Kalandan Gidenler

Hacer Noğman

Kâğıttan gemiyi durgun suyun üzerine bıraktım. Süzüle süzüle uzaklaştı. Ardından baktım. Yaptığım tek şey bakmaktı; yalnızca bakmak. Ona yüklediğim onca şeyi görmezden gelerek...

Buraya, taşıyamadıklarımı bırakmak için geldim. Sabah namazından sonra güneşin doğuşunu beklemiş ve kimseye görünmeden gelmiştim. Sabaha kadar dirhem uyku girmedi gözüme. Değecekti ama. Değsin istiyorum çünkü. Bunca zamandır taşıdığım bu yük hayli ağır geliyordu bana. Hafiflememin zamanı gelmişti de geçiyordu bile.

Vakit gece yarısını geçmişti. Gaz lambasının ışığıyla yatağımda oturuyordum. Gaz kokusu odada süzülürken perdelere ilişiyordu. Yıllardır sakladığım gazeteyi çıkardım. 26 Ekim 1993 tarihine baktım birkaç dakika. Yutkundum. Bakışlarımı canlandırdım, oraya buraya bakış attım. Gözlerime dikenler batmıştı sanki. Boğazımı temizledim. Ayak uçlarımdan başıma doğru çıkan şeylerin boğazımda takılıp bir adem almasına dönüşünü hissettim. Adları neydi bu şeylerin bilmiyorum. Birden fazla şey miydi bunlar, onu da bilmiyorum. Bilmenin ne ehemmiyeti vardı ki.

Tekrar yutkundum. Hareket etmiyordu o şey. Ya da şeyler. Dedim ya, neydi bilmiyorum. Ama koca bir yumruydu. Hissettiğim buydu yalnızca.

Saman kâğıdından olan gazetenin ilk sayfasını yavaşça yırttım. Katladım. Bir daha ve bir daha. Birkaç defa daha. Bir gemi yaptım. Geminin görünen yüzeyinde o tarih vardı. 26 Ekim 1993. Boğazıma parmak salıp o yumrunun dışarı çıkması için öğürdüm. Ne idüğü belirsiz bir duygudan başka bir şeye benzemiyordu. Geminin herhangi bir yerine sıkıştırdım onu. Boğazımdaki gibi değildi sanki; yerini yadırgamamıştı. Fakat adını koyamadım. Yalnızca kolaylıkla yutkunabildim. Bu bile iyi hissettirdiyse nasıl bir duyguydu, kim bilir.

Gaz kokusu tekrar kendini hissettirdi. Derin bir iç çekişin ardından cebimdeki anıları çıkardım. O günden beri olan biteni sıkıştırdığım cebimde ne var ne yok hepsini çıkardım. Anıları tek tek yerleştirdim gemiye. Kâh öyle kâh böyle ne varsa… Bir gidişin ardında kalan anılar, nezdinizde ne olabilirse onlardan işte. Yıllar geçti üzerlerinden fakat kâh öyle kâh böyle demek bile yetiyor. Sadece bu birkaç kelime geçen yılları çekip içine alıyor. Zaman mıdır bize böyle kolayca, ahkâm keser gibi geçmişi birkaç kelimeye sığdırma lüksü veren? İnsanoğlu ahkâm kesmek için kendi acısını bile kullanıyorken, zaman denen şeye yüklenme konusunda niçin geri kalsın? Ne acayip mahlûkatız biz.

Anılarım gemide sıkış tepiş oldu. Pek yadırgadılar yerlerini. Onları görmezden geldim. Nicedir bana yük oluşunuz yetmedi mi? Yapacak bir şeyim yoktu, sabah olmasını beklemekten başka. Kâğıttan gemiyi sehpaya bıraktım. Keyifsizce bana bakıyordu gemi. Aldırmadım. Elim gaz lambasına gitti. Lambanın duvarda oluşturduğu silüetim yavaş yavaş kayboldu. Yattım. Rutubet kokusunu içime çektim. İç çekişlerim sabahın habercisiydi.

Ezanları duyunca dikeldim, ayaklandım. Yatağımın yanındaki sehpanın üzerinde elimi gezdirdim. Kâğıt parçasına dokundum, irkildim. Kâğıttan ibaret olmadığını fark edişim birkaç saniyemi aldı. Elimi sehpada gezdirmeye devam ettim. Kibriti buldum, bir tane çıkarıp çaktım. Gaz lambasının ışığı yavaşça odada süzüldü. Silüetim tekrar boy gösterdi rutubetin kaynağı olan duvarda. Pencereye ilerledim, perdeyi araladım. Evlerin pencerelerinden süzülen loş ışıklara baktım. Perdeyi eski haline getirdim.

Gün ağarmaya başlarken çıktım evden. Keskin ayaz yüzüme vuruyordu. Alnımın ortası uyuşuyordu sanki. Yürüdüm. Süratimi kesmeden, elimde kâğıttan gemi, çakıllara sertçe basa basa. Gemidekiler düşer korkusuyla pek dikkatli tutuyordum onu. Etrafta kimsecikler yoktu. Birkaç horozun sessizliği bölmesinden başka hiçbir hayat belirtisi de....

Vardım. Önümde koca su birikintisi. Sonu var mı bilmiyorum. Ama buradan, sonuna dair bir şey görünmüyor. Bu iyi işte. Geminin gidecek bir yeri olacağını bilseydim böyle rahatlıkla bırakamazdım onu.

Suyu yalayarak yüzüme çarpan soğuk rüzgâra aldırmadım. Süzüle süzüle giden o geminin ardından yalnızca baktım. Bir kâğıt parçası. Dahası yok. İçindekiler sadece benden ibaret. O günün benden götürdüğünü sandığım her şeyin hâlâ bende olduğunun farkındaydım. Bunca yıl böyle zahmetli yaşamanın başka bir açıklaması yoktu gözümde. O gün dediğim, ne bir insanı aldı sadece benden ne de başka bir şey. Yüklemek, her şeyi bir güne yüklemenin büyük bir aptallık olduğunu fark etmem yıllarımı mı aldı, hayır. Fakat nasıl olmasın ki insan, yükü bir güne bile yıkmasın. Hadi canım, buna itiraz edeceklere koca bir kahkaha atarım. Bugünden sonra ben de kahkaha atılacaklar kervanına katılıyorum. O zamandan bu yana ne geldiyse benimle, hepsini o güne geri gönderiyorum. Geriye yalnızca arıtılmış hâller bırakıyorum. Yokluk ve sade bir acıdan başkası değil artık yoldaşım.