Kalem Değil Temren

Fatma Ünsal

Kullandığım burç isimleri: yay, balık, aslan, ikizler.

KALEM DEĞİL TEMREN *

“Vazgeçenlerin atası, dokuz yüz doksan dokuzuncu günde kepaze denilen talim yayını çekmekten bıkıp usanan, bir gün daha bu talime sabredemeyen, “yetti bre!” diye yayı yere çalan bir kemankeş adayıdır. İsmi lazım değil. Neme lazım, eğer ismini deyiverirsek gelmiş geçmiş tüm İskenderlere düşman kesil...Ağzımızdan kaçtı. Demedik sayın, yazılan yazının silinmesi zahmetlidir ama Müslüman odur ki kem söze, kem habere rastladığında başını öte çevire.

İskender, eksik kemankeş, kemankeş olmasına bir gün kala, yani kulağına kemankeşlik sırrı üfleneceği günden bir gün önce talim yayını yere çaldı. Çalmakla yetinmedi bir de yaya tükürdü. Tükürmekle yetinmedi, yayı ayağıyla bir güzel ezmeye kalkıştı. “Ben,” diye ünledi,” Gayrı tükendim! Sılama dönmek dilerim. Anam,yârim gözümde tüter. Av avlamaya yeter de artar bu öğrendiklerim.”

Ustası ses etmedi. “Tamam,” dedi, “ Git. Lakin gitmeden önce hakkımdır, bana bir hediye getir de öyle git. Şu fakirhanenin girişine bir aslan postu yaraşmaz mı? Hem maharetini az da olsa görmüş olurum da gidişini sineme çekerim.” İskender yaşlı ustasının gönlünü kırmadı. Okunu yayını kuşandı, ormana aslan avına gitti.

Ormana yaklaştıkça yüreği ürperiyor, bazen kaçmaya yelteniyor ama tabansız namıyla buradan ayrılmak istemiyordu. Gururu elverse tabanları yağlayanların da atası olurdu ama kör olası gururu, buna izin vermedi. Sık ağaçları geçip de ormanın ilerisindeki savana gelince koca yeleli bir aslanı bir ağacın altında yatarken gördü. Kalbi çıkacak gibi hızlandı. Eliyle kalbine bastırdı ki kaçamasın. Bir işe yarayacakmış gibi. Usuldan yaklaştı, sadağından bir ok çekti. Oku tuttu, öpüp alnına koydu, yayına yerleştirdi. Aslan tehlikeyi sezmiş gibi kafasını kaldırdı. Baktı ki bir âdem irisi. Fırladı kalktı, hızla İskender’e doğru koşmaya başladı. İskender aslanın hızla yaklaştığını görünce, kaçmak için vakit olmadığını anladı. Ya oku fırlatacak ya kafası fırlayacaktı. Oku fırlattı. Ok aslanın sağ yanına saplandı. Aslan sendelese de geliyordu. Aslan değil de fırtına geliyordu. Ecel atı geliyordu. İskender son bir gayret sadağından bir ok daha çekti. Yayı gerdi ve fırlattı. Ok aslanın gözüne saplandı. Aslan can havliyle İskender’e pençesini öyle bir savurdu ki bu savaştan İskender sol kolu olmadan çıktı.

Post, ustanın fakirhaneye pek yaraştı. Vazgeçmekse İskender’e.

Vazgeçenlerin atası, eksik kemankeş İskender madalyasını almıştı. Bu madalya sol kola takılırdı. “

Temren HEPİLERİ

-Nasıl, beğendin mi hikâyemi?

-Tebrik ederim. İkizinin adını vazgeçenlerin atası olmakla meşhur, beceriksizliği yüzünden kolundan olan kahramana vermek sadece senin aklına gelirdi. Gel alnından öpeyim.

İkizlerden İskender. Kemankeş. Yirmi dört yaşında. Niye sinirlendiği belli. Tamam.

-Yahu hikâye bu hikâye. Hem sen değil miydin bir kere de beni yaz, benim adımı koy şu kahramanlarına diyen? Al işte. Nesini beğenmedin? Mis gibi hikâye. Nasıl beğenecekler okuyanlar, bak da gör.

İkizlerden Temren. Yazar. Yirmi dört yaşında. Kardeşi tarafından eleştiriliyor. Niyesi belli. Tamam.

-Ben bilmem, değiştir bu adamın adını ya da onu kahraman yap. Bir de kolunu kopardın. Senin benim kolumda gözün mü var ulan? Bir de aslana kaptırıyor kolumu. Tuttuğum takıma nispet eder gibi. Tövbe…İstersen beni Bursa’da bilmem ne lokantasında bir buçuk iskender olarak anlat. Üstüme sıcak tereyağı döktür.

İkizlerden İskender. Gittikçe yükseliyor. Bir yazara hikâye kurgusu hakkında baskı yapıyor. Ne ayıp.

- İstikbalimle oynuyorsun. Bak bu hikâye patlar diyorum sana. Hem derler ki ikizine de yer vermiş. Ne hayırlı kardeş. Senin de reklamın işte hazır. Ne var oyunbozanlık etmesen?

İkizlerden Temren. Yazar. Ama biraz inatçı. Yazar-inatçı. Ya da yazarlar mı inatçı?

-Ben onu bunu bilmem. Bak ben kulübe gidiyorum. Antrenman var. Akşama döndüğümde bu hikâye değişecek. Beni kemankeşlerin sultanı mı yaparsın, bilmem ne diyarının kralı mı yaparsın, orası sana kalmış. Yoksa yemin billah konuşmam seninle. Hem vallahi hem billahi hem tallahi. Yeminle sol kolum ağrıyor ya. Pis herif. Nasıl gereceğim şimdi ben yayı?

İkizlerden İskender. Gerildi. Sol kolu ağrıyor. Niyeyse. Tehdit etti. Hem de bir yazarı. Nehaklatehditediyorsasankiyazaristediğiniyazarkardeşim.

İskender çıkıp gittikten sonra, Temren bir süre yerinden kalkmadı. “Bu adam,” diye düşündü, “Ne kadar da bana benzemiyor? İkizler, Allah’ın insanlara ten benzese de ruh benzemez deme şekli galiba. Şunu saklayayım da yollarım yine bir dergiye. Zaten dergi okuduğu yok. Göstermelik bir şey karalamalı. Sevindirmeli garibanı.”

***

“ Yiğitlerden yiğit, Akdeniz’in, Karadeniz’in ve dünyada ne kadar deniz varsa oraların fatihi Kaptanıderya İskender, donanmasıyla küffar üstüne yürüyordu. Dalgalar gemiye çarptıkça gemi değil dalgalar sallanıyordu. O gemi ki içinde şu deryaların, ufuk çizgisinin ötesinin, Moskof ülkesinin, Britanya denen küffar ülkesinin, Cranberries’ in gökyüzüne başını çevirdiği diyarın, bir kutu içinde müzisyen yüreği saklayan tıfıl memleketin, kulağı kesik ressamların, duymadan dünyayı müziğe dökenlerin ülkelerini de aşan bir kahramanlıkla şereflenmiş İskender’ i taşıyordu. Yanaştıkları küffar gemileriyse rüzgârın karşısında bir yaprak gibi titriyorlardı. Vah zavallılar vah. Şehadet getirseler bari. Neyse ne, İskender, üç küffar gemisine beş kadırgasıyla saldıracak, küffarı denizin dibine yollayacaktı. Olan oldu, biten bitti. Küffar olması gerektiği gibi denizin dibini boyladı. İskender, mağrur duruşundan ödün vermeden leventlerine ünledi: Dümeni payitahta kırın yiğitlerim payitahta!

Açık denizde giriştiği savaşların hepsinden galip olarak ayrılmış olan bu yiğit denizci, aynı zamanda gözde bir kemankeşti de. Sultan o olmadan ava çıkmazdı. Tüm av törenleri onun donanmasının rıhtıma demir atacağı zamanlara ayarlı olurdu.

Aman Allah! Bu ne haşmetli denizciydi böyle! Kızıl sakallı korsanlar, baktılar ki İskender’in gemisi yanaşıyor, kancalı ellerini kalplerine saplarlardı. Kara kavruk yüzlü küffar miçoları, onun gemilerini görünce denize atlayıp kendilerini kurtarmanın yollarına bakarlardı. Gemileri küffar diyarının rıhtımına yanaşacak olsa, oranın en yetkilisi gelir, kırmızı kaşmir halıları ayağının altına paspas deyu sererdi. İşte böyle bir âdemdi. Herkes ondan razı idi, Tanrı Teala da razı olsa.

Bir gün açık denizde seyrüseferdeyken, geminin ucuna kadar gitmiş etrafı izliyordu İskender. Deniz masmavi. Kıpırtısız. Sanki ipekten bir çarşaf. Başını göğe çevirdi, işte bir ipekli mavi çarşaf da orada. Gönlü iman ile sarsıldı. Gökyüzüne bakmanın faydaları. Sonra denizde oynaşan altın ışıkları fark etti. Bu altın ışık gitgide İskender’in gemisine yanaşıyordu. İskender gözlerini kısmış, bunların ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Altın ışık yaklaştı, yaklaştı. Taa geminin burun hizasına kadar geldi. İskender baktı ki pulları altından bir sürü balık. Pırıl pırıl yanıyorlar denizin içinde. Hopluyorlar, acayip acayip etraflarında dönüyorlar. İskender bu manzara karşısında heyecanlandı. Kemikli ciddi yüzü yumuşadı, pamuğa döndü. Gülümsüyordu hatta. Balıklar oynadılar zıpladılar. Geminin etrafını turladılar. İskender balıklar hangi yana giderse oraya koşuyordu. Bu ne kadar sürdü bilinmez, bu şölenden sonra balıklar geldikleri yönde kayboldular. İskender arkalarından bakakaldı. Yüzü yine kemik gibi oldu. Eli belinde kamarasına gitti.

Sonraki gün yine aynı vakitte, aynı yönden bu altın balıklar tekrar geldiler. İskender balıkları yakalarlar korkusuyla mürettebata anlatmıyordu bu durumu. Bilirdi ki insan denen varlık, peşin akçeyi uzun vadede yaşanan küçük mutlu anlardan daha çok severdi. Kendisi seyrediyor, gemide bir o yana bir bu yana koşturup duruyordu. Sonra balıklar yine geldikleri gibi gidiyorlardı.

Hareket edecekleri gün tekrar geldi balıklar. İskender yerini almıştı. Ama bu sefer daha da yaklaştılar gemiye. Öyle bir sıçrıyorlardı ki İskender elini uzatsa yakalayacak. Balıklar yaklaşıyor, altın pulları güneşte parıl parıl parlıyordu. İskender bu hilkaten güzel varlıkları seyir için gemiden sarktı. Şimdi daha iyi görüyordu. Balıklar yüzeyden biraz derine geçtiler. İskender gemiden biraz daha sarktı. Balıklar biraz daha derine.İskender onları görebilmek için daha da sarktı. Balıklar artık görünmüyordu. İskender az daha sarkayım derken koca cüssesiyle denize düşüverdi. Leventler birinin denize düştüğünü anlayıp koşturdular. Baktılar ki haşmetli kaptanları denizde. İçlerinden kıkırdayan olduysa da Temren adındaki levent onları susturdu: Ne gülersiniz be! Hiç mi denize düşmüş kaptan görmediniz? İskender denizden çıkarıldı. Temren de o günden sonra İskender’in en has adamı oldu. Balıklara ne mi oldu? Onu biz bilmeyiz, karanın hikâyesi bizdedir.”

Temren Hepileri

İkizlerden İskender. Yirmi dört yaşında. Eve dönünce yorgunluktan bayılmak üzereydi. Temren’e sipariş verdiği ikinci hikâyeyi okurken yarısında uyuyakaldı. Rüyasında yiğit bir kaptanıderyaydı. Kaptanıderyalıktan sonra bakkala giden İskender oldu. “İki ekmek ver bana Halis.” derken baktı ki Halis değildi karşısındaki. Kulübün başkanı bakkal olmuş, ona ekmek yerine altın temrenli iki ok uzatıyor. İskender tam okları alacakken kendini başka bir rüyanın ortasında buluverdi. Tatlı rüyalar İskender. Seninki de hayat mı be İskender? Ciddi ol. Seninki de hayattır İskender.

Fatma Ünsal

* temren: Ok, mızrak vb. şeylerin ucundaki sivri demir, peykân.