Dünya Dediğin

Yasemin Karabacak

Saat 7.15. Ortadan kaybolmak için biraz geç kaldım bugün. Gece hava çok güzeldi ve ben zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim. Bu bizim âlemde büyük bir hata. Ortada dolaşan insan kalabalığından olabildiğince uzak olmamız lazım. Yoksa ölürüz ama normal zamanlardan geçmiyoruz şu an ve benim az zamanım kalmıştı hissediyorum.Bir an önce küçüklere buraları tanıtmalı ve hayatta kalmalarının yollarını öğretmeliydim. Tıpkı dedem gibi.. Ah dedem. Koskoca aileden geriye ikimiz kalmıştık.Tüm ailemi otele gelen bir grup çocuğun çılgın su partisinde kaybetmiştim. Şans eseri ben dedemle otelin arka tarafındaki gizli çukurda öğlen uykusundaydık. Otele döndüğümüzde gördüğümüz manzara dehşetti. Sabah gülerek ayrıldığım herkes suların içinde; kimisi ters dönmüş vaziyette, kimi sulara kapılıp bir taraflarda şaşkın bir ifadeyle öylece ölmüştü. Dedem gözündeki yaşları bana belli etmemeye çalışarak beni hızla oradan uzaklaştırdı. Onlar için yapabileceğimiz birşey yoktu. Bu bizim kaderimizdi. Biz eceliyle ölebilen şanslılardan değildik. Çoğumuz bir insanın vahşetiyle hayatını kaybederdi.Nitekim dedemi de geçen ay otel müşterilerinden bir bayanın onu fark etmesiyle çıkan hengamede orada bulunan garsonun hızlı bir hareketiyle kaybetmiştim. Ve artık çember daralıyordu. Ben de yaşlanmıştım. Eskisi kadar çevik değildim. Her an ölebilirdim. Öldüğümüz kadar çoğaldığımız için uzaktan gelen eşe dost çocuklarına burayı tanıtmalıyım.

Ahh! Kendimi tanıtmayı unuttum. Ben bir böceğim. Aklınıza ne böceği olduğum geldi değilmi. Hep öyle oluyor çünkü. Ama söylemeyeceğim tabiki. Ben böcekgiller ailesinin herhangi bir ferdiyim ve beni önemli kılan varlığım. Siz insanlar arasında kim olduğunuz çok önemli biliyorum.Doktor olan garsona üstünlük sağlıyor mesela yada bir avukat bir öğretmenden yüksek görülebiliyor rahatlıkla. Biz ise aynıyız. Hamam böceği , sivrisinek yada başkası..Hepimiz bu dünyada eşitiz.Tek bir gayemiz var: O gün Allah'ın bize gönderdiği rızkı yiyebilmek , bize verilen görevleri ( bu kısmı insanoğlu pek bilmesede) yapabilmek -ve ölmeden eve dönebilmek.

Doğduğumdan beri bu otelde yaşıyorum. Sahibi beni bilmez ama ben onu çocukluğundan beri tanırım.Bakmayın şimdi ortalarda gerine gerine gezdiğinde babası Hasandan korkan

zavallı ezik bir çocuktu Ömer. Üstelik beceriksiz de. Hasan Ömeri sürekli eleştirir yaptığı hiçbir işi beğenmezdi. Otelde ayak altında dolaşmasından hoşlanmazdı. Nedense küçümserdi oğlunu. Ömer de bundan sebep güç bela üniversiteyi kazanıp, İzmire gitmiş bir daha da dönmemeye yemin etmişti. Orda da evli bir kadınla birlikte olduğu haberi gelince tümden silmişti Hasan Bey onu defterden. Yine de içten dertlenirdi. Tek oğluydu ne de olsa. Ama bir kez bile söylemedi oğluna bunu.Bazı geceler şu bahçedeki ağacın orda ağlar sızlanırdı. Bir tek ben duyardım.

Yaşlı adam yine böyle bir gece burda ağlarken kalp krizi ve arkasından kısmi felç geçirince koşarak gelmişti Ömer. Zaten birlikte olduğu kadınla da ayrılmış, Kordonda açtığı köfte dükkanı da batmıştı. Dönmeye sebep ararken aradığı fırsat olmuştu babasının hastalığı. İçten içe seviniyordu bir taraftan. Babası başarısız olmuş oğluna baktı : “ Hiç değişmemişsin .” dedi. “ Bunca yıl bir kere bile yüzümü güldürmedin. Bana adımı yaşatacak bir erkek torun bile veremedin.”

Sanki mecburiyetten yapıyormuşcasına bir heves otelin başına geçti Ömer. Önce otelin adını değiştirmekle başladı. Kırk yılın Yıldız Otelininin adını Portakal Oteli yaptı. Soranlara da Dörtyol'un simgesi diyordu. Otelin bahçesine de saçma bir portakal heykeli yaptırdı. O zamanlar inşaat sırasında bir çok arkadaşım telef oldu dün gibi aklımda. Bahçesinde portakal ağaçları dolu olan Dörtyol’da sahte bir heykel ne işe yarardı hiç düşünmedi bile. Babası Hasan vazgeçmişti, uzaktan düş kırıklığıyla izliyordu olanı biteni. Tuttuğunu koparan ,sıfırdan buraya gelen kendisi gibi bir adamın bu kadar başarısız oğlu nasıl olurdu aklı almıyordu.

Sonra otele yeni personel almaya karar verdi Ömer. İşe başvuranlarda aradığı tek kriter isimleri Hasan olacaktı. Ben biliyordum sebebi. Ayak altında dolaştığım için onunda kendi kendine yaptığı konuşmalardan haberdar oluyordum.” Madem adın yaşasın istiyorsun ben de burayı Hasanlarla doldurayım da gör bakalım.” “Sadece Bey Hasan yok bu dünyada. İşçisi de var kölesi de var. Adın neymiş gör.”

Böylece her güne bir Hasan buldu koydu otelin başına.Bizler için de karmaşık bir durumdu bu.Biz de çareyi Hasanların yanına işe geldikleri günleri ekleyerek hitap etmekte bulduk.

İçlerinde en sakini Pazartesi Hasan dı.Garip bir öyküsü vardı Hasanın. 5 kardeşin ortancasıydı Hasan .Kardeşleri elim bir trafik kazasında ölünce bu tek başına kalmış. Babası bir sabah ekmek aldığı fırında ‘ Askıda ekmek ‘ yazısını görmüş ve 1 ekmek bırakmıştı. Aynı gün üniversiteden gelen abisinin sürdüğü arabaya otobanda tır çarpmış ve 4 kardeşi olay yerinde can vermişti Babası kendisini hiç affetmedi.” Keşke 5 ekmek bıraksaydım da evlatlarım da yaşasaydı.” “ O gün cimrilik ettim Allah ta böyle cezalandırdı beni.” diyordu. Hasan üniversiteye gitme hayallerini kardeşleriyle beraber gömdü ve ailesini bırakmamak için orda kalmaya razı oldu.Hayallerini yaşamak için ısrar etme fikri bile ölüp gitmiş kardeşlerinin yaşayamadıklarına hakaret gibi geliyordu. Otelde ki işte ayağına gelmiş fırsattı Her sabah işe sessizce gelir tüm gün ne iş verilirse yapar.Bir gün bile söylendiğini, şikayet ettiğini görmedim. Hep mülayim ve uysal. Üstelik bunca zamandır bizden birine de zarar verdiğini görmedim. Böceklerden birini görünce hemen faraşla yada kağıtla nazikçe alır götürüp bahçeye bırakır.

Salı Hasan dünyaya çalışmak için gelmiş gibi. Sürekli yeni bir fikirle gelir Ömer beye. Sanki dünyanın sırrını bulmuşçasına bir şevkle anlatır, insanlar tepki vermeyince de hemen bozulur. Çocuk gibi dudağı titrer. Sanırsınız ki kırıldı üzüldü. Ama bir kaç saat içinde ya da en geç ertesi gün yeni baştan bir daha bulduğu fikri başlar anlatmaya. Hatta bir sefer bahçede oturan Hasan Beye de fikrini anlatmaya kalkışmıştı da çok öfkelendirmişti Ömer Beyi.

Benim en çok korktuğum Çarşamba Hasan. Sanki dünyaya küfür etmek için gelmişti. Herşeye kızar. Tüm dünya bir olmuş onu kızdırmak istiyormuş gibi davranıyor. Bir tek Ömer bey'in yüzüne bir şey diyemiyor ama ona da arkasını döner dönmez sallıyor küfürleri peşpeşe. Otelin müşterilerinden de bir kaç kez kaba davranışı yüzünden şikayet gelmişti. “ Bu son “demişti Ömer bey yüzüne geçen gün. “ Eğer çalışmak istiyorsan adam gibi dur. Yoksa çık git .” Bize de hiç tahammülü yok.Birimizle karşılaşmaya görsün ezip geçiyor. Hatta aramızdan” onu zehirleyelim.”diyenler oldu ama kabul etmedik. İnsan bilerek kötülük yapardı da bir böceğin kasten adam öldürdüğü hiç duyulmuş şeymiydi.

Perşembe Hasan! Ah nazlı çoçuk. Daha 16 yaşında.Babasıyla ve 7 kardeşiyle yaşıyormuş. Bazen onu ağacın altında dinlenip hayal kurarken görürüm. Otele gelen müşterilerle en iyi anlaşan da o. Özellikle misafir çocukları bayılır onun sohbetine. Öyle tatlı dilli ki çocuk ,yanına gelen herkes gülümseyerek ayrılır yanından. Ömer Bey bile selam vermeden yanından geçmez oldu.

Ve Cuma Hasan. Haftanın son günü gelir.Çok temiz biri. Elinde bez sürekli temizlik yapar.. Haliyle o gelince bizler ortadan kaybolur tüm gün çıkmayız yuvalarımızdan.Elinde fıs fıs tüm gün zehir saçıyor. Çocukları tembihlemişim. “Aman ha ! Sakın gitmeyin oralara.” Bizim için en acılı ölüm o zehirler. Gözlerimizin önünde sevdiklerimizin can çekişmesini görmek çok üzücü.

İşte böyle bir başladım anlatmaya çenem düştü kusura bakmayın. Yaşlılık işte. Böcek olmak böyle birşey. Bizlerin yuvası oluyor bir müddet sonra yaşadığımız yerler, seviyoruz aslında insanları. Ama dünyanın en küçük varlığı olmamız bile yetmiyor sizin bizden nefret etmenize. Kapladığımız yerden daha büyük bize olan nefretiniz.Bize de hayatta kalmak için sürekli kaçmak kalıyor , sürekli yeni yerler keşfetmemiz gerek sığınmak için. Tüm hayatımı buna harcadım ben avcumun içi gibi biliyorum buraları, tanıyorum insanları.Ve yeni böceklere anlatma zamanı.

Haydi selametle!