi. Uykusuzluktan gözleri kan çanağına dönmüştü. Etrafta canlı cenaze gibi dolaşıyordu. Yahu kız yerinden bile kalkamıyor ne dolaşması? Seni alakadar etmez! Kızın saçları karman çorman, suratı on karıştı, avalak avalak etrafa bakıyordu. On değil beş karış. Uyuyabilmek için yapmadığı şey kalmıyordu. Uyku hapları, uyku çayları, uyku duaları… Güneş doğuyor, bulutlar birbirlerine misafirliğe gidiyor, kuşlar da bulutların attığı ekmek kırıntılarına talip oluyordu. Vakit geçiyor güneş batıyor, aydede çıkıyordu. Güneş bile uyuyup nöbeti yıldızlara ve ay dedeye bırakıyordu. Ama o uyuyamıyordu. Önceleri böyle değildi, günün yarısını uyuyarak geçirirdi. Yataktan pek nadir çıkardı ama artık tam tersi oluyordu. Bir gün yine böyle uykusuzluktan kıvranırken kendisine doğru yaklaşan tuhaf, bembeyaz bir şekil gördü. Çok ciddiye almadı çünkü uykusuzluktan ara sıra sanrılar görüyordu. Bu şeklin elinde kaşık vardı ve havada süzülüyordu. Şekil giderek kıza yaklaştı, kız onun diğer sanrılara benzemediğini anlayınca korkmaya başladı. Bağırmak istiyordu ama gücü yoktu. Şekil geldi, elindeki kaşıkla kızın gözüne uyku döktü ve kız uykuya daldı.
Uyku belirleyici kızın onu gördüğünü anlamıştı ama buna bir türlü anlam veremiyordu. Onları kimse göremezdi ki. Diğer arkadaşlarına bu durumu anlatınca hepsi tedirgin oldu. Ya başkaları da onları görebilirse? İnsanlardan nasıl korunacaklardı? Aralarında bunu düşünüp durdular ve şu karara vardılar: Uykusunu belirlediğimiz diğer insanları da gözlemleyelim eğer onlar da bizi görüyorsa o zaman bir çaresine bakarız. O insanların mimiklerine, hareketlerine çok dikkat ediyorlardı. Kız hariç hiçbiri onları göremiyordu. Bu sonuç onları birazcık rahatlatsa da kızın onları nasıl görebildiğini hâlâ anlamıyorlardı. Baş uyku belirleyici kızın yanına bizzat gitti. Kız önceleri onlardan korkuyordu ama onlar sayesinde az da olsa uyuyabildiğini düşündüğü için gelmelerini kan çanağına dönmüş dört gözle bekler oldu. Ahh bir bilseydi onların yüzünden böyle perperişan olduğunu.
Baş uyku belirleyici gelince kızın solgun yüzü aydınlandı.
"Hoş geldin, uykumu getirdin mi?"
"Sen bizi nasıl görüyorsun?"
"Ne olduğunuzu bile bilmiyorum ki. Nasıl gördüğümü nereden bileyim? Yalnızca siz geldikten sonra gözüme bir nebze de olsa uyku girdiğini fark ettim. Sahi kimsiniz?"
Uyku belirleyici kızın sorusunu cevaplamadı, onun gözüne uykuyu döktü tam gidecekken akvaryumdaki turuncu çizgili balığı gördü. Balık, ona gülümsüyordu. Tanımıştı o balığı, o da önceden uyku belirleyicilerinden biriydi. Sonra balık olmak istemişti. Bu varlıklar ne olmak istiyorlarsa olabiliyorlardı. Normalde ölümsüzlerdi ama başka bir varlığa büründükçe ömürleri azalıyordu. Ölümsüzlüğü istemeyenler, bir an önce ölmek için sürekli farklı bir varlığa bürünüyordu. Bir nevi intihardı yaptıkları. Turuncu çizgili balık da sürekli varlık değiştirenlerdendi. Kızın uyku belirleyicileri görmesini de o sağlıyordu. Anlaşılan balık arkadaş muzip biriydi. Uyku belirleyicileri zora sokmak onu oldukça eğlendiriyordu. O güldükçe ağzından çıkan hava, suda kabarcıklar oluşturuyordu. Baş uyku belirleyici buna çok sinirlendi ve akvaryuma vurdu. Akvaryum yere düştü, yüzlerce parçaya ayrıldı. Balık bir iki kere çırpındıktan sonra kuşa dönüştü ve açık olan pencereden geceye doğru kanat çırptı. Bu olaydan sonra kız uyku belirleyicileri bir daha göremedi.
**********
Uyku belirleyiciler bu sefer çiftlikte yaşayan bir boğanın uykularına müdahale ediyordu. Muşmula suratlı sahibi bu boğadan çok şikayetçiydi. Sözde onu güreştirmek için yetiştiriyordu. Ama o önüne koyulan yemeği yedikten hemen sonra uykuya dalıyordu. Bir dahaki yemek saatine kadar da uyanmıyordu. Koca gövdesiyle bir o yana bir bu yana gerneşiyor, kendilerine yiyecek bir şey arayan haşeratı çatır çutur eziyordu. Muşmula suratlı bu zat, boğaya olan sinirini kafasından hiç çıkarmadığı kasketinden çıkartıyordu. O sinirlendikçe kasketi sanki onu daha fazla sinirlendirmek için kel kafasından sürekli kayıyordu. O da kasketi alıp tüm gücüyle ısırıyor sonra kafasına geri koyuyordu.
"Lanet olsun senin gibi boğaya, sanki seni sürekli yat diye besliyorum! Senin de kasket gibi ben taaa. Yerinde dursana lan, ne kayıp duruyorsun!"
Muşmula suratlı bu zat, gün geçtikçe sinir küpüne dönüşüyordu. Bir gün ok yaydan iyice çıktı. Oku geri yayına takmak da mümkün olmadığı için olanlar oldu. Ben olsam ortalık karışmadan oku yayına takardım. Senin beceriksizliğin hep başımıza kötü şeyler açıyor. Çok konuşma, ok seni alnının çatından vurursa görürsün.
Boğanın sahibi, satmak için özel bir fanusun içinde akrepler yetiştiriyordu. Şehirden kelli felli bir adam geliyor, akrepleri ondan alıyordu. "Akrep zehri pek kıymetli efendi, aman bir akrebi bile heba etme. Akrepler ne kadar azalırsa paran da o kadar azalır unutma!" Muşmula suratlı zat, adam böyle dedikten sonra akreplere daha bir kıymet verir oldu. Ama bir gün zatın afacan oğlu, babasından gizli akreplerin olduğu fanusun kapağını açtı ve iki akrep kaçtı. Neyse ki zat oğlunun yaptığı afacanlığı çabuk fark etti. Kaçan iki akrebi yakalamak için her yeri arayıp durdu. Akrepleri tam yakalayacağı sırada uykucu boğa, gerneşirken akrepleri ezdi. İşte bu olay okun yaydan çıktığı olay oldu. Muşmula suratlı zat hepten çıldırdı ve eline aldığı sopayla boğaya vurmaya başladı. Uyku belirleyicileri de bu olay üzerine boğanın uykularına el koydu. Terazileriyle boğaya uyku tartıp biçtiler ve onun için uygun olan uyku miktarına karar verdiler. Bu uyku miktarı boğanın güreşmesine mâni olmayacak kadardı. Sahibi iki akrepten oldu ama boğası artık tam bir güreşçiydi. Eskisi gibi sürekli uyumuyordu. Katıldığı tüm güreşleri yenerek ona bol bol para kazandırıyordu. Uyku belirleyiciler de başka uykuların peşinde koşarak yaşayıp gittiler.