Yine

Hacer Noğman

Evimizin ortasına kor hâlinde düşen ateşin çıtırtıları odayı doldururken başımı dedemin göğsüne yaslıyordum. İniltiler eşliğinde inen gözyaşları birikip döşemeden bir iki karış yukarı çıkmıştı. Nereden geliyordu bu iniltiler bilmiyordum ama dedemin kucağı, tarifi eşsiz bir huzurla kuşatıyordu beni. Gömleğine sinmiş esans kokusu genzime dolarken soruyorum ona: “Dede, kirpi ne arıyor burada?” Cevap alamıyorum. Olsun, diyorum içimden, çok da önemli değil.

Uzun zamandır göremediğim dedem nasıl birdenbire gelmişti? Bir cevap arar gibi sormuyorum bunu. Dümdüz bir cümle olarak çıkageliyor. Şaşkınlığım özlemle birleşince tekrarlıyorum o soruyu: “Dede, nasıl böyle birdenbire geldin?” Dedem hareketleniyor, başımı kaldırıyorum göğsünden. Dengemi koruyarak sol bacağının üzerinde oturuyorum. Düşük kaşlarının altında irileşmiş gözlerine bakıyorum. “Benimle geldi o kirpi. Görüyor musun üzerindeki dikenleri?” Kafamı sallıyorum. “İnsan bu dünyaya sığdıramadıklarını elbet sığdıracak bir yer bulur. İşte o yer, ne kabul etmez ki? Bu dünyaya sığdıramadıklarım benimle geldi. Toprağımdaki otları yiyen bu kirpi büyüdü; büyüdükçe dikenleri irileşti, sertleşti. Ben bu dünyaya sığdıramadığım şeyleri o toprak parçasına sığdırmaya çalıştıkça kirpi büyüdü. O, benim.” Mırıltı gibi çıkan sesim onu onaylıyordu. Ne dediğini anlamamıştım ama dedem dediyse doğru demiştir. Bunu düşününce tekrar onaylarcasına ses çıkardım.

Bir iki karış olan su gittikçe yükseliyordu. Ayaklarıma değiyordu fakat korkmuyordum. Dedemin kucağındayken bana bir şey olmazdı.

“O zaman sen getirdin bu kirpiyi, öyle mi dede? Bir de şey, dikenleri eline batmadı mı, elin acımadı mı?” Gözbebeklerim istemsizce ellerine kaydı. Beni tuttuğu için avuç içlerini göremiyordum ama eğer batmışsa bile dedemin canı acımazdı, çok dayanıklıydı. “E dede, bu kirpi şimdi niye burada? Ne olacak ona?“ “Bazen birini özlersin, o gelir. Bazen biri seni özler, yine o gelir. Çünkü gelmek onun için mesele değildir. Âlemler birdir artık onun için.” Yine o mırıltı, onayladım onu. Pek bir şey anlamamıştım ama dedem diyorsa doğru diyordur.

O sesler kulağıma tekrar doldu. İniltiler. Ağlamalar. Duymazdan geldim. Kafamı kaldırdım, gözbebeklerinin içine bakmak istedim. Dedem yoldan tarafa bakıyordu. Kirpikleri birer yelpaze gibi göz kapaklarına tutturulmuştu sanki. “Dedim sana; bu kirpi, benim oraya sığdıramadıklarımı üstünde taşıyor. Dikenleri tek tek sol koluna batıracağım. Hiç acımayacak. Batıracağım ki, benim gibi giderken götürme yanında onları. Sadece o da değil, bundan sonra hiçbiri seninle olmayacak.” Hıı, dedim mırıltı gibi çıkan sesimle. Dedem diyorsa doğrudur ama ya canım acırsa? Bir de, ne götürmeyecektim yanımda onu anlamadım. Neyse, çok da önemli değil.

Su yükselmeye devam ediyordu. Yutkundum. Neyse, dedem yanımdaydı.

Kirpi, karşı koltuktan inip suda yüzerek yanımıza geldi. Vay be, dedim içimden, kirpiler yüzüyor muydu? Dedemin sağ bacağına geçti. Yükselen su, dedemin dizine çıktı çıkacaktı. Kirpi oturmasıyla dedemin pantolonunu ıslattı. Kaşlarımı çattım.

Dedem kirpinin dikenlerinden bir tane çekti aldı. Kirpi hareketsizce duruyordu. Gözlerimi belerttim. Dedem uzun dikeni yavaşça sol koluma batırdı. İrine benzer bir şey aktı. Midem bulandı. Dedem hemen yanındaki havluyla o pis sıvıyı sildi. “Toprak. Sevgisi insanoğlunun her hücresine yine kendi tarafından nakşedilmiş. Bu akan, nakşedilmiş o sevgi.”

Bir diken. Yine pis bir sıvı. Havlu. “Haksız yere edinilmiş hak.”

Bir diken. Daha pis bir sıvı. Havlu. “Bir kimsenin ardından onun hoşlanmayacağı şekilde konuşmak.” Bu pis sıvının akıntısı durmadı. Tekrar sildi dedem. Tekrar. Havlu o pis sıvının rengine boyandı. Öğürdüm. Yine sildi…

Midem bulandı. Havluyu defalarca o akıntının çıktığı yere bastırdı dedem. Durmadı, aktı. Midem daha da bulandı. Su gittikçe yükseldi. İniltiler uğultulara dönüşürken odanın duvarlarında çatlaklar büyüdü. Çatırtı sesiyle birbirine girdi havlunun rengi. Pis bir koku odayı doldurdu. Dedeme sarıldım. Esans kokusunu içime çektim.

Gözlerimi araladım. Rüyaymış, dedim içimden. Etrafa baktım. Evimizin ortasına kor hâlinde düşen ateşin çıtırtıları odayı doldururken başımı dedemin göğsüne yaslıyordum. İniltiler eşliğinde inen gözyaşları birikip döşemeden bir iki karış yukarı çıkmıştı. Nereden geliyordu bu iniltiler bilmiyordum ama dedemin kucağı tarifi eşsiz bir huzurla kuşatıyordu beni. Gömleğine sinmiş esans kokusu genzime dolarken soruyorum ona: “Dede, kirpi ne arıyor burada?” Cevap alamıyorum. Olsun diyorum içimden, çok da önemli değil.

Uzun zamandır göremediğim dedem nasıl birdenbire gelmişti? Bir cevap arar gibi sormuyorum bunu. Dümdüz bir cümle olarak çıkageliyor. Şaşkınlığım özlemle birleşince tekrarlıyorum o soruyu: “Dede, nasıl böyle birdenbire geldin?” Dedem hareketleniyor, başımı kaldırıyorum göğsünden. Dengemi koruyarak sol bacağının üzerinde oturuyorum. Düşük kaşlarının altında irileşmiş gözlerine bakıyorum. “Benimle geldi o kirpi. Görüyor musun üzerindeki dikenleri?” Kafamı sallıyorum. “İnsan bu dünyaya sığdıramadıklarını elbet sığdıracak bir yer bulur. İşte o yer, ne kabul etmez ki? Bu dünyaya sığdıramadıklarım benimle geldi. Toprağımdaki otları yiyen bu kirpi büyüdü; büyüdükçe dikenleri irileşti, sertleşti. Ben bu dünyaya sığdıramadığım şeyleri o toprak parçasına sığdırmaya çalıştıkça kirpi büyüdü. O, benim.” Mırıltı gibi çıkan sesim onu onaylıyordu. Ne dediğini anlamamıştım ama dedem dediyse doğru demiştir. Bunu düşününce tekrar onaylarcasına ses çıkardım.

Bir iki karış olan su gittikçe yükseliyordu. Ayaklarıma değiyordu fakat korkmuyordum. Dedemin kucağındayken bana bir şey olmazdı.

“O zaman sen getirdin bu kirpiyi, öyle mi dede? Bir de şey, dikenleri eline batmadı mı, elin acımadı mı?” Gözbebeklerim istemsizce ellerine kaydı. Beni tuttuğu için avuç içlerini göremiyordum ama eğer batmışsa bile dedemin canı acımazdı, çok dayanıklıydı. “E dede, bu kirpi şimdi niye burada? Ne olacak ona?“ “Bazen birini özlersin, o gelir. Bazen biri seni özler, yine o gelir. Çünkü gelmek onun için mesele değildir. Âlemler birdir artık onun için.” Yine o mırıltı, onayladım onu. Pek bir şey anlamamıştım ama dedem diyorsa doğru diyordur.

O sesler kulağıma tekrar doldu. İniltiler. Ağlamalar. Duymazdan geldim. Kafamı kaldırdım, gözbebeklerinin içine bakmak istedim. Dedem yoldan tarafa bakıyordu. Kirpikleri birer yelpaze gibi göz kapaklarına tutturulmuştu sanki. “Dedim sana; bu kirpi, benim oraya sığdıramadıklarımı üstünde taşıyor. Dikenleri tek tek sol koluna batıracağım. Hiç acımayacak. Batıracağım ki, benim gibi giderken götürme yanında onları. Sadece o da değil, bundan sonra hiçbiri seninle olmayacak.” Hıı, dedim mırıltı gibi çıkan sesimle. Dedem diyorsa doğrudur ama ya canım acırsa? Bir de, ne götürmeyecektim yanımda onu anlamadım. Neyse, çok da önemli değil.

Su yükselmeye devam ediyordu. Yutkundum. Neyse, dedem yanımdaydı.

Kirpi, karşı koltuktan inip suda yüzerek yanımıza geldi. Vay be, dedim içimden, kirpiler yüzüyor muydu? Dedemin sağ bacağına geçti. Yükselen su, dedemin dizine çıktı çıkacaktı. Kirpi oturmasıyla dedemin pantolonunu ıslattı. Kaşlarımı çattım.

Dedem kirpinin dikenlerinden bir tane çekti aldı. Kirpi hareketsizce duruyordu. Gözlerimi belerttim. Dedem uzun dikeni yavaşça sol koluma batırdı. İrine benzer bir şey aktı. Midem bulandı. Dedem hemen yanındaki havluyla o pis sıvıyı sildi. “Toprak. Sevgisi insanoğlunun her hücresine yine kendi tarafından nakşedilmiş. Bu akan, nakşedilmiş o sevgi.”

Bir diken. Yine pis bir sıvı. Havlu. “Haksız yere edinilmiş hak.”

Bir diken. Daha pis bir sıvı. Havlu. “Bir kimsenin ardından onun hoşlanmayacağı şekilde konuşmak.” Bu pis sıvının akıntısı durmadı. Tekrar sildi dedem. Tekrar. Havlu o pis sıvının rengine boyandı. Öğürdüm. Yine sildi…

Midem bulandı. Havluyu defalarca o akıntının çıktığı yere bastırdı dedem. Durmadı, aktı. Midem daha da bulandı. Su gittikçe yükseldi. İniltiler uğultulara dönüşürken odanın duvarlarında çatlaklar büyüdü. Çatırtı sesiyle birbirine girdi havlunun rengi. Pis bir koku odayı doldurdu. Dedeme sarıldım. Esans kokusunu içime çektim.

Gözlerimi araladım. Rüyaymış, dedim içimden. Etrafa baktım. Dedem, kirpi, o pis havlu, çatırtılar, uğultular… Hiçbiri yoktu. Yalnızca, yıllar önce dedemin gittiği gün, evimizin ortasına kor halinde düşen ateş bağrımdaydı.