Telefonu çaldığında saat 4'e geliyordu. Bir gözünü ancak açabildi. Memleketteki komşuları Zafer Amcaydı arayan. "Babam öldü" dedi içinden. Bu saatte telefon ancak bir ölüm haberi için çalar. "Babam yatağında ölü bulundu, kalp krizi olmalı." Son zamanlarda babasının kalbinden şikayet ettiğini hatırladı. "Babam öldü. Boş bir mezar bulmamız gerekiyor." Yaklaşık beş saniyedir bunları düşünüyordu. Telefon ısrarla çalıyordu. Normalde gece vakitlerinde böyle haberler almamak için yani uykusundan bir ölümle uyandırılmamak için telefonunu sessize alırdı. Bu gece unutmuştu ve ölüm bulduğu ilk boşluktan sızmıştı işte hayatına. Sızmış mıydı? Ölüm müydü? Alacağı haberlerin en kötüsüne hazırlamıştı kendini. Hazırlamak istemişti ya da. Yoksa bir ölüme ne kadar hazırlıklı olabilirdi ki bir insan?
"Alo?"
"Elif kızım, ben Zafer Amcan. Babanın komşusuyum."
"Numaran kayıtlıydı Zafer Amca, hayrolsun?"
"Kızım, babana ne zamandır ulaşamıyorduk. Ne telefonları açıyordu ne kapıyı. Az önce de evinden gelen bir gürültü duyduk. Kapıyı zorladık biraz, kilidi kırıp açtık. Kızım baban.."
"Başınız sağolsun kızım, sen gelene kadar biz burada ilgileneceğiz tüm işlerle."
"Sağ olun Zafer Amca."
"Telefonları ve kapıyı neden açmıyordu babam? Daha bu akşam konuştuk, her şey yolunda gibiydi oysa." Bunları düşünmesi gereken vakit şimdi miydi? Babasının ölüm haberini almıştı. Üzülmeliydi, nefesi kesilmeliydi, ağlayamamalıydı, boğazı düğümlenmeliydi, göğsüne oturan şey bastırmalıydı göğsünü. Babasının ölümünün üzerinden beş yıl mı geçmişti ki sakin bir şekilde neden ve nasıl öldüğünü sorguluyordu? Telefonu açmadan önce hazırlamıştı kendini bu habere. Ölüme değildi belki ama haberine hazırlanmıştı.
Daha fazla düşünmedi, yataktan çıktı. Oyalanmamalıydı. Kimseyi, yeterince tanımadıkları bir ölüyle meşgul etmemeliydi daha fazla. Hızlıca hazırlandı. Dolabın alt rafındaki küçük çantaya birkaç kıyafet attı, lazım olduğunu düşündüğü birkaç şey daha… Oturma odasının kapısının önünden geçerken bir koku geldi burnuna. Portakal kokusu… Sehpanın üzerinde akşamdan kalan portakal kabukları vardı. Hepsi bıçakla küçük küçük dilimlenmişti. Dün gece bir şey düşünmüştü demek ki. Düşünceli olduğunda portakal kabuklarını dilimlemek iyi geliyordu. Portakal kokusu… Babasının onun için soyup dilimlediği portakallar geldi aklına. Böyle bir anı hiç hatırlamıyordu ama muhakkak yaşamış olmalıydı. Yoksa bu koku ona neden babasını hatırlatıyordu ki?
Vardığında saat 9'a geliyordu. Acıkmıştı ama önemli değildi. Babası ölmüştü. Her 10 dakikada bir kendisine babasının öldüğünü hatırlatması gerekiyordu. Unutuyordu ve her hatırladığında yeniden ölüyordu babası. İnsan belki bir kere ölüyordu ama onu tanıyanlar için birden çok oluyordu bu.
Komşuları Elif'i kapıda karşıladı. Babasını hastaneye götürmüşlerdi. Morga ve oradan da gasilhaneye gidecekti. Evin anahtarını Elif'e verdiler. "Ambulans çağırmıştık. Gelenler baktılar ama ölüm sebebini bulamadılar. Kalp krizi de değilmiş. Şüphelendiler, otopsi yapmak isterler belki. Sen yine hastaneye gidince konuşursun onlarla kızım" dedi komşuları. "Eve girdiğimizde masanın başındaki sandalyedeydi. Başı önüne düşmüş, öylece ölmüş rahmetli. Duyduğumuz ses de neyin nesiydi anlamadık. Elinde de bıçak vardı. Önünde de bir tabak dilimlenmiş portakal…"
Elif apartmana girdi, kapının önünde durdu ve baktı. Çocukluğuna baktı bir süre. Babasının yaşını hep 37 sanışına baktı. Kapının önünde bıraktığı topa baktı ve kirli ellerine… Kapıyı açar açmaz burnuna portakal kokusu geldi. Buradan bir ölü çıkmamış gibi hayat doluydu ev. Portakal kokusu başka ne olabilirdi ki? Ölümü böyle bir kokuyla mı kazıyacaktı zihnine? İçeriye doğru bir adım attı. İrkildi. Koridorun tam ortasında bir böcekle göz göze geldi. Bunu rahatlıkla söyleyebilirdi çünkü böcek o kadar büyüktü ki gözlerini görmek zor değildi. Elif'i gören böcek geriye dönüp hızlıca kaçtı bir deliğe. Elif aldırmadı buna. Mutfağa geçti. Oturulması için gerekli boşluğa kadar çekilmiş boş bir sandalye ve masada dilimlenmiş bir tabak portakal gördü. Neden ağlamamak için kendini tuttuğunu anlayamıyordu. Evden çıkmak için kapıya yöneldiğinde az önceki böceği yeniden gördü. İçini anlam veremediği bir huzursuzluk kapladı. Dışarıya çıkıp kapıyı kilitledi.
Hastane ve defin işlemlerini halletmişti. Bir mezar bulmuştu babasına. Oraya gömüldü babası. Otopsi yapılmasını istemedi. Yalnızlık öldürmüştü çünkü babasını, bunu biliyordu. Babasını kucağına terk ettiği yalnızlık… Otopsi sonuçlarında kendi adının görünmesinden korktu belki de…
Çok geç olmuştu ve çok yorgundu. Bu hâliyle araba süremezdi. Eve gitseydi? Babasının evine? Ev? Bir evi olup olmadığını düşündü, bazı hesaplar yaptı. Bir evi yoktu ama bir gece kalabileceği bir evi vardı. Evin kapısına geldiğinde böcek aklına geldi. Hâlâ burada mıydı acaba? Bu kadar büyük bir böcekle aynı evde kalma fikri ürküttü onu. Kapıyı açıp başını uzattı. Yan taraftaki düğmeden ışığı açtı. İrkildi. Koridorun tam ortasındaydı böcek. Biraz daha mı büyümüştü gerçekten? Girmeli miydi içeriye? Araftaydı. Evin portakal kokmadığını fark etti. Sadece büyük bir böcek vardı evde. Biraz daha hesaplar yaptı ve bu evin böceğe ait olduğu kararına vardı. Elif'in bir evi yoktu.
Geceyi bir otelde geçirmeye karar verdi. Yakınlarda gözüne kestirdiği bir otele girdi. Tek kişilik bir oda aldı, bir gecelik. 37 numaralı oda. Kapının girişindeki kart okuyucusuna oda kartını okuttu. Kapı açıldı ve kollarındaki son güç ile kapıyı itip içeriye girdi. İrkildi. Oda portakal kokuyordu ve ilerideki sehpanın üzerinde dilimlenmiş bir portakal tabağı vardı…