Sonrası Kan

Tuğçe Asiye Ballı

İkizler, Balık, Kova, Koç, Terazi

Sonrası Kan

Anneannemin evinin önündeyim. Köpürte köpürte yıkadığım, kuruyunca kilim serdiğim merdivenlere oturup gelen geçeni, olup biteni izlemeye başladım. Naciye Teyze yine tezgâhını kurmuştu. Tezgâh dediysem minik tüp, tencere ve üzerine eşyaları koyduğu küçük bir sehpa. Haftada bir gün sokağın ortasına -evinin önü sokağın ortasındaydı- malzemelerini taşır, muhallebisini yapardı. Renkli su muhallebisi… Benim genelde param olmazdı. Birkaç kez yemişimdir. Zaten tadını sevmemiştim. Param olduğunda da ona harcamaktansa kaymak dondurma, leblebi tozu, altın çikolata filan almayı tercih ederdim, yazın ise meybuz tabii.

O gün olacakları bilseydim gözüm kala kala izlemezdim Naciye Teyze'yi. Nedir yani… Nişasta, şeker, su… Tabii bunun bilincinde değildim o zaman. Arkadaşların ne yapıyorsa onu yapmayı istiyorsun. Kızlar yemeseydi olmazdı sanki, yemeselermiş.

Tencereye önce suyu koydu Naciye Teyze. Ocağı yaktı. Kızlar etrafına toplandı. Kaynasın diye beklerken sehpanın üzerindeki pembe kabın içine nişastayı boca etti ve sürahideki sudan ekleyerek eritti. O gün sıra sarıdaymış. Sarı boya damlattıktan sonra iyice karıştırdı. Bazen kırmızı, bazen de yeşil yapardı muhallebiyi, boyaları bitince de beyaz. Su kaynamıştı. Büyükçe bir yoğurt kabından çay bardağıyla aldığı şekeri tencerenin içine atıp bir yandan sol eliyle karıştırıyordu. Aynı işlemi bir daha, bir daha tekrarladı. Sıra nişastayı eklemeye geldiğinde her zaman olduğu gibi kızlar: “Ben dökeyim! Ben dökeyim!” diye tutturdular. Naciye teyze o gün keyifliyse kızlardan birine erimiş nişastayı yavaş yavaş döktürürdü. Keyfi yerinde değildi demek ki kendi döktü, kendi karıştırdı. Biraz hızlı karıştırdıktan sonra yavaşladı. Katılaşmaya başlayınca ocağın altını kapattı, kâseleri doldurup arkasındaki betona dizdi. Satmak için her zaman soğumalarını beklerdi.

Anneannemden para isteyemezdim. Hiç öyle alışkanlıklarım yoktu. Eve kadar yürümeyi, annemden para isteyip dönmeyi ise gözüm kesmedi. Bizim ev epey aşağıdaydı.

Kızlar sıraya girdi. Kuzenim Ayşe bana seslendi: “Yemeyecek misin?” Başımla hayır, dedim. Naciye Teyze önce paraları alırdı. Kimi zaman da veresiye isterler, sonra öderlerdi. Beni öldürseler yapmazdım. Saadet, Cevher, Özge, Elif, Ayşe ödedi. Naciye teyze ilk koyduğu kâseyi kontrol etti. Ilındığına emin oldu ki dağıtmaya karar verdi. Son doldurduğu sıcak kâselere şimdilik talip yoktu.

Sokağın altından dere geçtiğini söylemedim değil mi? Nasıl tarif etsem… Tek arabanın geçebileceği bir sokaktı bu. Dokuz ev yan yana dizilmiş hepsi dereyi görüyordu. Erkekler topları dereye düştüğünde bir zıplayışta inebiliyordu, biz kızlar genelde fare göreceğiz, pisleneceğiz ya da kurbağa üzerimize sıçrayacak korkusuyla inmiyorduk. (Şimdilerde dereye kocaman bir istinat duvarı yapıldı ve bir sürü düşme olayından sonra duvarın üzerine parmaklık döşendi ama su akmıyor…)

Kızlar muhallebilerini aldı, dereye doğru oturup ayaklarını sallandırdılar. Bana baktılar. Gelsene, dediler. Saadet hariç. Omuz silktim: “Burada oturacağım.” dedim. Artık sırtları dönüktü. Acaba beni sevmiyorlar mıydı? Ben olsam biri yemiyor ve ayrı duruyor diye üzülürdüm. Saadet hariç. Ona üzülmeyebilirdim. O da bana üzülmesindi. Saadet çok kıskanç bir kızdı. Biz önceki gün Özge’yle oynarken yanımıza gelmiş, ona haber vermedik diye kızmıştı. Özge peşinden gitmişti.

Naciye Teyze'nin mavi gözleriyle karşılaştım. Ben kızlara bakarken o da bana bakıyormuş meğer. El etti. Boş boş baktım. “Gel vereyim, çok yaptım.” dedi. “Canım istemiyor Naciye Teyze, teşekkür ederim.” dedim. Azıcık kaymış başörtüsünü düzeltip “Sen bilirsin.” dedi. Esmer, uzun boylu, beyaz saçlı, sert görünümlü bir kadındı. Bunları başta söylemeliydim. Anılarımı anlatmayı hiç beceremiyorum. Ayrıca doğru düzgün hatırlamam da zaten.

Satış işlemi sona ermişti, Naciye Teyze, oğulları Melih ve Enis’e seslendi. Yardım istiyordu. Melih ve Enis ikizler. Aslında birbirlerine çok benziyorlardı doğal olarak ama nedense benim gönlüm Melih’ten yanaydı hep. Enis saniyeler içinde koştu yardıma. Melih’i görecek miyim diye heyecanlandığımla kaldım. Onlar eşyaları toplarken Melih çıktı, ayakkabısının bağcıklarını bağlamak için eğildi. Bakacak mı, bakacak mı diye düşünürken kafasını kaldırdı, annesine baktı: “Akşam olmadan dönerim.” deyip yürüdü. Yanımdan geçerken gülümsedi. Şimdi gerçeği anlıyorum tabii, o zamanki aptal kafamla umutlanıyordum. Bizim evin yanında oturan leblebici amcanın oğlu Burak’ı da beğeniyordum aslında. Yedi yaşındaki bir kız için çok çapkınmışım galiba.

Naciye teyzeler kâseleri, sehpayı ve üzerindekileri taşımıştı. Bir tek tüple tencere kalmıştı. Naciye Teyze boş tencereyi kucaklarken sendeledi. Ocağın üzerine kapaklandı. Tencere bir yana, Naciye Teyze bir yana devrildi. Ocağın üzerindeki demir, dizini kanatmıştı. Ayağa kalktım ama başka hiçbir şey yapamıyordum. Kızlar bağrışmaya başladı. Naciye Teyze acılar içindeydi belli ki ama sesini çıkarmıyordu. Enis telaş içinde ne yapacağını bilmezken Naciye Teyze soğukkanlılıkla: “Emine Teyze'ne haber ver.” dedi. Emine Teyze dediği anneannem. Kadının eteğine bulaşan kanlara odaklanmıştım, kımıldayamıyordum. Enis yanımdan bir hışımla geçti. Anneanneme seslendi. Cama çıkan anneanneme bir şeyler söyledi. Gözlerimi olay yerinden ayırmadan anlıyordum tabii bunları.

Anneannem, içinde tentürdiyot, sargı bezi, alkol, makas daha göremediğim birkaç şey olan tepsiyle geçti. Toparlandım, arkasından yürüdüm. Orayı kanlar içinde görünce beni itip “Merdivenlere dön.” dedi. Ayşe’yi fark etmemişti. O izliyordu. Yarayı temizledikten sonra çok açık mı diye baktı sanırım. Görmüyordum ama duydum. “Eklem yeri diye çok kanamıştır Naciye Hanım, dikişlik değil bence.” dedi. Ya dikişlikse ya benim yüzümden olmuşsa diye kahroldum.

Melih’e ne ara haber gitti bilmem ama tüm telaşı ve karizmasıyla annesinin yanına gelmişti. Sakin ve uslu tavırları çok hoşuma gidiyordu bu ikizlerin. Ne bileyim işte… Kavga etmezlerdi, hiç küfür duymadım ağızlarından. Hele Enis neredeyse hiç konuşmazdı. Melih arada mahalledeki çocuklara akıl verirdi. Bu arada ben onlara abi diyordum çok ender konuşsak da. Böyle artist artist adlarını yazdığıma bakmayın. Naciye Teyze'ye yastık getirdi Enis. "Kadıncağız bir süre burada böyle dursun da dizi tekrar kanamasın." demişti anneannem.

Mehmet Amca geliyordu. Kendini görmedim ama kızlar koşup sokağın başında olayı anlatma derdine düştüklerinde anladım. Her şeyi de görmeden anlayan bir çocuktum galiba. Kızların sesi, kızlar ve Mehmet Amca geldi. Mehmet Amca ellerindeki balık dolu iki kovayı kenara bırakıp bağırarak: “Ne oldu hanım?” dedi. Naciye Teyze yüzünü buruşturup ellerini açtı. “Sen boş ver dizimi, tuttun mu balık?” diye sordu. “Tuttum tuttum hem de ne çok. Dizi açık yara mı Emine Hanım?”

“Yok, çok derin değil Mehmet abi ama çok kanamış. Kan fışkırdı diyorlar. Sarıp sarmaladım. Kanarsa hastaneye gitmek gerekir.”

“Hay Allah!”

“Sen sat balıklarını hadi.” dedi Naciye teyze.

Kadının dizi kopmuş aklı balıkta. Laf aramızda Naciye Teyze için çok paragöz derlerdi. Anneanneme neden öyle söylediklerini sorduğumda dedikodu yapanlara çok kızmıştı: "İki oğlan okutuyor, daha yeni bir kız evlendirdi kolay mı, kolaysa onlar yapsın parasız."

Enis eve girip poşet ve teraziyi getirdi balık lafını duyar duymaz. Enis çok çalışkan, acaba Enis’e mi gönül versem diye düşünmüştüm o an. Sonra yok yok deyip Melih’te karar kılmıştım.

Mehmet Amca bazen balık, bazen meyve sebze satardı. Balık tuttuğu gün sokağın başında durur, gelen geçen balığını alırdı. O iki kovadan da ne balık çıkardı ama… Bitmek bilmezdi sanki.

Naciye Teyze evine geçmek isteyince koltuğunun altına girdi ikizler. Anneannem de sırtından tuttu ne olur ne olmaz diye.

Odak noktam Mehmet Amca olmuştu ama boş boş durmaktan sıkılmıştım bir saattir. İçeri girdim bir bardak su ve anneannemin sabah yaptığı şerbetli, yumurtalı ekmekten alıp çıktım. Kuzenim arkamdan geldi. Tuvalete girdi. Çıkarken karşılaştık. Neden yanlarına gitmediğimi sordu. "Saadet’le konuşmuyoruz bilmiyor musun?" dedim. "Söyledi Özge. Birazdan eve geçicem yoksa seninle otururdum." dedi ve yanımdan ayrıldı. Z şeklindeki merdivenlerin ilk basamağına pustum bu kez. Buradan bir şey yediğimi görmeleri zor. Bak, muhallebide gözüm kaldı, kadının dizi kanadı. Böyle düşününce ekmekten ikinci ısırığı almaya utandım.

Anneannem Naciye teyzelerden çıkıp geldi. Yanımdan geçerken başımı okşadı.

“Yemek hazırlasaydım acıktıysan.”

“Yok anneanne, akşam yemeğini evde yerim. Naciye teyze iyi olacak değil mi?”

“Olacak tabii kızım. Biraz yaşı var, geç iyileşir ama iyileşir.”

Gülümsedim ve yemeğe devam ettim.

Mehmet Amca Enis’in gelmesini bekliyordu ki sokağın başına inmemişti. İlk müşterisi gelmişti. İrfan abiymiş, müşteri değil. İrfan abinin evi, bu sokağın en lüksüydü. Sohbet edip gitti. Mehmet Amca eğilip eğilip balıklara bir şeyler söylüyordu: “Kuzucuklarım ne güzelsiniz siz öyle, haydi bakalım rızık olun bana.”

Cevher ve Özge bağırdı: “Koç geliyor! Koç geliyor!” Hemen elimdekileri saksıların üzerine bırakıp merdivenlerden indim. Özge’nin ablası haftaya evlenecekti. Onun için koç getiriyormuş damat tarafı. Damat ve ailesi sokağın hafif bayırını neşeli neşeli çıkıyordu. Hepimiz durduk, süslenmiş koça bakıyorduk. Özgeler İrfan abinin kiracısıydı. Koçun biraz daha yolu vardı yani. Koç boynuzlarını sıkıca kavrayan ellerden kurtulmak ister gibi başını eğdi ve kafasını hızla bir sağa bir sola salladı. Damadın yanındaki adam hayvanı tuttu. Yok, hayvan duracak gibi değildi. Ne olduğunu kimse anlamadan ellerinden kurtulup koşmaya başladı. Önündeki balık dolu kovanın tekini devirip sokağın sonuna ilerledi. Adamlar peşinden koştu. Herkes bağırıyordu. Çığlık atanlarla birlikte sokak bir saat öncesine döndü. Mehmet amca ağlamaklı hâlde balıkları toplamaya çalışıyordu. Balıklar kıpır kıpırdı. Mahallenin kedileri yaklaşıyordu. İkizler gürültüye çıktı. Enis balıkları kovaya toplamaya girişti. Bir yandan pisileri kovuyordu. Küçük bir balığı uzağa fırlatınca bir tanesi hariç üç kedi o tarafa koştu. Melih ise babasını sakinleştirmeye çalışıyor, balıklara elini sürmüyordu. Artık eve gitsem mi diye düşündüm. Almanya’dan gelen horozlu saatime baktım. Saat 4’tü. Erkendi.

Mehmet amca söyleniyordu. Birden elinden bırakmadığı el terazisini havaya kaldırıp hışımla yere fırlattı. Fırlatmasıyla Melih’in bağırması bir oldu. Terazi yerde sapasağlam duruyor gibiydi ama bir parçası Melih’in yüzüne sıçramış olmalıydı. Çok kan oldu farkındayım ama Melih’in burnu kanıyordu ne yapayım... Mehmet amca balık dolu kovasını devirip dövünmeye başladı. Enis anneanneme koştu, bu kez kimse demeden. Anneannem tepsisiyle çıkageldi hazır bekliyormuş gibi. Melih’in kafasını aşağı eğdi. Epey öyle durdular. Anneannem: "Yok duracak gibi değil Mehmet abi, atlayın taksiye hastaneye hadi." dedi. Enis taksi bulmaya koştu.

Beni sormayın. Bayıldım bayılacağım. Kan ayrı perişan etti beni, kanayanın Melih olması ayrı perişan etti. Koçu sakinleştiren damat koşarak geri dönmüştü: "Özür dilerim abi kusurumuza bakma, zararın neyse öderiz bu kova ne kadar ederdi abi." dedi ve baş aşağı eğilmiş Melih’i görünce “Nesi var?” diye sordu. Eğildi, burnunun kanadığını görünce: “Hastaneye götüreyim sizi.” dedi. Cevap beklemeden arabasını almaya koştu. Enis yaya gelmişti, arkasından taksi göründü. Dört sokağı birbirine bağlayan kavşakta iki taksi olurdu. O yüzden çabuk gelmişti. Damat aşağıdan kornaya basıyordu. Taksi buradayken girerse dönmesi zor olurdu ama taksicinin gitmeye niyeti yoktu. Melih doğruldu. Düzgün duramıyordu. Anneanneme yaslandı.

Anneannem yeleğinin cebinden Mehmet amcaya bir şey verdi gizlice, sanıyorum paraydı. Taksiciye: “Sen geri dön kardeş, şu çocuk götürecek. Bu kovayı onun koçu dökmüş, özür dilemek istiyor.” dedi. Şoför cevap vermeden bastı gaza, indi sokağı. Damat hemen gelip ikizleri aldı.

Ben mi? Utanıyorum ama bayıldım. Bir günde bu kadar kan görürsen olacağı o.

Uyanınca anneannem anlattı. “Balıklarda gözüm kalmadı.” deyip durmuşum. Kan, demişim bir de. “Terazi sağlamdı.” demişim. Ha bir de Enis demişim. Hay Allah! Düşündükçe yanaklarım kızarıyordu. İyi ki bir tek anneannem duymuş. Sokak o kadar badire atlattı ki bayılmam ses getirmemiş.

Melih ameliyat oldu burnundan. Günlerce mosmor gezdi. Futbolu severdi de futbolcu olacağını düşünmezdim. Enis ise doktor oldu. Hayatım boyunca yanlış tercihler yapmışımdır zaten. Buraya sağ eliyle yüzünü kapatan ve altında da gözlerini deviren bir ifade hayal edin lütfen.