Yaz çocuğuyum ben. Yaz mevsiminin aylarca yaşandığı, dalgaların beyaz kumları okşadığı, güneşin en torpilli davrandığı o güzeller güzeli sahil kentlerinden birinde doğdum. Dünyaya yelelerimle gelmiş olsam gerek; adımı Leon Leonidas koymuş babam. Belki de doğuştan yırtıcı olmam gerektiğini düşündü, arslan oğlu arslan olduğumu hiç unutmayayım istedi. Belki de bir nedeni yok, farkında olmadan beni birkaç beden büyük gelen bir isme hapsetti. Bunların bir önemi var mı bilmiyorum, galiba yok, hiçbirinin önemi yok, çünkü artık babam yanımda yok ve ben Leon Leonidas, kırk yıllık adıma yazılı senaryoyu bugün değiştirmek istiyorum. Söylediğim her şeyi kayıt altına alıyorsunuz değil mi?
-Evet ama bunları neden anlatıyorsunuz?
-Ben de bilmiyorum bunları bir karakolda neden anlattığımı. Ancak suç duyurusunda bulunacağım, dinleseniz iyi edersiniz.
- Pekii, devam edin.
- Size suçu söyleyeceğim ama öncelikle… Bilir misiniz memur bey, bazı insanlar çalışmak için doğar? Sorgusuz sualsiz çalışmak ve önlerine getirilen her işi yapmak için yaratılmışlardır. Yoruldum demez, bıktım demez, itiraz etmez, beyinlerine isyan frekansı gitmeyen insanlar. O kadar çoklar ki... Emeklerini masalarında bırakıp ceplerindeki beş kuruşla çıkıp giderler ve ertesi gün aynı döngü yaşansın diye geri dönerler. Aynı kişiden aynı emirleri almak için her gün hazır olda beklerler. Duygularından yüzlerine bir yol yoktur ve sanki ifadeleri duvara çizilmiş gibidir. Bu insanlar varlar Memur Bey, biliyorum çünkü yıllarca emir verdim onlara. Yıllarca emeklerini topladım masalarından, sonra da onları güle oynaya şirketimin kasasına gömdüm. Ben emir verendim. Başlarında bekleyen ve her hataya köpüren kişiydim, yırtıcı olandım, Leon Leonidas'tım.
- Anlıyorum, suç olan ne peki?
- Sanırım yasalarınızda körlük diye bir madde kenar başlığı yoktur, her halde burnumun ucunu göremedim diye gözlerimi yargılamazsınız. Ama eğer yargılıyor olsaydınız… Ki ben o zamanlar kanunun dışına çıkmayan bir adamdım. Bu dediğim suç olsaydı, şimdi her şey farklı olabilirdi.
- Ne kastettiğinizi anlamıyorum.
- Diyorum ki onları birazcık görebilseydim, beş kuruşla nasıl geçindiklerini anlayabilseydim, eğer hareketlerinin dilini çözebilseydim her şey farklı olabilirdi ama ben önümdeki dosya yığınından onları göremedim işte, imza atılacak öyle çok şey vardı ki... Piyasadaki rakipler, kalabalık davetler, yurt dışı seyahatleri, gözümü alan onca ışık… Maalesef tüm bunların arasında hayalet gibi gezinen o insanların başlarında ampulleri yoktu. Onları göremedim.
- Yani...
- Söylediklerimi kaydediyorsunuz değil mi?
- Evet yazıyorum. Suç duyurusu demiştiniz?
- Evet ortada çok büyük bir suç var. Ama beni anlamak zorundasınız, onları göremedim. Bir insan, bir insanın emrinde nasıl çalışır bunu hiç tecrübe edemedim, ben doğdum doğalı patrondum. Önce bakıcımın, ardından öğretmenlerimin, sonra da çalışanlarımın patronu oldum. Hiç emir almadım ki hayatımda, hiç tamam efendim, demedim. Onlarla aramızda kilometrelerce mesafe vardı ve ben o yolu yürümeye yeltenmedim. Tembeldim. Aslına bakarsanız sıfır noktasına nereden gidilir bilemedim.
-Bakın bu anlattıklarınız suç değil.
-Evet elbette tembellik yasalarınızda suç değildir. Bu dediklerimi yazıyorsunuz değil mi?
-Evet, devam edin.
-İşlerim çok iyiydi. Sürekli kâr ediyordum. Aile servetim katlanıyordu, babam çok memnundu, kulüpte sürekli benden bahsediyordu. Annem gösterişli davetler tertip ediyor, eşim her ay farklı bir mücevherle karşıma çıkıyordu. Ben de ay sonunda bütün ödemelere yetiştiğim için böbürleniyor, kafamın içindeki dev aynasında büyüdükçe büyüyordum. Yırtıcılığım, karnımı, kibrimi ve ailemi her seferinde doyuruyordu ama bir şey… Sadece bir şey beni huzurdan mahrum ediyordu; o da avımın büyüklüğü. Pençelerimi hep daha büyük bir kazanca saplamak istiyordum. Bu mukaddes amacımın çarkı gün geçtikçe hızlanıyordu, durduramıyordum, değirmenim dönüyordu ve benim kollarımdaki paralar katlanıyordu. Daha ne isterdim ki? Daha ne isterdim biliyor musunuz? Daha büyük ortaklar, farklı ülkelerde girişimler, adımı hiç duymamış kabilelerden ham maddeler… Daha ne isterdim biliyor musunuz? Dünyayı… Onu da elde etsem yıldızları isterdim. Bunları ne için isterdim peki? Elbette ki tapularına bakıp gülümsemek için. Memur Bey, benim gülümsemek için yapmayacağım şey yoktu. Bütün gemilerimi şu an adını unuttuğum adaya o yüzden gönderdim. Elbette okyanusta telef olsunlar, korsanlar yağmalasın diye değil. Gülümsemek için gönderdim, sadece ona ihtiyacım vardı ve büyük zaferler elde etmeden gülemiyordu benim yüzüm. Öyle ya… İki kasım hareket etsin, dişlerim görünsün, sağ yanağımdaki gamzem ortaya çıksın diye bütün mal varlığımdan oldum. Tam da seyahete çıkmıştım, yabancısı olduğum yerde parasız kalacağımı bilsem gönderir miydim hiç?
-Korsanları mı şikâyet edeceksiniz?
-Korsanlar... Güldürdünüz beni Memur Bey. Ne korsanı? Şikayet etsem bulacaksınız sanki. Benim derdim başka. Dışarıda yağan karı görüyorsunuz değil mi? Bu Tanrı'nın cezası yere, sürekli kar yağıyor. Kar yağmasa şehri soğuk rüzgârlar yağmalıyor. Ben aylardır buradayım, ısınmanın yolunu bulamadım. Sahi siz nasıl ısınıyorsunuz? Maaşınız yetiyor mu sizi ısıtmaya, doyurmaya?
-E… Evet.
-Ne iyi. Ben iflas ettiğimi öğrendiğimde belki de cebimde sizin iki yıllık maaşınız vardı ama hiçbir şeye yetmemişti. O para bitene kadar otelde kalmıştım. Bittikten sonra da atılana kadar beklemiştim. En son babamın mektubunu yakalamışlar; borçlularımın beni aradığını, parasız kaldığımı anladılar da o zaman saatlerimi, bavullarımı, neyim var neyim yoksa, üstümdeki ceketimi bile alıp kapı dışı ettiler beni. Otelin arka kapısından çıkardılar. O gün dışarıya adım atar atmaz nasıl olduysa gri bir perde indi gözlerime. Dünyaya o perdenin ardından bakmaya başladım, ilk gördüğüm gri çöp tenekeleriydi. Ardından pis kediler gördüm, çok geçmeden paçalarıma sürtünmeye başladılar. O sırada burnum, berbat bir kokuyu ciğerlerime sürüklüyordu, midem ağzımdan çıkıp ha kaçtı ha kaçacak… Benim narin bedenim, kapının önündeki beni kabul edemiyordu, tepki gösteriyordu. O anın içinde bulunan ne varsa her şeyi reddetti, düşüp kaldı orada, ilk kaçan o oldu; benim ipeklerle sarıp sarmaladığım bedenim. Ancak yüzümde duyduğum sıcaklık, her şeyin rüya olduğu umudu geri döndürebildi onu. Gözlerimi araladığımda koca dilli kara bir köpek kulağımın kopup kopmayacağını kontrol ediyordu. Kulağım kopmuyordu, köpek ısrar ediyordu, sokak lambası yanıp sönüyordu, gri kar taneleri iğne gibi vücuduma saplanıyordu. Ve ben üşüyordum Memur Bey, hem de hayatımda hiç üşümediğim kadar.
-Anlıyorum. Peki oteldekiler darp mı etti sizi, onlardan mı şikayetçisiniz?
-Hayır tabii ki, hayır… Bir şeyden şikâyetçi olsam soğuktan şikayetçi olurdum. Yolumu kesip ayakkabılarımı alan çocuklardan bile değil, soğuktan şikayetçi olurdum. Bu lanet şehrin taş sokaklarından, adım attıkça yere yapışan çoraplarımdan, üstümde donan ipek gömleğimden şikayetçi olurdum. İçimi ısıtmayan kalbimden bile şikâyetçi olurdum ama şikayet etmeye gelmedim buraya.
-Ne için geldiniz peki?
-Bunları kaydediyorsunuz değil mi?
-Evet, hızlıca derdinizi söyleyin.
-Hızlı adımlar atıyordum. Hızlı yürüyünce daha az üşüyordum. Duvar kenarlarından gölge gibi geçiyor, soğuktan kaçıyordum. Bir an yorulup dursam terli sırtıma bıçaklar saplanıyordu. Parmaklarım titremeye başlamıştı, zaman geçtikçe onları hissedemez oldum. Yine de durmadım. Büyük caddeye kadar yürüdüm. Caddeye geldim, çok parlaktı, önce gözüm kamaştı, hiçbir şey göremedim. Sonra yavaş yavaş insanlar belirdi. Sıcak yemekler vardı önlerinde, aç değildim, açsam bile farkında değildim ama yemeklerin üstündeki buhar… Öyle davetkârdı ki, sanki beni çağırıyordu, içimi ısıtmak ister gibiydi. Camların önünden geçtim. Tekrar geçtim, tekrar… Geçerken içerdekiler beni fark etsinler, Leon Leonidas deyip kucaklayıp içeri soksunlar diye bekledim. Kimse görmedi beni. Cadde boyunca yürüdüm, kimse yolumu kesmedi. Sanki ben ve onlar arasında koca bir mesafe vardı ve ben o mesafeyi nasıl aşacağımı bilmiyordum. Ne kadar düşündüysem de beni onlara ulaştıracak bir yol bulamadım. Ve kafamdaki bütün soru işaretleri kendi köşesine çekildiğinde, içimde sadece korku kalmıştı. Donmaktan çok korkuyordum. Hareket etmezsem donacaktım ve ben ölmekten korkuyordum. Korku bir insanı ne kadar ayakta tutarsa o kadar ayakta kaldım işte. Sonrasına sürünmek denir, ondan sonrasına ise teslim olmak. Teslim oldum, sokak lambasının aydınlattığı duvara yaslandım. Duvar benden sıcaktı, üstüme yağan kar bile daha sıcaktı. Çok geçmeden benim içimde de bir şeyler alev almaya başladı. Lapa lapa yağan karın altında yanıyordum, aslında fark ettim ki ölüyordum, ölüm çok sıcaktı. Gözlerim kapandı, kapanmadan önce son gördüğüm şey ise havada süzülen bir palto oldu. Geriye kalan hayatımın fitili ateşlenmişti, hemen gözlerimi araladım, yeniden üşümeye başladım, titriyordum ve sahiden bir palto bana doğru geliyordu. Ben de ona doğru koşmaya başladım. Ayaklarım buzlu zeminde kayıyordu, palto havada süzülüyordu ve etrafımdaki sesler artıyordu, arkamda paltoya koşan başkaları da vardı hissediyordum. Ama ilk ben sarıldım ona, bu palto benim, kıymetlim, açtım düğmelerini üstüme geçirdim. Tanrım! öyle ısınmıştım ki, bu palto ölümden bile sıcaktı.
-Yanlış mı anladım, yoksa havada bir palto mu gördüğünüzü mü söylüyorsunuz?
-Hayır, bana doğru gelen bir palto gördüm.
-Sahiden mi? Hep yürüyen paltolar mı görürsünüz?
-Elbette hayır, sanırım bu sefer içindekini göremedim.
-Yani palto birinin üzerindeydi.
-Sanırım öyleydi.
-Yani birinden çaldınız paltoyu.
-Hayatımı kurtardım.
-Fakat bu hırsızlık oluyor.
-Ahh evet evet… Ben de onu diyecektim. Neyse ki kanunlarınızda hırsızlık suçu var, biliyorum. Sokaktakiler öğrettiler bunu. Alın bakın bu da o palto, rengi biraz soldu ama düğmeleri hâlâ sapasağlam.
-Duyuracağınız suç bu muydu?
-Evet. Bunun için çok bekledim, artık itiraf edebilirim. Ben çaldım, ben ömrüm boyunca görünmez adamlardan bir şeyler çaldım. Bunları kaydettiniz değil mi?
-Hepsini kaydettim.
-Çok güzel, ileride lazım olacak.
-Adınız Leon Leonidas demiştiniz değil mi?
-Evet, bir zamanlar Leon Leonidas'tı. Ancak şimdi o isimle aramızda büyük bir mesafe var, ben o yolu kat edemem, o ismi tekrar üstüme giyemem. Siz adımı yazmayın.
-Peki şöyle geçin, müdürüm gelene kadar nezarethanede bekleyeceksiniz.
-Olur tabii, tabii olur. Çok iyi olur hatta. Bu yaptığım suç değil mi? Tabii bekleyeceğim. Bir şey sorabilir miyim Memur Bey, içerisi sıcak mı?
Elif Ezgi BEKTAŞ
Kelimelerim; kayıt, palto ve mesafe idi.