Not: Bütün burçlar kullanıldı fakat asıl kelimelerim İkizler, Kova, Oğlak ve Balık.
BURÇLAR KASABASI
Buğulu gözlerle bir elindeki mektuba bir sahildeki anılarına baktı Mete.
Yine kovasını başına geçirip sahile inmişti. Biraz sonra ikizler geldiler. Ece ve Ecem. En yakın ve en sevdiği arkadaşları. Birlikte kale yapmaya başladılar. Mete kovaya kum doldururken ikizler yine birbirleriyle çekişiyorlardı. Bazen onların çekişmelerine gülüyor, bazen de bu hâllerinden sıkılıyordu. Akrep Çağatay sinsice gelip kalelerini yıkmasın diye temkinli davranıyor, kalenin başını hiç boş bırakmıyorlardı. Biraz sonra oyuna katılmak için Koç Tarık geldi yanlarına. Ama “Oyunumuz üç kişilik” deyip onu oyuna almadılar. Çünkü Koç Tarık çok inatçıydı ve hep kendi istediği olsun isterdi. Bu yüzden Mete ve ikizler onunla oynamak istemezlerdi. Mete bir usta edasıyla çalışıyordu, ikizler şarkı söyleyerek ona yardım ediyorlardı. Tam kale tamamlanmıştı ki Balık Teyze “Çocuklaar! Koşun koşun balık tuttum” diye seslenmeye başladı...
Mete saatine bakınca anılardan sıyrılıp gitmesi gerektiğini düşündü. Kasabanın yıllardır değişmeyen sokaklarında diline dolanan şarkıyı mırıldanarak keyifle yürümeye başladı “Geeçsede yolumuz boozkırlardan denizlere çıkar sokaklaar…” Yürürken Yengeç Naciye ile karşılaştı. “Aaa sen bizim Mete değil misin? Kuzuumm. Ne kadar da büyümüşsün. Ne zaman geldin? Aç mısın? Gel bize gidelim, yemek yiyelim.” dedi Naciye her zaman ki anaç tavrıyla. Mete “Teşekkür ederim Yeng..” (Az kalsın ağzından kaçıracaktı Naciye’ye Yengeç Teyze dediklerini. Küçükken ikizlerle birlikte kasabadaki herkese bir isim takmışlardı. Naciye’ye de yürüyüşünü yengeçe benzettikleri için Yengeç Teyze derlerdi.) “Teşekkür ederim Naciye teyzecim. Aç değilim. Gitmem gerek,” dedi. Kısa bir muhabbetin ardından ayrıldılar ve Mete özlem dolu gözlerle kasabayı seyrederek yürümeye devam etti. Başak Hanım yine “Üff. Üff…” diyerek çarşaf silkeliyordu camdan. Arada “Her yer pislik içinde,” diye söylenmeyi de ihmal etmiyordu. Mete manava girip Terazi Hüseyin’e selam vermek istedi. Hüseyin, onu görünce çok şaşırdı ve sevindi. Boğa Necmi de oradaydı her zamanki gibi elindeki kocaman dürümü iki lokmada yutmakla meşguldü. Terazi Hüseyin bir şeyler ikram etmek istedi ama Mete, acelesi olduğunu söyleyip çıktı. Yolda Aslan Hakan’la Yay Hilal’i kol kola gördü. Selamlaştılar, konuştular. Mete evlendiklerini duyunca “Vay bee bizim Aslan’la Yay büyümüş de evlenmiş” dedi gülerek. “Sanki sen büyümedin. İkizler ne yapıyor? Görüşüyor musunuz?” dedi Yay Hilal. “Uzun zamandır görüşemiyoruz. Hayat telaşı…” dedi Mete ve ikizleri ne kadar çok özlediğini düşününce hüzünlendi. “Neyse yine görüşürüz,” deyip ayrıldı çiftin yanından. Biraz daha yürüdü ve nihayet Bülent Bey’in mavi kapılı şirin evine geldi. Kapıyı çaldı, açan olmadı. Merdivene oturup beklemeye başladı. Beklerken yine anılara daldı.
İkizlerle her gün aynı oyunu oynamaktan hiç sıkılmazlardı. Bazen tam kalenin yapımının sonu gelince Balık Teyze seslenirdi. “Çocuklaaar! Koşun koşun balık tuttum. Meteee kovanı getirir misin?” Mete bir kahraman edasıyla içine denizden su doldurup kovayı yetiştirirdi. Ece de Mete’nin arkasından giderdi. Ecem hep kızardı oyunlarının bu şekilde bozulmasına. Söylene söylene de olsa o da Balık teyzenin tuttuğu balıkları görmek için giderdi. Balık teyze balıkları kovaya koyar, sonra tekrar denize bırakırdı. (Ona neden Balık teyze dediklerini söylememize gerek yok) Sonra da oturup ağlardı. Zaten Balık Teyze mütemadiyen ağlıyordu.
Anlatılanlara göre Balık Teyzenin yani Firuze Hanım’ın eşi balıkçıymış. Birbirlerini çok severlermiş. Ama henüz üç aylık evlilerken eşi, balığa gittiği bir gün fırtınaya yakalanmış ve bir daha dönememiş. Firuze Hanım da o gün bugündür her gün sahile gelir eşini beklermiş. Her akşam Oğlak Amca yani Bülent Bey alıp evine bırakırdı Firuze Hanım’ı. Aksi takdirde Firuze Hanım evine gitmeyi unutup geceyi sahilde geçirebilirdi. Ahh… Oğlak Amca…
“Ooo Kova Bey her zamanki gibi erkenden gelmiş” sesiyle irkildi Mete. Kafasını kaldırdığında kendisine yaklaşmakta olan iki genç kız gördü. Bunlar ikizlerin ta kendisiydi. Ne kadar da büyümüşler ve güzelleşmişlerdi. Onları görmeyi beklemiyordu. İlk şoku atlatınca “Selam,” dedi ayağa kalkarak. “Size de mi mektup geldi?” diye sordu. Ecem “Ne sandın? Sana gelecek de bize gelmeyecek mi?” dedi gülerek ve devam etti “Yaa ben gitmeyelim dedim. Bir sürü işimiz gücümüz vardı ama Ece Hanım’a söz geçiremedim. Hanımefendinin içinden bir ses gelmemiz gerektiğini söylüyormuş.” Ece de “Ecem her zamanki gibi huysuzlık yaptı. O kadar işin gücün arasında yıllar sonra gelen bir mektubun arkasından gitmek çok saçmaymış falan filan… Ecem’i bilirsin işte. Hep mantıkla hareket eder kendisi. Duygular, içten gelen sesler saçmadır onun için,” dedi. Mete gülerek “Bilirim bilirim. İkinizi de bilirim,” dedi. Ece “Ben o zamanları çok özlüyorum yaa. Çocukluğumuzu. İyi ki de mektup yazmış Oğlak Amca. Hem eski günleri yâd ederiz fena mı?” dedi. “Bence de,” dedi Mete. Ecem “Ama artık Oğlak Amca yok,” deyince aniden sustular, sessizce geçmişe dalarak Oğlak Amcalarını düşünmeye başladılar.
Bahçesinde beslediği bir oğlağı vardı. O yüzden “Oğlak Amca,” derlerdi çocuklar ona. Çok güzel ilgilenirdi oğlağıyla. Eliyle besler, gezmeye çıkarırdı. Seneler geçse de hiç büyümezdi o oğlak. Engelli olarak doğduğu için büyüyemediğini sonradan öğrenmişlerdi. Bülent Bey, iyi kalpli, cömert bir adamdı...
Sessizliği bozan Mete oldu “Semaver çayının tadı hâlâ damağımda,” diyerek. Ece “Akşamları çay içerken okuduğu şiiri hatırlıyor musunuz? Ruhun mu ateş yoksa o gözler mi alevden Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu…” Mete devam ettirdi “Pervane olan kendini gizler mi alevden Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu…” “Ya Balık Teyze’nin her seferinde ağlaması. Bir insan hep dinlediği mısralara neden ağlar ki?” dedi Ecem gülerek. “Amma da duygusuzsun yahu,” dedi Mete. Ecem “Ama oynumuzu bozmasına sinir olurdum. Siz ona koşa koşa kovayı götürürken, haksızcılık buuu oynumuz bozulduu diye bağırırdım. Tabii siz iki yufka yürek, dinlemezdiniz beni,” dedi.
“Bir şey mi dediniz küçük hanım?” Sesin geldiği tarafa baktıklarında elinde Mete’nin kovası, kovanın içinde balıklarla Firuze Hanım’ı gördüler. Mete hemen kovayı Firuze Hanım’ın elinden aldı. “Bu zamana kadar sakladın mı?” dedi. Firuze Hanım “Sakladım tabii. Giderken, bu sana emanet demiştin. Emanete ihanet edilir mi? Emanet saklanır,” dedi. Buğulu gözleriyle gençleri baştan aşağı süzerken gözyaşları pıtır pıtır düşmeye başladı. Ecem ortamın havasını dağıtmak için “Aaa Balık Teyze ayakta kaldık ama haksızcılık buu,” dedi. Firuze Hanım hızlıca gözlerini silip burnunu çekerek fısıltıyla “Tamam tamam,” dedi. Sonra kapıyı açıp gençleri Bülent Bey'in evine buyur etti.
Hiç oturmadan mutfağa geçtiler. Mete balıkları pişirdi. İkizler salata yaptılar. Firuze Hanım’ın heyecandan eli ayağına dolaştı, eşyaların yerlerini karıştırsa da sofrayı kurmayı başarabildi. Balıklar hazır olunca sofraya oturdular. Ecem “Eee Balık teyze anlat bakalım nedir bu mektupların aslı astarı?” dedi. Ece, Ecem’e yan yan bakıp “Biraz sabırlı olsan çatlarsın di mi?” dedi. Mete kızlara bakıp güldü, onların bu hâllerini seviyordu. Firuze hanım önce bir iç çekti, sonra anlatmaya başladı “Son zamanlarda çok hastaydı. Evden çıkamıyordu. Ben gelip yemeğini yapıyor, evini temizliyordum. Yine böyle yemeğini yapmak için geldiğim bir gün beni yanına oturttu. Üç mektup verdi elime. Ben ölünce bu mektupları ikizlere ve Mete’ye gönder. Adresleri zarfların arkasında yazıyor. Mektupları alınca buraya gelecekler. Onları benim evimde ağırla dedi. Bir de oğlağın boynuna bir kayıt cihazı takmış onu da dinlet dedi.” “Nee o oğlak hâlâ duruyor mu?” dedi Ecem şaşkınlıkla. Firuze hanım “Yok, o çoktan öldü. Ben şimdiki oğlağı son zamanlarında hediye olarak almıştım Bülent Bey’e. Moral olsun istemiştim,” dedi ve kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle kalkıp “Bekleyin,” diyerek dışarı çıktı. Biraz sonra elinde oğlağın yuları, arkasında minicik oğlakla eve girdi. “İşte boynundaki kayıt cihazı. Nasıl çalıştırıldığını bilmiyorum biriniz bakın,” dedi. Mete kalktı, kayıt cihazının play tuşuna bastı.
“Merhaba çocuklar,” Bülent Bey’in sesiydi bu. Gençler, sanki karşılarında Bülent Bey varmış gibi “Merhaba Oğlak Amca,” dediler gülerek. Küçük oğlak bile sanki gülüyordu onlara. Ses devam etti “İyisinizdir inşallah. Sizi buraya çağırmamın çok önemli bir sebebi var. Şimdi beni iyi dinleyin. Ben hayattayken özel güçlerim vardı. Hatırlarsanız bir gün Mete kovasını kaybetmişti. Çok üzülmüştünüz ve ağlamıştınız. Onu ben bulup getirmiştim de çok şaşırmıştınız. Oğlak Amca nasıl buldun biz her yere baktık demiştiniz. Her yaptığım işin çok kısa zamanda bitmesine de şaşırırdınız. Oğlak Amcaa çok hızlısıın, süper kahraman gibiii derdiniz. İşte tüm bunlar özel güçlerim sayesindeydi ve ben bu özel güçleri size miras bırakmak istedim. Ama bunun için uygulamanız gereken şeyler var” Gençler şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. Ecem “Çok saçma bunlar. Neler oluyor yaa. Ben inanmıyorum, gideceğim,” deyip çantasını aldı. O sırada Bülent Amcanın sesi “Muhtemelen Ecem bu duyduklarına inanmaz. Sıradaki parça sana gelsin Ecem deyip yaşlılıktan cızırdayan sesiyle şarkı söylemeye başladı “Kapıın heer çalındıkça o mudur diyeceksiiin Beni kaaybettin aartıık seen çook bekleyeceeksiin…” Ecem dinlemedi hızlıca çıktı kapıdan, tam merdivenlerden inerken “Hele biir yaalnız kal daa nasılmış göreceeksiin” diyordu Bülent Bey. Ecem “Oooff” deyip geri döndü. Vicdanı rahatsız olmuştu, gidemedi. “Mete koş, kovayı al gel.” dedi Bülent Bey’in sesi. Mete koşup mutfaktan kovayı getirdi. “Şimdi onu kafana tak, tıpkı çocukken yaptığın gibi,” dedi. Mete gülerek kovayı kafasına geçirdi. Bülent Amca’nın sesi de güldü “He he heeh…” Sanki onları görüyor gibiydi. “Şimdi ayağa kalkın, oğlakçığı ortaya alın ve el ele tutuşun” Gençler denilenleri itirazsız ve sessiz sedasız uyguluyorlardı. “Şimdi benim size okuduğum şiiri okuyun,” Gençler birbirlerine bakıp “Tamam. Biir ikii üç.” deyip şiiri okumaya başladılar “Ruhun mu ateş yoksa…” Oğlak Amca’nın kahkahası böldü şiiri. Gençler oğlağın boynundaki kayıt cihazına baktılar ama kahkaha cihazdan gelmiyordu. Sesin geldiği tarafa baktıklarında yaşlı Bülent Bey’i gördüler. Evet, canlı kanlı, kahkaha atan, ihtiyarlamış bir Oğlak Amca. Kısa bir şokun ardından her şeyin şaka olduğunu anlayıp “Oğlak Amca yaaa..” dediler. Firuze Hanım da gülüyordu tavana asılı kamerayı göstererek. “Hadi gelin, Bahçeye çıkalım. Semaver çayı yaptım,” dedi Bülent Bey.
Hep birlikte bahçeye çıktılar. Çaylarını içerken Bülent Bey “Ölmeden size son bir şaka yapayım istedim,” dedi. “Allah gecinden versin,” dediler hep birlikte. Sonra Bülent Bey “Gençler, Allah’ın en büyük nimetlerinden birisi sevgidir. Sevmenin de sevilmenin de kıymetini bilmek gerektir. Zira kıymeti bilinmeyen nimetin geri alınması sünnetullahtır. Bizler birbirimizi sevdik ama bir ayrılık bu muhabbete fasıla verdirdi. Ben de sizi tekrar çağırdım ki hatırlayın sevginizi, sevgimizi. Unutmayın. Birbirinizi bırakmayın. Sevgiden kale yapın, kalenin burçlarına vefayı, kadr-u kıymet bilmeyi nöbetçiler olarak koyun. Kötülerden korunun.” dedi.
Çaylar ve nasihatler bitince de “Ee ne duruyorsunuz hadi gidin sahile de kale yapın,” dedi. Mete kovayı kafasına geçirdi, kızlar güldüler. Firuze Hanım bulaşıkları toplamak istedi ama Bülent Bey “Sen de git balık tut,” diye onu da gönderdi. Sahile vardıklarında Firuze Hanım birden ağlamaya başladı “İçimde bir sıkıntı var çocuklar, içimde bir sıkıntı var. Geri dönelim,” dedi. Birlikte geri döndüler. Ecem “Oğlak Amcaa yine Balık Teyze haksızcılık yaptı oynayamadıık,” diyerek Bülent Bey’in yanına yaklaştı. Bülent Bey ses vermedi…
Emine Ecran Çeliksu