Son Gemi

Nur Sena Tınmaz

Bir kardeşim yok. Hiç kardeşim olmayacak. İnsanın anne babası küçükken ölürse doğmamış kardeşleri, yeğenleri hepsi birden ölmüş olur. Kimse bana amca demeyecek mesela, oysa benim en çok kullandığım kelime budur herhalde. Zaten öyle çok konuşkan değilim, gün içinde sarfettiğim kelime sayısı ikiyüzü geçmez. Bir amcamın yüzü, bir de benim yüzüm...

Çok konuşkan değilimdir, konuşmayı geç öğrendim. Öğrenince de kullanmak pek hoşuma gitmedi, hala konuşamadığımı zannedenler var bu yüzden. İstesem konuşurum ama istemiyorum işte, hem her şeyin fazlası zarardı. Hem konuşacak pek kimse yoktu. Hem konuşmak anlaşmaya yaramıyordu genelde. Anlaşmaya dair bir umut taşıyordu ama taşıdığı yük ağır gelip yolun yarısında batıyordu limana varmadan.

Hem konuşmadan da kendimi ifade edebiliyordum zaten. Bakıyordum, amcam anlıyordu hemen ne istediğimi. Bakıyordum, "şekeri uzatır mısın" diyordu gözlerim. Bakıyordum, "teşekkür ederim" diyordu gözlerim. Bakıyordum, "buradan gidelim" diyordu gözlerim. Bakıyordum, her zaman da anlamıyordu amcam ne dediğimi. Gidelim diyordum, uzaklara bakıyordum, kalkıp yürüyordum. Gidebildiğim en uzak noktaya kadar yürüyordum, anlamıyordu. Yürüyordum, suya varınca duruyordum mecburen. Oradan ileriye geçebilmek için gemiler lazımdı. Yürüyerek geçilmiyordu suyun üstünden, ben de gemiler inşa etmeye başladım. Gemileri gitmek niyetiyle inşa etmeye başlamıştım ama köyümüz kuraktı, bozkırdı, suya ihtiyacı vardı. Onları öyle bırakmaya gönlüm el vermedi. Ben de yolcu gemileri değil de yük gemileri inşa etmeye başladım. Her sabah kalkıp kahvaltımı yaptıktan sonra işe gidiyordum. Gemilerimi sabah limandan yola çıkarıyordum akşama su tankerlerini doldurup geri geliyorlardı. Köylünün bütün su ihtiyacı böyle karşılanıyordu. Kimseye bahsetmiyordum bundan, bahsetsem de inanmazlardı zaten. Sadece gördüklerine inananlara pek bi şey anlatılmazdı. Ayrıca gizliden yürütmek de hoşuma gidiyordu bu işleri, kendimi kahraman gibi hissediyordum.

İnsanlar rahatsız olmaya yer arıyorlardı, buldukları yerde de kaçırmadan her fırsatı yakalıyorlardı. Rahatsız olma ve rahatsız etme hastalığı. Ne vardı her gün işe gidiyorsam, severek yapıyordum işimi ben. Kıskandılar herhalde, çekemediler beni. Kahraman olmamı yediremediler kendilerine, el kadar çocuk dediler belki de. Ama onlar benim ne iş yaptığımı, kahraman olduğumu, kafamın içindeki tilkileri, kısaca hiçbir şeyi bilmiyorlardı ki. O zaman nereden çıkmıştı bu huzursuzluk. Amcam neden dışarı gitmeme izin vermiyordu. Bakıyordum, gözlerim dolu dolu bakıyordum amcama. Ben işe gitmezsem kıtlık olur, içecek, tarlalarımızı sulayacak, abdest alacak su bulamayız, diyordum. Amcamın okuma yazması yoktu, gözlerimi okuyamıyor doğru cevapları yazamıyordu zihninde. Günlerce evde kaldım, çok sıkıldım, "size iyilik yapanda kabahat" diye kendime kızdım. Keşke kendime kadar bir gemi yapıp çekip gitseydim buralardan. Yük gemisi, tanker felan senin neyine. Bir yandan da üzülüyordum, çünkü bu aralar yağmur da yağmaz oldu hiç. E ben de çalışamıyorum, iyice zor durumda kaldılar, görüyorum. Evdeyken de boş durmayıp gemilerin inşasını çoğalttım. Herkes kendi derdine düşünce amcam da beni unuttu, ilgelenemiyordu işten, güçten, tasadan. Topladım bütün gemilerimi, çıktım dışarıya, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm.

Yüzüme bir damla çarptı, sonra bir tane daha. Yavaştan ıslanmaya başlamıştım. Hemen eve dönmezsem sırılsıklam olup hasta olabilirdim. Gerçi bu saatten sonra eve dönersem de hasta olabilirdim, yağmur iyice hızlanmıştı çünkü. Hasta olursam amcam çok kızardı. Vazgeçtim bu düşünceden, yürümeye devam ettim. Suya vardığımda hava kararmak üzereydi. Yaptığım gemilerden onbeş tanesini yavaşça suya bıraktım. Onlar ben gittikten sonra da işlerine devam edeceklerdi, tembihlemiştim bi güzel mürettebatı. Gözüm arkada kalmıyordu bu yüzden. Bir tane gemi kalmıştı elimde, yük gemisi değildi bu. Beni uzaklara götürecek olan son gemiydi. Gemime bindim ve...

"Ahmet emmi, Ahmet emmi! Senin yeğeni bulmuşlar! Yine suyun oraya gitmiş, herhalde dengesini kaybedince de..."