"Ah Necmi! Ulan Necmi! Seni bir elime geçirirsem, eşek sudan gelinceye kadar… Bir elimde kızılcık, bir elimde ustura, ben biliyom sana neydeceğimi…"
Diye sesler yükseliyordu berberden. Zavallı Necmi yine yakalanmış amcasının radarına. Belli ki üç gün önce aşırdığı jölelerin yokluğu şimdi anlaşılmış. Deli Hüsrev de sesi mahallede dedikoduya karışsın, dalga dalga yayılsın da Necmi duyup dükkâna gelsin diye inletiyor ortalığı.
"Ulan Kirpi Necmi, senin o saçlarını tek tek yolmaz mıyım. Yengen bile elimden alamayacak seni."
"Emmii, he buyur geldim. Yav ne bağırıp duruyon, görmüyon mu bütün sokak seni dinliyo. Beş dakka fırına kadar gidip geldim. Bak simit aldım sana da."
"Ulan Necmi, sanki ben bilmiyom neye fırının etrafında dolandığını. Sen onu bırak şimdi. Daha geçen hafta burda on kutu jöle vardı, ne olmuşsa üç tanesi uçmuş gitmiş. Ne ettin onları?"
"Emmi ne etcem, bilmiyon mu bu gençler beni görüp özeniyo, her saçını kestiren de, Necmi ağabey benim saçları da dikiver yukarı diyo. Eh, saç dike dike bizim jöleler su gibi akıp gidiyo."
"Utanmasan milletin kafasını jöleyle yıkayacan zaten. Nereden geliyosa bu bolluk bereket, sanırsın babasının dükkanı."
Sanmazsın emmi, sanmazsın diye geçirdi içinden Necmi. Nasıl babamın dükkanı olduğunu düşüneyim ki, hiç unutturuyor musun yetimliğimi, dedi bakışlarıyla. Zavallı Necmi, yıllardır şu eski dükkanın sahibi olacağı günü düşleyerek yaşamıştı. Kendine bir çırak bulacağı, onu azarlayıp itip kakacağı günü bekleyerek çıraklık etmişti bu dükkanda. Gün gelecekti ve Kirpi Necmi, yirmi beş yaşındaki çırak Necmi, bir anda patronluğa terfi edecekti. Gün gelecekti sokaktaki tüm esnaf Necmi Ağa diyecekti, fırıncı Nurten, kızı Ayten'i yâr edecekti ona. Ah hepsinin günü gelecekti de işte… Sahi o gün nasıl gelecekti? Amcası ölse yengesi her şeyi satıp savar terk ederdi el gördüğü bu memleketi. Oğlu sahip çıkar dükkana desem, yıllardır büyük şehirde tahsil görüyor, gelip baba mesleği yapacak değil ya. O da kesin annesine uyar, satar burayı. Necmi hep en iyisi amcamın emekli olması, derdi zaten. O kıyamaz dükkanına başkasının yerleşmesine, elini ayağını da çekemez, kesin bana bırakır, derdi. Fakat amcasının bırakın dükkanı devretmeyi, Necmi'yi adam yerine koymaya bile niyeti yoktu.
Amcası "Necmi havluları ne ettin?" diye kükreyince düşüncelerinin içinden bir hışımla çıktı Necmi. Önünde dikilen adamın kızaran yüzüne baktı, dayanamadı, koca göbeğine indirdi bakışlarını.
"Neyi emmi?" Dedi, sesimdeki titremeyi müşteri fark etti mi acaba, diye düşünüyordu.
"Havlular! Havlular! Hani ya asmamışsın tele."
"Haa havlular, e astım nasıl yoklar." Diye cevap verdi, o an bakışları camın arkasındaki tele gitti. Havlular yoktu. Necmi gözlerini kapatıp açtı. Havlular yoktu. Necmi'nin başından kazan kazan kaynar sular döküldü. Oğlan ecelin kapıdan içeri girdiğini görür gibi oldu, yüzünün beti benzi attı. Sabah havluları yıkamadığını hatırladı. Ayten'i fırına giderken görünce peşine takılıvermişti. Berberi de öylece bırakıp gitmişti. Nasıl böyle bir saflık ettiğini o bile anlamadı. Yaktın bizi Ayten.
"Ulan Necmi, gözlerin çıksın yıkamadın mı sabah havluları?"
"Emmi unutmuşum."
"Ne demek unutmuşum."
"Emmi kusura kalma hemencecik yıkar atarım."
"Atarsın ya atarsın tabii, görüyon de mi Mahmut" dedi koltukta bekleyen adama bakarak.
"Sen besle, büyüt, bu yaşa getir, insan yerine koyup koca dükkanı emanet et, o ise iki havlu yıkamaya üşensin. Sen anca kirpi gibi dolanıp dur. Yok yok hata bende, senden adam olmayacağı belliydi zaten. Abimin emaneti diye yüzüne baktık, bir yüzümüze tükürmediğin kaldı."
Necmi laf mı işitiyor, hançer mi yiyor, zehir mi içiyor bilemedi. Her zamanki Deli Hüsrev işte sus oğlum, bir de dayak mı yicen bu yaşta dedi. Sus, dedi içindeki kirpiye, sakın çıkarma dikenleri. Kendine sus diye diye dizginlemeye çalıştı cevaplarını. Ama yok, bu her zamanki Deli Hüsrev değildi. Bu seferki bambaşkaydı, bu hâle deli denmezdi, gözü dönmüş denirdi, dinsiz imansız denirdi hayvan denirdi belki de ama amca hiç denmezdi. Ama dedi. Af dilenmekten başka bir çare göremedi.
"Emmi affet, hemen yıkarım." Diyerek yerdeki poşete sarıldı.
"Hava da bir sıcak, bir sıcak… Senin terin kurumadan kurur havlular."
"Yook yok böyle olmayacak. En iyisi ne biliyon mu Mahmut? En iyisi tamamen bırakmak bu dükkanı. Kendime bu yaştan sonra boş yere çile çektiriyom."
"Doğru diyon" diyerek yaşam belirtisi gösterdi Mahmut. Dinlendiğini anlayan Hüsrev depoyu fulleyerek devam etti.
"Ben diyom ki işten elimi ayağımı çekeyim. Bu Kirpi'ye edeceğim babalığı yeterince ettim. Dükkanın başında durup buna çobanlık edeceğime, evimde yan gelip yatarım."
Necmi duyduklarına inanamadı. Amcası dükkanı bırakmaktan mı bahsediyordu, yoksa o mu yanlış duyuyordu? Buna yedi cihan bir araya gelse inanmazdı ama ya bu sefer kulakları doğru işittiyse, ya bu sefer feleğin çarkı onun yüzünün güleceği yerde durduysa… Amcam sahiden arkasını dönüp gitsin ben de bugünü bayram etmez miyim kendime, dedi. Her yıl bugün kurban kesip ahaliye dağıtmaz mıyım?
"Eee artık yaş geldi geçiyor Mahmut. Çoluk çocuk da benim kestiğim saçı beğenmez oldu. Jöleye para yatırmaktan da iflahım kurudu. Bırakmak lazım artık."
Deli Hüsrev'in hayatında ilk defa ağzından bal damlıyordu. Necmi bu sefer sahiden köşeyi dönmüştü, dükkan ona kalacaktı. Gözleri ışıl ışıl oldu oğlanın, dudakları yayıldı, gamzeleri çıkıverdi. Oğlanın iç sesi yüzünün aldığı şekilden o kadar net okunuyordu ki. "Hemen bu akşam Ayten'i isterim, yaza da nikahı kıyarız. Kıyarız tabii benden iyisini mi bulacak, koskoca berber adamım sonuçta. Kaloriferli bir daire tuttum mu, gel de değme keyfimize." Diyordu. Necmi, kabardıkça kabarıyordu. Yıllardır suladığı hayalleri meyve vermiş de gururla bu hasadı topluyor gibiydi. Kirpi Necmi aha da bugün senin bayramın, diyordu. Tabii bayramdı, hem amcasından kurtuluyordu, hem işinin patronu oluyordu, hem Ayten'ine kavuşuyordu. Bu haberin ardından dükkandaki aynalarda pek bir yakışıklı gördü kendini. Boyu posu da yerindeydi, damatlık pek yakışırdı. Hele Ayten, Ayten her bir şeyden daha çok yakışırdı ona.
"Mahmut, ben diyom ki bu dükkandan elimi ayağımı çekeyim."
"Doğru diyon Hüsrev."
"Doğru diyon emmi."
"Eh gözüm arkada da kalmasın diyom. Bu devirde işi bilen adam bulmak zor. Öyle yabancıya devretmek olmaz."
"Doğru diyon Hüsrev"
"Ağzından bal damlıyo emmi."
"Bizim oğlan da büyüdü."
"Büyüdüm emmi."
"E okulu da bitiyo bu yıl."
"Ne okulu emmi?"
"Ben diyom ki, burayı satayım."
"Ne satması emmi?"
"Bizim oğlan bu yıl avukat çıkacak, buranın parasıyla şehirde güzel bir büro açarız ona."
"Doğru düşünmüşsün Hüsrev."
"Ne ettin emmi?"
Kirpi Necmi, oracıkta put gibi kalıverdi. Ellerinden bir şeyler düştü sandı yere, bomboş avuçlarına baktı. Bir şeyler başına yıkıldı ama o hangi umudun enkazı altında kaldığını bilemedi. Yirmi beş yıl… Yirmi beş yıl terfi etmeyi beklemişti; çıraklıktan ustalığa, kirpilikten berberliğe, yeğenlikten evlatlığa… Şimdi bunca yıl sonunda bırakın terfiyi, beğenmediği her şeyin tezkeresini almıştı. Amcası bu dükkanı satacaktı. Onca çekilen çile, yutulan onca hakaret… Bu eski dükkan satılsın diye miydi? Necmi elleri boş kalsın, işsiz kalsın diye miydi?
"Necmi! Git yeni bir havlu aç, bir de usturamı getir bana. Mahmut'a son kez bir kıyak geçeyim. Bak Mahmut, şimdiden diyeyim, ileride beni çok arayacaksın."
"Necmi! Kime diyom ben usturayı getir."
"Ula Necmi ne mal mal yüzüme bakıyon? Getir şu usturayı."
"Peki emmi."
Necmi cevap verirken bunun amcasına son baş eğişi olduğunu biliyordu. Son kez peki dediğinin farkındaydı. Az önce Ayten'e veda ettiğini biliyordu. Yavaş yavaş kanı buz kesiyordu. Kafasının içinde geçmiş ve geleceğe dair ne varsa firar ediyordu. Ve hepsinin yerini sadece bir şey alıyordu. Bir şey, onun bütün beynini doldurup hareketlerini komuta ediyordu. Bir şey ona vazgeçmekten korktuğu her şeye sırtını döndürüyordu. Bir düşünce onu usturaya doğru yürütüyordu. Parmakları, usturayı kavrarken yine o düşünceye sığınıyordu.
Mahmut, masada oturuyordu, amcası adamın yüzünü köpüklüyordu. Necmi sakin sakin yürüyordu. Hiç ses yoktu, herkes susmuştu. Sokaktan tek bir araba bile geçmiyordu. İşin kötüsü Necmi'nin iç sesi susmuştu, bundan sonrasını o da düşünmüyordu. Gelip amcasının arkasında durdu. Aynadaki kendiyle göz göze geldi ve karşısındaki saf çocuğa veda etti.
Sessizlik bölündü."Necmi usturayı ver." Dedi amcası. Necmi kafa salladı. Bir daha pekii demeyecekti. Usturayı Deli Hüsrev'in boynuna dayadı. Bir çizik… Bir çizik daha… Son bir çizik daha…
"Aaa unuttum havlu da istemiştin de mi?"
Deli Hüsrev dehşete kapılmış bakışları ile yığılırken Necmi yerdeki poşete uzanıp kirli bir havlu aldı. Amcasının kanlar içindeki boynuna bastırdı.
"Şimdi oldu emmi. Şimdi oldu."
"Şimdi oldu. Şimdi oldu. Ne oldu Necmi? Allah belanı vermesin senin böyle rüya mı olur Necmi? Uyan. Aç gözlerini. İnsan rüyasında katil olur mu Necmi? Ohh be! Neyse ki rüyaydı Necmi. Neyse ki rüyaydı Necmi. Kalk yerinden de dükkanı aç Necmi."
***
"Ah Necmi! Ulan Necmi! Seni bir elime geçirirsem, eşek sudan gelinceye kadar… Bir elimde kızılcık, bir elimde ustura, ben biliyom sana neydeceğimi…"
Diye sesler yükseliyordu berberden. Zavallı Necmi yine yakalanmış amcasının radarına. Belli ki üç gün önce aşırdığı jölelerin yokluğu şimdi anlaşılmış. Deli Hüsrev de sesi mahallede dedikoduya karışsın, dalga dalga yayılsın da Necmi duyup dükkana gelsin diye inletiyor ortalığı.
"Ulan Kirpi Necmi, senin o saçlarını tek tek yolmaz mıyım. Yengen bile elimden alamayacak seni."
"Emmii, he buyur geldim. Yav ne bağırıp duruyon, görmüyon mu bütün sokak seni dinliyo. Beş dakka fırına kadar gidip geldim. Bak simit aldım sana da."
"Ulan Necmi, sanki ben bilmiyom neye fırının etrafında dolandığını. Sen onu bırak şimdi. Daha geçen hafta burda 10 kutu jöle vardı, ne olmuşsa üç tanesi uçmuş gitmiş. Ne ettin onları?"
"Emmi ne etcem, bilmiyon mu bu gençler beni görüp özeniyo, her saçını kestiren de, Necmi ağabey benim saçları da dikiver yukarı diyo. Eh, saç dike dike bizim jöleler su gibi akıp gidiyo."
"Utanmasan milletin kafasını jöleyle yıkayacan zaten. Nereden geliyosa bu bolluk bereket, sanırsın babasının dükkanı."
Sanmazsın emmi, sanmazsın diye geçirdi içinden Necmi. Nasıl babamın dükkanı olduğunu düşüneyim ki, hiç unutturuyor musun yetimliğimi, dedi bakışlarıyla. Zavallı Necmi, yıllardır şu eski dükkanın sahibi olacağı günü düşleyerek yaşamıştı. Kendine bir çırak bulacağı, onu azarlayıp itip kakacağı günü bekleyerek çıraklık etmişti bu dükkanda. Gün gelecekti ve Kirpi Necmi, yirmi beş yaşındaki çırak Necmi, bir anda patronluğa terfi edecekti. Gün gelecekti sokaktaki tüm esnaf Necmi Ağa diyecekti, fırıncı Nurten kızı Ayten'i yâr edecekti ona. Ah hepsinin günü gelecekti de işte… Sahi o gün nasıl gelecekti? Amcası ölse yengesi her şeyi satıp savar terk ederdi el gördüğü bu memleketi. Oğlu sahip çıkar dükkana desem, yıllardır büyük şehirde tahsil görüyor, gelip baba mesleği yapacak değil ya. O da kesin annesine uyar, satar burayı. Necmi hep en iyisi amcamın emekli olması, derdi zaten. O kıyamaz dükkanına başkasının yerleşmesine, elini ayağını da çekemez, kesin bana bırakır, derdi. Fakat amcasının bırakın dükkanı devretmeyi, Necmi'yi adam yerine koymaya bile niyeti yoktu.
Amcası "Necmi havluları ne ettin?" diye kükreyince düşüncelerinin içinden bir hışımla çıktı Necmi. Önünde dikilen adamın kızaran yüzüne baktı, dayanamadı, koca göbeğine indirdi bakışlarını.
"Neyi emmi?" Dedi, sesimdeki titremeyi müşteri fark etti mi acaba, diye düşünüyordu.
"Havlular! Havlular! Hani ya asmamışsın tele."
"Haa havlular, e astım nasıl yoklar." Diye cevap verdi, o an bakışları camın arkasındaki tele gitti. Havlular yoktu. Necmi gözlerini kapatıp açtı. Havlular yoktu. Necmi'nin başından kazan kazan kaynar sular döküldü. Oğlan ecelin kapıdan içeri girdiğini görür gibi oldu, yüzünün beti benzi attı. Sabah havluları yıkamadığını hatırladı. Ayten'i fırına giderken görünce peşine takılıvermişti. Berberi de öylece bırakıp gitmişti. Nasıl böyle bir saflık ettiğini o bile anlamadı. Yaktın bizi Ayten.
"Ulan Necmi, gözlerin çıksın yıkamadın mı sabah havluları?"
"Emmi unutmuşum."
"Ne demek unutmuşum."
"Emmi kusura kalma hemencecik yıkar atarım."
"Atarsın ya atarsın tabii, görüyon de mi Mahmut" dedi koltukta bekleyen adama bakarak.
"Sen besle, büyüt, bu yaşa getir, insan yerine koyup koca dükkanı emanet et, o ise iki havlu yıkamaya üşensin. Sen anca kirpi gibi dolanıp dur. Yok yok hata bende, senden adam olmayacağı belliydi zaten. Abimin emaneti diye yüzüne baktık, bir yüzümüze tükürmediğin kaldı."
Necmi laf mı işitiyor, hançer mi yiyor, zehir mi içiyor bilemedi. Her zamanki Deli Hüsrev işte sus oğlum, bir de dayak mı yicen bu yaşta dedi. Sus, dedi içindeki kirpiye, sakın çıkarma dikenleri. Kendine sus diye diye dizginlemeye çalıştı cevaplarını. Ama yok, bu her zamanki Deli Hüsrev değildi. Bu seferki bambaşkaydı, bu hâle deli denmezdi, gözü dönmüş denirdi, dinsiz imansız denirdi hayvan denirdi belki de ama amca hiç denmezdi. Ama dedi. Af dilenmekten başka bir çare göremedi.
"Emmi affet, hemen yıkarım." Diyerek yerdeki poşete sarıldı.
"Hava da bir sıcak, bir sıcak… Senin terin kurumadan kurur havlular."
"Yook yok böyle olmayacak. En iyisi ne biliyon mu Mahmut? En iyisi tamamen bırakmak bu dükkanı. Kendime bu yaştan sonra boş yere çile çektiriyom."
"Doğru diyon" diyerek yaşam belirtisi gösterdi Mahmut. Dinlendiğini anlayan Hüsrev depoyu fulleyerek devam etti.
"Ben diyom ki işten elimi ayağımı çekeyim. Bu Kirpi'ye edeceğim babalığı yeterince ettim. Dükkanın başında durup buna çobanlık edeceğime, evimde yan gelip yatarım."
Necmi duyduklarına inanamadı. Amcası dükkanı bırakmaktan mı bahsediyordu, yoksa o mu yanlış duyuyordu? Buna yedi cihan bir araya gelse inanmazdı ama ya bu sefer kulakları doğru işittiyse, ya bu sefer feleğin çarkı onun yüzünün güleceği yerde durduysa… Amcam sahiden arkasını dönüp gitsin ben de bugünü bayram etmez miyim kendime, dedi. Her yıl bugün kurban kesip ahaliye dağıtmaz mıyım?
"Eee artık yaş geldi geçiyor Mahmut. Çoluk çocuk da benim kestiğim saçı beğenmez oldu. Jöleye para yatırmaktan da iflahım kurudu. Bırakmak lazım artık."
Deli Hüsrev'in hayatında ilk defa ağzından bal damlıyordu. Necmi bu sefer sahiden köşeyi dönmüştü, dükkan ona kalacaktı. Gözleri ışıl ışıl oldu oğlanın, dudakları yayıldı, gamzeleri çıkıverdi. Oğlanın iç sesi yüzünün aldığı şekilden o kadar net okunuyordu ki. "Hemen bu akşam Ayten'i isterim, yaza da nikahı kıyarız. Kıyarız tabii benden iyisini mi bulacak, koskoca berber adamım sonuçta. Kaloriferli bir daire tuttum mu, gel de değme keyfimize." Diyordu. Necmi, kabardıkça kabarıyordu. Yıllardır suladığı hayalleri meyve vermiş de gururla bu hasadı topluyor gibiydi. Kirpi Necmi aha da bu gün senin bayramın, diyordu. Tabii bayramdı, hem amcasından kurtuluyordu, hem işinin patronu oluyordu, hem Ayten'ine kavuşuyordu. Bu haberin ardından dükkandaki aynalarda pek bir yakışıklı gördü kendini. Boyu posu da yerindeydi, damatlık pek yakışırdı. Hele Ayten, Ayten her bir şeyden daha çok yakışırdı ona.
"Mahmut, ben diyom ki bu dükkandan elimi ayağımı çekeyim."
"Doğru diyon Hüsrev."
"Doğru diyon emmi."
"Eh gözüm arkada da kalmasın diyom. Bu devirde işi bilen adam bulmak zor. Öyle yabancıya devretmek olmaz."
"Doğru diyon Hüsrev"
"Ağzından bal damlıyo emmi."
"Bizim oğlan da büyüdü."
"Büyüdüm emmi."
"E okulu da bitiyo bu yıl."
"Ne okulu emmi?"
"Ben diyom ki, burayı satayım."
"Ne satması emmi?"
"Bizim oğlan bu yıl avukat çıkacak, buranın parasıyla şehirde güzel bir büro açarız ona."
"Doğru düşünmüşsün Hüsrev."
"Ne ettin emmi?"
Kirpi Necmi, oracıkta put gibi kalıverdi. Ellerinden bir şeyler düştü sandı yere, bomboş avuçlarına baktı. Bir şeyler başına yıkıldı ama o hangi umudun enkazı altında kaldığını bilemedi. Yirmi beş yıl… Yirmi beş yıl terfi etmeyi beklemişti; çıraklıktan ustalığa, kirpilikten berberliğe, yeğenlikten evlatlığa… Şimdi bunca yıl sonunda bırakın terfiyi, beğenmediği her şeyin tezkeresini almıştı. Amcası bu dükkanı satacaktı. Onca çekilen çile, yutulan onca hakaret… Bu eski dükkan satılsın diye miydi? Necmi elleri boş kalsın, işsiz kalsın diye miydi?
"Necmi! Git yeni bir havlu aç, bir de usturamı getir bana. Mahmut'a son kez bir kıyak geçeyim. Bak Mahmut, şimdiden diyeyim, ileride beni çok arayacaksın."
"Necmi! Kime diyom ben usturayı getir."
"Ula Necmi ne mal mal yüzüme bakıyon. Getir şu usturayı."
"Peki emmi."
Necmi cevap verirken bunun amcasına son baş eğişi olduğunu biliyordu. Son kez peki dediğinin farkındaydı. Az önce Ayten'e veda ettiğini biliyordu. Yavaş yavaş kanı buz kesiyordu. Kafasının içinde geçmiş ve geleceğe dair ne varsa firar ediyordu. Ve hepsinin yerini sadece bir şey alıyordu. Bir şey, onun bütün beynini doldurup hareketlerini komuta ediyordu. Bir şey, ona vazgeçmekten korktuğu her şeye sırtını döndürüyordu. Bir düşünce onu usturaya doğru yürütüyordu. Parmakları, usturayı kavrarken yine o düşünceye sığınıyordu.
Mahmut, masada oturuyordu, amcası adamın yüzünü köpüklüyordu. Necmi sakin sakin yürüyordu. Hiç ses yoktu, herkes susmuştu. Sokaktan tek bir araba bile geçmiyordu. İşin kötüsü Necmi'nin iç sesi susmuştu, bundan sonrasını o da düşünmüyordu. Gelip amcasının arkasında durdu. Aynadaki kendiyle göz göze geldi ve karşısındaki saf çocuğa veda etti.
Sessizlik bölündü. "Necmi usturayı ver." Dedi amcası. Necmi kafa salladı. Bir daha pekii demeyecekti. Usturayı Deli Hüsrev'in boynuna dayadı. Bir çizik… Bir çizik daha… Son bir çizik daha…
"Aaa unuttum havlu da istemiştin de mi?"
Deli Hüsrev dehşete kapılmış bakışları ile yığılırken Necmi yerdeki poşete uzanıp kirli bir havlu aldı. Amcasının kanlar içindeki boynuna bastırdı.
"Şimdi oldu emmi. Şimdi oldu."
"Şimdi oldu. Şimdi oldu. Ne oldu Necmi? Allah belanı vermesin senin böyle rüya mı olur Necmi? Uyan. Aç gözlerini. İnsan rüyasında katil olur mu Necmi? Ohh be! Bu sefer rüya değilmiş Necmi. Bu sefer rüya değilmiş Necmi. Ellerine sağlık Necmi. Ellerine sağlık Necmi. Kalk yerinden de kaç Necmi."