Raftan İnen Geçmiş

Tuğçe Asiye Ballı

Her gün aynı saatte uyanıyor, kahvaltısını yapıyor, danışma masasına geçip saatleri dolduruyor, akşam olunca yemeğini yiyor, biraz televizyon izleyip yatıyordu. Son zamanlar geçmişi çok sık anmaya başlamıştı. Özellikle üniversite yıllarını... Rastalı saçları, klasik gitarı, Pink Floyd tişörtü ve rozetleriyle ne kadar da kendini gerçek benliğinde hissediyordu. O zamanlar vejetaryendi şimdi ise yemediği bir şey yoktu. Midesi bulandı.

Bugün otele 8 kişi kayıt yaptırmıştı. Şu kış günlerinde çok iyi bir rakamdı. Hele de 5 kişilik grubun ulusal bir yarışma için iki hafta kalacak olması epey ellerini rahatlatacaktı. İşin ilginci, bu kişiler önceden arayıp yer sormamış ve rezervasyon yaptırmamışlardı.

Sinan istemsizce sordu:

“Katıldığınız program, yani yarışma programı, otel hizmetinizi karşılamıyor mu?”

Kızıl saçları olan esmer kadın grup sözcüsü gibiydi:

“Ah bize ayarladıkları oteli görseydiniz… Kalınacak gibi değildi. Oradaki anlaşmayı iptal edip ödeme yapmaya gelecekler.”

Tülay’a ne kadar benziyordu. O da böyle kilo almış mıydı acaba? Hemen hemen aynı yaşlarda olmalıydı. Aman bana ne Tülay’dan!

Meğer o oteli beğenmeyince en yakın diye buraya gelmişler. Neyse ki Meryem ile Nazire Hanım hafta sonu gelenler oluyor diye bu sabah bütün odaları elden geçirmişti. Kızıl saçlı kadın azıcık toz için bile kavga çıkaracak birine benziyordu. Odaları temizlerken, yemek yaparken Meryem’e istekle yardım ettiği günleri hatırladı. Kadınlarla eşit haklara sahip olunmalıydı, kadınlara ait işler yoktu, hayat müşterekti… Hani?

Yarışmacılar birbirlerini tanımadıkları için ayrı odalarda kalacaklardı. Kadınlar odaları inceledikten sonra Sinan kayıt almak için kimlikleri istedi. Kızıl saçlı kadının adı Hacer’di. Yakıştıramadı. Kadın aykırı diye ismi de aykırı olacak değildi ya! İkinci kimlik küçük gözleriyle kısık kısık bakan, sevimli yuvarlak yüzlü, sarışın kadınındı. Onun da adı Hacer’di. Doğal karşıladı, böyle rastlantılar olabiliyordu. Ama arkada, geldiğinden beri hiç konuşmayan lacivert başörtülü, ciddi kadın da Hacer olunca durdu, kâğıttan kafasını kaldırdı. (Babadan kalma alışkanlıkla kayıtları önce kâğıda yazıyor sonra bilgisayara geçiriyordu.)

Kadınlar, Sinan’ın şaşkınlığına güldü.

“Bu programda hep aynı isimler yarışıyor.” dedi ciddi kadın. Sesi bir öğretmen gibiydi. Hem eğitici hem toktu. Kelimeler tane tane çıkmıştı ağzından.

Sinan diğer iki kimliğe baktı onlar da Hacer’di elbette.

Söylene söylene sandalyeye oturan ve ah, uh gibi sesler çıkaran, diğerlerinden epey genç olan Hacer çantasında bir şey arıyordu. “Nerde bu ya, nerde?” Kadınlar onu çağırınca “Bir dakika.” dedi. Sonunda aradığını bulmuştu. Toka. Sesli bir oh çekti. Herkes onu izliyordu. Beline kadar dökülen gür saçlarından rahatsız olmuş herhalde ki telaşla ve biraz da haşince saçlarını topladı. Kalktı, masaya yaklaştı.

Son Hacer ise kapıya çıkmış telefonda konuşuyordu. Geldikleri oteli ve organizasyonu kötülemekle meşguldü. İçi içine sığmayan, tez canlı bir kadındı. 6-7 dakikalık telefon konuşmasında bir ya da iki kez karşı tarafı dinlemiş ve bir an bile yerinde durmamıştı. Duracak gibi olduğunda ya kıvırcık saçlarıyla oynuyordu ya da bacağını sallıyordu. Sesiyle, hareketleriyle ve ağır parfüm kokusuyla Sinan’ın dikkatini dağıtmıştı.

Anahtarları kayıt sırasıyla verdi. Kızıl 201, Sarışın 202, Ciddi 203, Genç 204, Son 205. Onlara bu isimleri takmıştı hemen. Kendi kendine gülümsedi. Lise ikiye giderken otelde üç Ahmet Bey vardı. Kel 203, Öğretmen 301, Tütün 304 şeklinde kodlamışlardı babasıyla. Nasıl da kendinden emin, burada hayatta çalışmam ben, diyordu o zamanlar. Babası ölünce satmayı düşünmüş, her genç gibi hayallerini gerçekleştirmek istemişti. Annesi ezberlenmiş bir tavırla “Hakkımı helal etmem.” demişti. Hiç öyle bir kadın değildi aslında. Rock müzik dinlettiğinde de arkadaşlarıyla çılgınlık yaptığını anlattığında da hep anlayışla gülümserdi. Sinan arkadaşlarına “Benim annem başka.” derdi. Babasını onun sakinleştirdiğini biliyordu. Yoksa sol kulak filan anlamaz, kulağındaki o deliği görünce bir küpe taktırıp deliği yırtmasını bilirdi. Eve girerken çıkarıyordu küpesini ama babası mutlaka fark etmişti. Ne kadar yoğun olursa olsun dikkatli ve ilgili bir adamdı.

Kahvaltı için bir liste yapılmalı diye düşünüp Meryem’i aradı.

“Canım, Nazire Hanım’la eksik listesi yapın da ben de hemen gidip alayım.”

Kayıtları bilgisayara aktarmaya başladı. Zihninde Tülay’ın sesi çınladı: “Senin nasıl bir hayatın olacak biliyor musun? O burun kıvırdığın oteli yöneteceksin. Sessiz sakin bir eşin olacak, üç dört tane çocuğun. Al sana mutlu bir yuva.” Hep böyle alay ediyordu. Sinan da her defasında bozuluyor, neden özgür bir hayatın ona yakıştırılmadığını merak ediyordu. Evet, Tülay sessiz sakin bir eşin olacak derken yanılmamıştı ama çocuk konusunda yanılmıştı. Meryem, “Çocuk yetiştirmek bu zamanda zor, bir çocuk bize yeter.” diyecek kadar mantıklı bir kadındı. Ona kalsa çocuk sayısını da akışına bırakırdı, tüm hayatı gibi.

Meryem yumuşacık sesiyle geldi.

“Sinan, canım, hepsini yazdık. Çok bir şey yok. En son yaptığımız alışverişten epey şey duruyor. Ama bizim kıza da bir şeyler almayı unutma olur mu, yarın tüm gün burada olacak.”

“Tamam, ben hemen gidip geleyim.”

Alışveriş yaparken zihni tamamen boşalmıştı. Robot gibi bir kâğıda, bir raflara, bir sepete bakarak tüm alınacakları tamamladı.

Dışarı çıktığında içinde müthiş bir suçluluk hissetti. Çaprazında duran hediye dükkanına girdi. Dakikalarca süren kararsızlığın ardından çalışanın yardımıyla üzerinde rengarenk taşlar olan gümüş, küçük bir tarak aldı, kutusu da vardı. Meryem sadeliği seven bir kadındı. Büyük ve abartılı şeylerden hoşlanmazdı. Beğeneceğine emindi.

Otele geldi. Kapıdan girdi, henüz yeşil karşılama halısına adımını atmadan birinin merdivenlerden indiğini gördü. Kızıl saçlı kadındı. Bağırıyordu:

“Bu ne saçmalık! Hiç mi kontrol etmiyorsunuz dolapların arkasını?”

“Hanımefendi sakin olun lütfen. Ne oldu?”

“Buzdolabının arkasında portakal dilimi kalmış ve odam karınca içinde. Nasıl temizleniyor bu otel Allah aşkına?”

Diğer kadınlar da çıkmıştı odalarından. Genç 204, tartışma alevlensin istercesine “Aaa!” “Yaa!” şeklinde tepkiler veriyordu. Sarışın 202 sessizliğiyle tasdikliyordu adaşını. Son 205 mahalle kavgasına çıkmış gibi öne atıldı, elini kolunu sallayarak: “Ama bu gerçekten saçmalık artık, bir yerden kaçıyoruz başka bir yerde aynı sıkıntı. Ne yapacağız şimdi, tam da yerleşmiştim?” dedi. Ciddi 203, Kızıl 201’e döndü ve sakince “Hacer Hanım biz de her temizlikte bütün eşyaları çekip arkalarını temizlemeyiz değil mi? Gözden kaçabilir böyle şeyler. Ayrıca karınca tiksindiğiniz, korktuğunuz bir böcek değildir diye düşünüyorum. Eminim Sinan Bey ve zarif eşi bu durumu telafi edeceklerdir.” diyerek hepimizi rahatlattı.

Sinan düşündü, bugünün ücretini almamak tabii ki anlamsızdı. En iyisi lüksle sakinleştirmekti. “Odanızı hemen değiştirelim. Süit odaya alalım sizi, olmaz mı? Ayrıca size şu küçük hediyeyi versem bizleri bağışlar mısınız?” Elindeki minik kırmızı, kâğıt poşeti uzattı.

“Nasıl yani?” diye şaşkınlıkla ve üsten bir tavırla sordu Kızıl 201 ve cevabını almadan: “Tamam süit odaya geçebilirim, hediyeyi kime aldıysanız ona verin.” dedi.

Meryem merdivenlerin en üst basamağında durmuş, bakıyordu. Sanki gözlerinde sitem vardı ya da Sinan’a öyle geliyordu.