Ardındakiler

Hacer Noğman

Kelimeler: Palto, Kayıt, Sulu sepken.

ARDINDAKİLER

Ayaklarım, kar olduğuna ikna olamadığım hava olayının yerdeki hâline müphem izler bırakıyor. Bir daha. Ve bir daha. Her adımımda o kötü ses kulaklarımdan içeri doluyor, tüm bedenime yayılıyor. Bedenim dolunca kalanı kulak kepçemden boynuma doğru süzülüyor. Atkıma bulaşıp göğsüme doğru ince bir yol çiziyor. Bir ses olmaktan çıkıyor, adını koymakta kararsız kaldığım bir hâle dönüşüyor. Yine de yürümeye devam ediyorum sulu sepkende.

Soğuktan al renge dönen ellerime bakıyorum. Belki ısınır diye paltomun cebine sokuyorum. Hissizleşmeye yüz tutan ellerimi paltomun pürüzsüz kumaşı karşılıyor. Ağır kumaşın yumuşaklık hissi, paltomun boynuma değen kısımlarında da vuku buluyor. O kötü ses bir anlık siliniyor zihnimden. O da ne?! Bir his daha! Sol cebimde bir homurdanmayla o his kendini tekrarlıyor. Sol elimi dışarı çıkarıyorum gecenin yarı aydınlık kucağına. Duraksıyorum. Rengini kestiremiyorum. Şeklini de anlayamıyorum. Fakat his öylesine tanıdık ki. Sol göğsüm hızlıca inip kalkıyor. Ellerim deminkinden daha soğuk ve terli. Vücudum birkaç saniye içinde terlemiş, şakaklarımda ıslaklık hissediyorum. Elimdeki şeye öylece bakarken ne yapmam gerektiğini düşünmeye çalışıyorum. Etrafa, bir suçlunun titrek bakışlarına benzer bakışlar savuruyorum. Elimdekini yere bıraksam, hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam etsem ne olurdu? Sonra biri gelişine bir tekme vursa. Uzaklara gitse. Belki de patlardı bu şey. Bilmiyorum. En azından benden uzakta olurdu. Ah! Ne yapacağım şimdi?

Elimi cebime sokup yürümeye devam ettim. Yürürken belki bir şeyler gelebilirdi aklıma. Bu gayrimuayyen havada dışarı çıkışım, hava alma mevzusunu aşmıştı şu dakikalar itibarı ile. Bu düşünce daha da kötü hissettirdi beni. Ne diye çıkmıştım sıcacık evimden? Yağan, kar desen değil. Yağmur desen hiç değil. Bilmez misin, sulu sepken insana dert getirir? Cebinde durmasıyla, durmanın çok ötesine geçmiş şu şey… Çıkmayacaktın evden. Kendime kızmaya son verip o kötü sese odaklanmaya çalıştım. Belki unuttururdu cebimdekini.

Karşıma, elinde küçük reklam kartları bulunan bir kız çocuğu çıktı. Gecenin bu vaktinde ne arıyor dışarıda diye düşündüm. Birkaç saniye sürdü bu düşüncenin beni meşgul etmesi. Uzattığı kartı aldım. “Hislerinizi bir hayır kurumuna devretmek ister misiniz?” diye sordu kartı uzattıktan hemen sonra. Şaşkın bir ifadeyle baktım gözlerine. Benim ne derdim var senin ne derdin var, der gibi... “A, lütfen. O sol cebinizdekinden kurtulmak istemez misiniz?” Gözlerim daha da büyüdü. Sol elimi istemsizce dışarı çıkardım. Elimin ayasına baktım. Terden sırılsıklam olmuştu. “Ya da sol üst iç cebinizdekini hayrınıza vermek istemez misiniz?” Yutkundum. Sağ elimi paltomun cebinden çıkarıp söylediği yere uzattım, istemsizce.

Elimi sol üst iç cebime sokup varlığını hissettiğim şeyi çıkardım. Avucumda öylece duran, pembemsi şeye baktım. Rengini sokak lambalarının solgun ışıkları arasında seçebiliyordum. Az önce birkaç saniye süren o düşünceler geri geldi. Hemen geri koydum o pembemsi şeyi. “Ne dersiniz? Adımlarınızı ağırlaştıran hislerinizi hayrınıza bağışlamak istemez misiniz?” Hay Allah! Nereden çattık bu kıza?! O titrek halinden eser kalmayan bakışlarımı etrafa savurdum. Sol elimi tekrar cebime götürdüm. O his anında bitiverdi dibimde. O an, kızın bu teklifi gayet makul geldi gözüme. Elimi hızlıca dışarı çıkardım. Kızın gözlerini benden ayırmadığını ona bakmadığımda bile biliyordum. Bakışlarım, o sulu karın yerdeki iğrenç haline bakarken, “Nasıl yapacağım peki?” dedim. Kız peşinden gitmemi söyleyip yürüdü. Gecenin sessizliğinin çatırtısının yankılandığı sokaklardan geçtik. Sokak lambalarının ulaşamadığı zifiri caddelerde adımlarımız hızlandı. O kötü ses yer yer geldi buldu beni. Fakat öylesine rahatsız olmuştum paltomun orasından burasından çıkan hislerden. Kulağımdan içeri dolmuyordu o ses. Kulak kepçemde bekliyordu yalnızca.

Metruk bir binanın önüne geldiğimizde kız durdu. Sırtı bana dönük, binanın en yüksek yerini görmek istercesine kafasını kaldırdı. Aramızda üç adım kala durdum. Baktığı yeri görme isteğiyle kafamı kaldırdım. Sulu sepken, metruk yapıyla gözlerim arasına ince çizgiler hâlinde giriyordu. Bir süre sonra kirpiklerimin ağırlaştığını hissettim. Su damlacıkları alt kirpiklerime de bulaşmıştı. “İkinci kata çık. Orada sana yardımcı olunacak.” dedi kız, sessizliği kamçılayarak. Ürkütücü havasının sokağa tesir ettiği bu binaya tek başıma giremeyeceğimi söyledim. “İstemiyor musun şu cebindekilerden kurtulmak?” dedi. Kafasını halen indirmemişti. Birkaç dakikadır hareketsizce duruyordu.

Sol elimi cebime götürdüm. Paltonun pürüzsüz hissi yoktu artık. O his karşılıyordu beni. Göğsüm hızla kalkıp iniyordu. Ellerim terlemeye, şakaklarımdan terler akmaya başlamıştı. Hemen şu binaya girip kurtulmalıydım bu şeyden.

Ayaklarımı harekete geçirip kızın sağ omzuna çarptım. Hiç sarsılmadan durmaya devam etti. Ben ise bir an duraksayıp hızlıca metruk binanın giriş kapısına geldim. Kapının paslanmış kolunu yavaşça aşağı indirdim. O hissin etkisi halen devam ediyordu. Bunu düşünmemeye çalışarak uzunca koridoru geçtim. Merdivenleri ikişer ikişer çıkmaya başladım. Sağ elim tırabzandaydı. Birinci kat. İkinci kat. Durdum. Etrafı kolaçan ettim. Boyaları dökülmüş dört ahşap kapıdan başka bir şey göremedim. Birinin önüne gidip başımı kapıya yaklaştırdım. Bir ses var mı diye kontrol ettim. Ses yoktu. Kapının kolunu yavaşça indirip adım attım. Koca, bomboş bir oda. Pörsümüş perdelerin odaya sızdırdığı loş ışıktan başka bir şey yok. Kapattım kapıyı. Diğer oda. O da bomboş. Perdesi bile yok. Bir diğer oda, işte bu oda diğerleri gibi değil. Bir masa karşılıyor beni. Üzerinde bir defter. Bir sandalye hemen masanın arkasında. Yavaşça dönüp hiç beklemediğim birinin o sandalyede belirme olasılığını düşündüm. Çok sürmedi, birkaç saniye.

Kapıyı kapatıp masaya ilerledim. Siyah ciltli defterin kapağını açtım. Bir yandan sandalyede biri var mı diye kontrol ediyordum, kaçamak bakışlarla. Sayfaları karıştırdım. Pencerelerden gelen loş ışığın etkisinden, seçemiyordum sayfalardaki yazıları. Odanın kapısı, gıcırtısını köşelere çarpa çarpa açıldı. Duvarlarda çatlaklar oluştu. Gıcırtı, çatlaklar halinde odanın ücra köşelerine doldu.

Yutkundum. Arkamı dönmeye cesaret edemedim. Buraya beraber geldiğim kızın sesi yükseldi: “Bulamadınız mı sayfayı?”. Sesin aşinalığı rahatlattı beni. Yaklaşan ayak sesleriyle birlikte arkama döndüm. Kız, ilerleyip sandalyeyi döndürdü, oturdu. Yüzümü ona döndüm. Defteri önüne çekip bilmişliğiyle sayfaları çevirdi. Bir sayfada durdu. Adımı ve soy ismimi söyledi. Yutkundum. “Ben, sizin geleceğinizi düşünmüyordum.” dedim pısırık çıkan sesimle. “Bağışlamak istediğiniz duyguları buraya kaydetmem gerek. İlk hangisinden başlayalım?” Kale alınmayışım gururuma bir tokat savurdu. “Şu sol cebinizdekine ne dersiniz?” dedi. Kafamı salladım. “Fakat bir kısmını merdivenlerin tırabzanlarına bırakmışsınız. Gelirken destek almış olmalısınız tırabzanlardan. Olsun, mevcut olan da işimizi görür.” dedi deftere bir şeyler karalarken.

Dudaklarım mıhlanmış vaziyette onu izliyordum. “Korku. Kırk iki yıllık. On üç yaşındaki şu kız çocuğuna bağışlayacaksınız onu. Kaydınızı onaylıyor musunuz?” dedi defteri bana çevirirken. Açık sayfada kızımın fotoğrafı vardı. Göz bebeklerim büyüdü. Tepki veremedim. O sayfaya bir şeyler karalayıp bir sonraki sayfaya geçti. “Sol üst iç cebiniz. Merhamet. Bunu, otuz yedi yaşındaki bu kadına ve az önceki kız çocuğuna bağışlayacaksınız. Onaylıyor musunuz?” Buna da tepki veremedim. Bir şeyler karaladı. Sonraki sayfaya geçti. “Sağ cebiniz.” Kaşlarım kalktı. O da neydi? Ne vardı sağ cebimde? Elimi cebime attım. Bir şey yoktu. “Son birkaç dakikanız. Bunları da dünyaya bağışlayacaksınız. Onaylıyor musunuz?” Son dediklerinden hiçbir şey anlamadım. “Kayıtlar tamam. Her şey için teşekkürler. Bağışlarınız hayat verecek herkese.” deyip sandalyeden kalktı. Kapı gıcırtısıyla ayrıldı odadan.

Siyah cildine hafif ışıkların yansıdığı defter öylece duruyordu önümde. Elimi götüremedim ona. Ceplerime baktım. Pürüzsüzlük…

Her şey, bu havada dışarı çıkmamla olmuştu. Çıkmayacaktım. Fakat olan olmuştu. Delinin birine rastlamıştım ve saçmalıklarına alet etmişti beni. Bir an önce bu yerden çıkmalıydım.

Adımlarıma kuvvet verip yürümeye başladım. Odanın kapısını sertçe vurup çıktım oradan. Merdivenleri üçer üçer indim. Tırabzanlara bakamadım. Binayı terk ettim. Sokakları hızlı adımlarla geçtim. O kötü ses yalnızca sesten ibaretti. Yağanın ne kar ne de yağmur olmasıyla da ilgilenmiyordum. Bir suçlu varsa, bu sulu sepken değildi. Bendim.

Koşmaya başladım. Evime çıkan caddeleri bir bir geçtim. Eve geldiğimde rahatladım. Binaya girip beşinci kata çıktım. Kapı açıktı. Şaşırdım. Uğultuya doğru ilerledim. Oturma odasında, üçlü koltuğun üzerinde teni beyaza çalan biri yatıyordu. Ayakları görünüyordu yalnızca. İnce kemiklerini saran derisi, hayli zayıf biri olduğunu kanıtlıyordu.

Uğultular netleşip mânâlı sesler haline dönüştüğünde, seslerin eşim ve kızıma ait olduğunu anladım. Seslere yöneldim. Mutfaktaydılar. Yanlarında üst komşumuz Behice Hanım. Gözünden yaşlar akıyordu. “İçerde yatan kim?” diye harfler dökülüyor ağzımdan. Harflerin sesini yalnızca ben duyabiliyorum. Eşim yahut kızım tepki vermiyor, Behice Hanım ise burnunu çekiyordu. Tekrar oturma odasına gittim. Üzeri beyaz çarşafla örtülü, yalnızca ayakları görünen kişiye doğru gittim. Çarşafı kaldırdım. Ayakların sahibi olan yüz, aynada gördüğüm yüzdü. Çarşafı tamamen kaldırıp odanın ortasına bıraktım. Evet, bu bendim. Solgun yüzümde hiçbir ifadenin izi yoktu.

O kızın son söyledikleri kulağımda yankılandı. Son birkaç dakikanız. Bunları da dünyaya bağışlayacaksınız.

Eşimin ve kızımın seslerini alıp paltomun ceplerine sokuşturdum. Açık duran, soğuğu içeri davet eden dış kapının yanında durdum. Portmantoda asılı paltoma baktım. Üzerimdeki paltoydu. Çıktım kapıdan. Tırabzanlara dokunmadan, tek tek indim basamakları.

Binadan çıkıp giriş kapısının yanında durdum. Bir ambulans, ışığını binalara süze süze geldi, durdu. Üç kişi arabadan inip binaya girdi. Biraz sonra sedyedekiyle birlikte dört kişi geldi. Hemen ardından eşim, elini tutan kızım ve Behice Hanım indi. Eşim sedyenin yanında durup, örtülü olan bedenin baş kısmını açtı. Yüzüm. Sulu sepken, yerini lapa lapa yağan kar tanelerine bıraktı. Son kez inen kirpiklerime yılın ilk karı yağdı.