Not: Ek zorluğu uygulamaya çalıştım. Tam anlamıyla uygulamadım.
DİKEN TOPU
5 Aralık 2020
Bölük pörçük bir ruhun cezasını çekiyorum. Anlam veremediğim, versem de katlanamadığım birtakım varoluş sancıları. Ne sancıymış arkadaş bitmek, azalmak bilmedi bir türlü. Önce hafif bir sızıyla başladı sonra büyüdükçe büyüdü. Zirve noktasında yuvarlanmaya başlayan minicik bir kartopu hızla ilerler, ilerledikçe değdiği yerdeki karları da toplar. Tepeden inmeye başlayan o minik kartopu artık bir şeyleri yıkıp altına alacak kadar büyüktür. Benim sancılarım da onun gibi ama daha yolun yarısında. Belki de daha ileridedir bilmiyorum. Ben zaten neyi biliyorum ki! Şu hayatı kendim için yaşanılır kılamadım. Esiri oldum içimdeki tüm kötü seslerin. Seslerrrr! Derdiniz ne sizin? Bu cazgırlığınız niye? Öyle ağzınızı kocaman açıp, haykırmayın bana terbiyesizler! Yakalarsam fena yaparım sizi.
Hadi oradan be! Senin bir halt becereceğin yok.
Bölük pörçük bir ruhun cezasını çekiyorum. Peki, kim getirdi ruhumu bu hâle? Ben neden yaşamayı bilemedim? Ben zaten neyi biliyorum ki! Yaşamak, iki ucu boklu değnek. Bir ses bölüyor şeyi. Neyi canım? Anlam veremediğim, versem de katlanamadığım birtakım varoluş sancılarımı. Hee öyle desene.
Bizim Şakir'in sesi bu. Günlerdir beyaz duvara binbir özenle çizdiği resmi şimdi büyük bir hınçla karalıyor. Bir yandan da öfkeli bir şekilde nefes alıp veriyor. Ama bunu öyle çok ses çıkararak yapıyor ki! Sancılarımla arama giriyor. Ne sancıymış arkadaş bitmek, azalmak bilmedi bir türlü! Şakir'e kimse müdahale etmiyor. Kim etsin ki? Kazma da gitmiş kafasıyla bir yerleri kırma peşinde. Kazma dediysem bizim Murat canım. Harbi kazma değil, kendini öyle zannediyor. Onun kafa da başka bir kıyak. Çuvalcı Avni ise milletten arakladığı öteberilerle çuval dikme peşinde. O iğne ipliği de nereden bulduğuysa ayrı bir muamma. Tımarhanemizin Filozofu ise düşünme ve sorgulama peşinde. Kafasında hızla dönen soruları Kunduracı Ahmet 'e soruyor. Kunduracı tam cevap verecekken Filozof, adamın lafını ağzına şapadanak tıkıyor. Neymiş felsefe sorulara cevap aramazmış, sadece sorarmış. Yani kimse Şakir'e müdahale etmiyor. Kim etsin ki! Birden celalleniyorum, "Lan Şakir, kes sesini!" Bunu demiyorum tabii yani dışımdan demiyorum. Deli adama böyle dayılanılmaz. Çünkü sağı solu belli olmaz. O adam deliyse sen nesin sanki?
Ben hafif deliyim, hepten tırlatmadım. Oysa tertemiz delirmeliydim. Şuursuzca yaşamalıydım. Yaptığım hiçbir şeyin farkında olmasaydım, hâlime de üzülmezdim. Ahhh ahh. Şu hayatı kendim için yaşanılır kılamadım. Hiçbir türlüsünü beceremedim.
8 Ekim 2020
Sokakta kaldırımın kırmızı bölümüne basmadan yürümeye çalışıyorum. Hafiften de şarkı mırıldanıyorum. Deliler hep mutsuz olacak değil ya! Bir ses bölüyor şeyi. Neyi canım? Sokakta kaldırımın kırmızı bölümüne basmadan yürümeye çalışmamı. Hee öyle desene.
Etrafımı kolaçan ediyorum bu sesin nereden geldiğini bulmak için. Sonra gözlerim, basmamaya çalıştığım kırmızı bölümde duran bir kirpiye takılıyor. Sesin ondan geldiğini anlıyorum. Dikenli ve tiz bir sesle konuşuyor: "Havlunuz var mı bayım?"
Allah Allah, ne diyor bu diken topu? Kâle almıyorum onu. Bir tek kirpiyle konuşmadığımız kalmıştı! Havluyu ne yapacaksa! Peşimden geliyor. Bu sefer daha da tiz bir sesle konuşuyor: "Havlunuz var mı bayım?" Ben cevap vermedikçe o bıkmadan aynı soruyu soruyor. Kaldırım oyunumu da oynayamıyorum onun yüzünden. Tam arkamı dönüp ona peşimi bırak diye çemkirecekken onun çığlık attığını duyuyorum. Kalabalığın içinde ezilmek üzere, kaçacak yer bulamıyor. Elime alıyorum onu, ezilmesine gönlüm razı gelmiyor. "Teşekkürler bayım." Ardından eklemeyi de unutmuyor. "Havlunuz var mı bayım?" Hayy senin havlun batsın!
"Ne yapacaksın havluyu diken topu?"
"Kurulanacağım bayım."
Kahkaha atıyorum bu cümlenin üzerine çünkü bir hayli komik geliyor söylediği. Deliler hep mutsuz olacak değil ya! Kirpiyi ormanlık bir yerde bırakıyorum.
"Yeter bu kadar el üstünde tutulduğun diken topu." Ağlamaklı bir sesle yine soruyor.
"Havlunuz var mı bayım?"
Ne takıntılı kirpiymiş arkadaş havlu da havlu başka bir şey demiyor. Takıntılı olduğu yetmiyormuş gibi bir de manyak. Peşimden geliyor. "Gelme yahu, ne geliyorsun peşimden!" Ama nafile, benimle birlikte apartmandan yukarıya çıkıyor. Yetmezmiş gibi kapımın önüne kadar geliyor. "Havlunuz var mı bayım "
Artık daha fazla katlanamıyorum, eve girip bir havlu alıyorum. Kapının önündeki diken topunun üzerine havluyu fırlatıyorum. "Teşekkürler bayım."
Ne takıntılı kirpiymiş arkadaş havlu da havlu başka bir şey demiyor. İllallah ettiriyor insanı. Kulaklarımdan silinmiyor o tiz sesi. Üzerine bir de beynimdeki karman çorman sesler ekleniyor. Seslerrrr! Derdiniz ne sizin? Bu cazgırlığınız niye? Öyle ağzınızı kocaman açıp, haykırmayın bana terbiyesizler! Yakalarsam fena yaparım sizi.
Hadi oradan be! Senin bir halt becereceğin yok.
Bunlara da laf geçiremiyorum en iyisi birkaç saat kestirip kafa dinlemek. Kendimi soğuk yatağın içine atıyorum. Üzerime battaniyeyi çekiyorum, bir iki gerindikten sonra kendimi uykunun tatlı kollarına bırakıyorum. ********
Boğaz köprüsünün üstünde yürüyorum. Yanımdan vızır vızır arabalar geçiyor. Datttt datttt. Sürekli kornaya basıp, "Burada ne işin var hemşehrim, sakın intihar edip trafiği tıkama!" gibi sözler sarf ediyorlar. Kimsenin beni düşündüğü yok! Yaşam bir kez daha saplanıyor kalbimin ortasına. Oluk oluk kanlar akıyor açılan delikten. Hatta deniz bile kırmızıya boyanıyor. Ne ben ölüyorum ne de ölemediğimi kimse fark ediyor. Köprünün korkuluklarından diğer tarafa geçiyorum. Birkaç araba duruyor. Bazıları fotoğraf çekmeye başlıyor. Bazıları da aman yapma, etme kardeşim diyerek beni vazgeçirmeye çalışıyor. Kimseyi dinlemiyorum. Kendimi boğazın mavi sularına bırakıyorum.
Denize çakılmamla birlikte yatağımdan sıçrayarak uyanıyorum. Rüyaymış. Oysa rüya olmayacak kadar gerçekti. Kalbimdeki yara hâlâ açık. Yaram sancıyor. Önce hafif bir sızıyla başladı sonra büyüdükçe büyüdü. Zirve noktasında yuvarlanmaya başlayan minicik bir kartopu hızla ilerler, ilerledikçe değdiği yerdeki karları da toplar. Tepeden inmeye başlayan o minik kartopu artık bir şeyleri yıkıp altına alacak kadar büyüktür. Benim sancılarım da onun gibi ama daha yolun yarısında. Belki de daha ileridedir bilmiyorum. Ben zaten neyi biliyorum ki!
Bir şeyi iyi biliyorum bu rüya bir işaretti. Bunun rüya olarak kalmasına izin vermiyorum. Çarçabuk evden çıkıyorum, kirpiyi hâlâ kapının önünde görünce şaşırıyorum. Yanında da delik delik olmuş havlu duruyor.
"Niye gitmedin sen?"
"Bayım, bana havlu vererek beni yücelttiniz. Size borçluyum, ne isterseniz yapmaya hazırım.”
Küçümseyici bir bakış atıyorum ona. "Ne gelir sanki senin elinden?" Cevabını beklemeden apartmandan çıkıyorum. O da peşimden geliyor. Birlikte boğaz köprüsüne varıyoruz. Boğaz köprüsünün üstünde yürüyorum. Yanımdan vızır vızır arabalar geçiyor. Köprünün korkuluklarından diğer tarafa geçiyorum. Kirpi o tiz sesiyle konuşuyor: "Bayım, ölmek için çok erken değil mi? Bakın deniz ne kadar güzel, masmavi. İçindeki binlerce canlıya hayat veriyor. Gökyüzüne bakın, güneşin kızıllığı nasıl da göz alıcı. Bulutlar hiç yorulmadan duruyor gökyüzünde. Biraz sonra kararacak hava. Ama bu sefer de yıldızlar parlatacak dünyamızı. Ay dede nur topu gibi doğacak gönlümüze. Bayım, siz bunlardan vaz mı geçeceksiniz?"
Korkuluklardan tekrar köprüye geçtim. Beni içinde bulunduğum rüyadan bir kirpi uyandırdı insanlar, duyun!
5 Aralık 2020
İntihardan vazgeçtim ama hiçbir zaman normal olamadım. Daha nice delilikler… Sonrası malum, tımarhanede türlü türlü delinin içinde yaşıyorum.
"Onlar deliyse sen nesin sanki?
Ben hafif deliyim, hepten tırlatmadım. Oysa tertemiz delirmeliydim. Şuursuzca yaşamalıydım. Yaptığım hiçbir şeyin farkında olmasaydım, hâlime de üzülmezdim. Ahhh ahh. Şu hayatı kendim için yaşanılır kılamadım. Hiçbir türlüsünü beceremedim. Bölük pörçük bir ruhun cezasını çekiyorum. Peki, kim getirdi ruhumu bu hâle? Ben neden yaşamayı bilemedim? Ben zaten neyi biliyorum ki! Yaşamak, iki ucu boklu değnek.
"Lan Şakir, kes sesini!"