Terazi Remzi

Havva Gök

Kelimeler: İkizler, terazi balık ve başak.

Hayat hep istenilen yöne doğru akmıyordu. Çoğu zaman bizim istediğimiz ayrı, onun bizim için planladığı bambaşka oluyordu. Hikâyelerimiz bu yüzden hep bir sancı çekiyordu belki de. İkizler için de böyle olmuştu. Sıcacık, tek katlı ve iki odalı evlerinde daima huzurla yaşayacaklarını düşünüyorlardı. Ama pek de istedikleri gibi olmadı. İlk önce asla devrilmez dedikleri, dağ gibi babaları devrildi. Ağzına sigara bile almayan adam alkoliğin teki olmuştu. Hatta eve ilk içki getirdiği gün ikizlere içirmeye bile çalışmıştı. Adeta sevecen babaları gitmiş, bambaşka biri gelmişti.

İkizlerin babası, bakkaldı. Herkes onu adaletiyle, terazide gösterdiği hassasiyetiyle bilirdi ve ona çok saygı duyardı. Terazi Remzi diye lakap bile takmışlardı. Ama Remzi'nin de altında ezildiği, beynini kemirip duran dertleri vardı. Herkes onu işine geldiği gibi görüyordu. Adaletli, Terazi Remzi . Ama ona sorulsaydı belki de böyle değil daha başka bir sıfatla anılmak isterdi.

Terazi Remzi, yedi yaşından beri dur durak bilmeden çalışıyordu. Kimi zaman markette babasına yardım ederdi, kimi zaman da kasabadaki tren tamiratlarında ustalara çıraklık ederdi. O ise trenleri tamir etmek değil makinistlerin olduğu yerde bulunmak istiyordu. Başak tarlalarını seyrederek yolculuk yapmak ne de güzel olurdu… Ama hayat ona hiç de adil davranmadı. Makinist koltuğunu hayal ederken, kendini bakkal koltuğunda buldu .

Gün geçtikçe önce hayalleri onu terk etti. Sonra içindeki makinist olmak isteyen çocuk ardına bakmadan gitti.Şimdi ise teraziyle adalete tutunmaya çalışıyordu. Bir de evlendikten sonra eşi ve çocuklarıyla hayata tutunuyordu işte. Hele ikizler, o işten eve gelip paçasına yapışınca dünyada ondan mutlusu olmuyordu. Balıkların o sınırlı hareketlerini bile abartıyla anlatmaları onu nasıl da neşelendiriyordu.

Gün boyu balıkları izliyordu ikizler. Babaları gelene kadar balıkların her hareketini izliyorlardı. Babaları eve gelince olağanüstü bir olay gibi balıkları anlatıp şirince gülüyorlardı. Balıkları neden bu kadar sevdikleri ise bilinmez bir olaydı. Babaları onlar anlattıkça keyiflenirdi. En son anlatacakları şeyler bitince ikizlerin oyuncak bebekleriyle oynarlardı. Lâkin bir akşam her şey tepetaklak oldu.

Yine her zamanki gibi sofraya oturuldu ama ortamda gergin bir hava mevcuttu. Evde ölüm sessizliği vardı. Ama bu sessizlik bir anda alaşağı oldu. Hiç görmedikleri şişeyi babaları sofraya koyana kadardı sessizlik. Annelerinin elindeki bardak bir anda düştü elinden. Babaları ise kısa bir süre annelerine baktı ve şişeyi ilginç bir şeyle açtı, içindekini bardağa boşalttı. Bardaktaki sıvının ağır bir kokusu vardı İkizlerden meraklı olanı Ayşe, ilk başta sormaya çekindi babasına. Ama sadece beş dakika kadar dayanabildi .

+Babacım bu elindeki şişede ne var? Bize getirdiğin meyve sularına hiç benzemiyor. Hem bu biraz kötü kokuyor. Annem de kokusunu sevmedi.

Remzi bayık bir ifadeyle hissizce güldü. Daha sonra bu gülüş, sonu gelmez bir kahkahaya dönüştü. Gülmesini durdurunca masa örtüsünü hızlıca üzerindekilerle birlikte çekti. Kimse ne olduğunu anlayamıyordu . Ayşe yanlış bir şey mi sormuştu? Remzi, konuşmak yerine bağırıp durdu. Anneleri ikizleri odalarına gönderdi o da Remzi gibi bağırıp çağırıp durdu. O günden sonra asla beraber masada oturmadılar. Babası her akşam elinde o şişeyle geliyordu. Anneleri şişeyi gördüğü anda onları odalarına gönderiyordu. İkizler ise anneleri onları çağırana kadar balıklarla dertleşir olmuşlardı. Birkaç ay sürdü bu evdeki gürültü. Evleriyle ve babalarıyla vedalaşmadan bir gün önce evi yine ölüm sessizliği sardı. Uzun bir aradan sonra babaları elinde o şişe olmadan eve geldi. Eskisi gibi onları dinledi, onlarla oyunlar oynadı. İkizler bunun bir veda olduğunu bilselerdi babalarının paçasına yapışır asla bırakmazlardı. Ama ikizler babaları tren garına onları bıraktığı zaman sadece bakmakla yetinmişlerdi.

Şimdi trende akıp giden başak tarlalarını izliyorlardı. İlk defa başaklardan nefret etti iki kardeş de. Halbuki babaları onları hep başak tanelerim diye severdi. O başaklar onların ayrılışına şahitlik ediyorlardı, nasıl sevsinler ki? Nasıl da hayalleri vardı ikizlerin ve babalarının başaklarla ilgili ? Babası, annesi ve ikizler hep beraber bir başak tarlasına gideceklerdi. Orada türlü türlü oyunlar oynayıp eğleneceklerdi. Şimdi trende babaları olmadan, başak tarlalarına sadece boş boş bakabiliyorlardı. Balıklarını da unutmamak gerekti, dert ortakları yolculukta da onları yalnız bırakmıyordu. Bir de babasından gizli, marketten aldıkları meşhur terazi onlara eşlik ediyordu. Babalarını unutmamak için ondan bir parça olarak teraziyi almışlardı. Belki babaları yaptıklarını fark edince onlara kızardı ama iki kardeş de bunu pek umursamıyordu.

Remzi cephesinde ise aynı hüzün hakimdi. İkizlerden, eşinden ve balıklardan ayrılmak kolay değildi. Eşi ara verelim derken, bunu mu kastetmişti? Meğer aylardır girdiği bunalım onları ne hâle getirmişti Bunu şimdi fark ettiği için kafasını duvarlara vurmak istiyordu. Ama kafasını duvarlara vursa da nafile o bunu sonuna kadar hak ediyordu. Bu büründüğü adam o muydu? Bu canavar, hodbin adam Remzi olamazdı! Lakin yakın zamanda öğrendiği gerçekler onu bu hâle sokmuştu.Bu gerçeği kabullenmek onuruna dokunuyordu. Hangi adam oğlunu kardeşine satardı? Babası ve amcası yani gerçek babası konuşurken duymuştu. Evlatlık olduğunu öğrenince ilk başta oturduğu yere çöküp bağıra çağıra ağlama hissiyle dolup taşmıştı.Keşke öyle yapsaydı. Bu hale gelmezdi. O kendi içi kavrulduğu için etrafını da darmaduman etmişti. En başında lanet içkiye bel bağlamak yerine eşine anlatsaydı? Babasını örnek aldığı için böyle olmuştu.Onu hep kınarken, babası gibi olup çıkmış ama haberi yoktu.