Su Taşıyan Gemi

Alime Büşra Hamzayev

Bozkırın ortasında bir tepe, tepenin bir yanında köy diğer yanında da bir göl vardı. Köy oldukça kuraktı. Yağmur yağarsa su olur, yağmazsa olmazdı. Bu yüzden ahali sürekli yağmur duasına çıkardı.

Ali güneş batmaya yakın yine göle koştu. Evde kâğıttan yaptığı gemiyi göle bıraktı. Evle göl arası çok uzaktı. Bir tepe, ardından da uzunca boş bir tarlayı geçmesi gerekiyordu. Salına salına yürüdü. Hava kararmak üzereydi ki eve vardı. Ali’nin annesi, Ali henüz çok küçükken ölmüştü. Bu yüzden de Ali, babasıyla yalnız yaşıyordu. Eve geldiğinde babasını uyuduğunu fark edip derin bir oh çekti. Salondaki pencerenin önüne oturdu. Arkasına yaslanıp yüzünü tavana çevirdi. Ay ışığı, pencerenin önündeki masaya sızıyordu. Masada beyaz kalın kağıtlar vardı. Önce elleri sonra sırtı kalktı sandalyeden. Elleri uzandı masaya. Bir kâğıdı alıp gemi yapmaya başladı. Artık bu konuda ustalaşmıştı. Kâğıdı üçgen olacak şekilde katladı. Kalan dikdörtgen parçayı yırtarken tebessümle başını oynatıp ağzında bir şeyler mırıldandı. Kare parçayla gemiyi yaparken son bir aşama, kağıdın sağından ve solundan tutup çekmek kalmıştı. Elleriyle kağıdı kaldırdı yukarı. Çekti. Şak diye gemi ortaya çıktı. Her böyle olduğunda içi kıpır kıpır olur, heyecanlanırdı Ali. Yine öyle oldu. Güldü. Ses çıkmasın diye eliyle ağzını kapattı, ki zaten çıkamazdı. Doğruca odaya gitti. Gemiyi babasının namaz kıldığı seccadenin üzerine koydu. Koltuğa kıvrılıverdi. Ay ışığı anne olup ninni mırıldanırken Ali’nin yüzünde, o da yaptığı gemiye baka baka uykuya daldı.

Gün doğdu. Perdeler sabah rüzgarının dans davetini kabul etti. Horozlar alarm olup öttü. Ali’nin babası uyandı. Horozların sesini telefon alarmı sanıp telefonu kapattı. Biraz daha yatakta kaldıktan sonra mutfağa gitti. Kahvaltı hazırladı. Çayı masaya koyup Aliye seslendi: “Kahvaltı hazır, hadi gel. Kahvaltıı…” Bir anda dank etti. Ali laldi. Babası, nerede bu çocuk deyip odasına gitti. Ali çoktan kalkıp yüzünü yıkamış aynalı dolabın açık kapağı karşısında saçını düzeltiyordu. Fakat dalmış olmalı ki babasını görmedi. Babası dolabı kapattı. Göz göze geldiler. Omzunu sıvazladı Ali’nin. Mutfağa gittiler. Yağda yumurta yapmıştı babası. Ali’nin en sevdiği. Çayla yiyip kalktılar.

Babası tarla tapan ile uğraşırken Ali elinde gemisiyle sıyrılıverdi kapıdan. Mahalledeki çocuklardan birin bisikletini ödünç alıp yola koyuldu. Bir yere kadar bisikletle gidilebiliyordu. Köyün sonundaki çeşmede durdu. Bisikleti kenara bırakıp, suyunu içti. Eline yüzüne de bir su çarpıp yürümeye başladı. Az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti. Sonunda göle vardı. Her zamanki gibi önce birkaç taş attı göle. Dalga oluşunca da gemiyi bıraktı. Biraz ardından baktı. Sonra kalkıp geri döndü. Çeşmede teyzeler su dolduruyordu. Evlerin önünde bahçelerini sulayan amcalar vardı. Hepsini inceleye inceleye bekledi. Çeşmenin önü boşalınca bir abdest aldı. Ayaklarını güzelce yıkadı. Yüzünden bu sıcakta ne kadar terlediği görünüyordu. İyice yıkadı her uzvunu. Sonra bisiklete binip caminin oraya geldi. Bisikleti çocuklara verdi. Çocuklarda buna çekirdek verdi. Biraz orada oyalandı. Çekirdek çitledi. Babası onu çocuklarla oynuyor sansın diye üstüne başına kum serpti.

Babası tarladaki işi bitince kahveye gitti. Masada dört beş kişiyle sohbet ederken laf döndü dolaştı Ali’ye geldi. Babası bu durumdan hiç haz etmesede çaktırmadı. İçlerinden biri “Ali demişken kaç gündür Ali’yi köyün dışına giderken görüyorum elinde de hep kâğıttan gemi oluyor? Senin haberin var mı, nereye gidiyor? Bir takip etsene!” dedi. Diğerleri de birbiriyle anlaşmışcasına “Sen peşine düşmezsen biz düşeriz” dediler. Babasının iyice canı sıkılınca “Ben konuşurum.” deyip, evine döndü. Ali’ye çaktırmadı. Ertesi sabah, kahvaltı yaptılar. Ali masadan kalkıp dışarı çıkacak oldu. Babası tuttu. “Nereye gidiyorsun ha, nereye? Doğru odana git. Dışarı çıkmak yok.” deyip, elinden gemiyi aldı. Ali donakaldı. Hiç beklemiyordu. Babası kapıyı kapatıp bahçeye çıktı. Hortumu çıkardı. Yine her yer sararmış, ağaçlar sıcaktan yanmak üzere olmuştu. Gitti vanayı açtı. Fakat su gelmedi. Biraz daha açtı. Belki azalmıştır su diye düşündü ama su yine gelmedi. Sinirlendi. Hortumu attı. Mahalleli sokağa çıkıp birbirine sormaya başladı. Hiç kimsenin evinde su yoktu. Su azalırdı arada ama uzun zamandır böyle kesildiği görülmemişti. İmam öğle namazında toplanmaları için ahaliye anons geçti. Babası Ali de duaya gelsin diye kapıyı açıp seslendi. Kendi çıktı, camiye gitti.

Ali evde kâğıtları aradı, bulamadı. Babası saklamış olmalıydı. Aklına sedirin altına sakladığı kâğıt geldi. Bu kâğıtta Ali’nin duaları yazıyordu. Kendisinin annesine kavuşma, köyün suya kavuşma duaları. Çünkü doğduğu günden beri Ali’nin gündeminde yalnızca annesi ve köyün su sorunu vardı. Yaşam susuz olamazdı. Ali de annesiz yaşayamazdı. Babası Ali’yi annesiz bırakmaya çalıştığında köy de susuz kalmıştı. Bunu bir Allah bir de Ali biliyordu. Gitti odaya. Kağıdı alıp gemi yaptı. Koşa koşa göle gitti. Gölde de su biraz çekilmişti. Eliyle uzandı suya. Etrafta taş bulamayınca eliyle dalga yaptı. Dalga yaptıkça güneşin ışınları Ali’ye, sanki annesini gösteriyordu. Gözyaşları döküldü göle. Bir anda ezan sesleri duyuldu her bir yandan. İrkildi Ali. Koluyla gözlerini sildi. Cebinden gemiyi çıkarıp suya bıraktı. Annesini alıp götüren su, köye rahmet olacaktı ki oldu da. Köye dönerken çeşmede suyun aktığını gördü. Hem de şarıl şarıl akıyordu. Caminin orada babasıyla karşılaştı. Etraftan herkes yine “Nereye gitti bu çocuk, bir sahip olamıyorsun el kadar çocuğa.” derken. Ali korktu. Babası ya ona yine ceza verirse diye. Fakat babası dizlerini kırdı. Ali’ye sarıldı bu kez. Ali mutluluktan ağlamaya başladı. Ali anladı. Yalnız Ali bir de Allah değilmiş bilen, aksine babası da bu kervandaymış.

Alime Büşra İnce