Dünyanın Kıyısını Anlatan Mezar

Derya Kuru

26. Hafta Kelimeler: Sınır. Palto. Kayıt.

derya kuru

dünya’nın kıyısını anlatan mezar

‘’Amma da hikâye,’’ diye geçirdi içinden yeniden. Denizi izledi bir süre. Beyaz bir kadın mantosunu aradı gözleri. Paltosuna sarındı. Aylar geçti ama hadiseyi unutamadı. Bıyıklarını kestirmişti. Yürüdü. Görevlinin yolunu kesmeseydi belki de yaşayacaktı. Ona sadece yardım etmeye çalışmıştı. Su ayaklarına kadar ulaşınca birden ona kaydı zihni. Adamı unuttu. Kendini bütün ruhuyla güzelliğin gölgesine bırakmak istiyordu. Yaşamak mümkün olsaydı, yaşamak sonsuz olsaydı bu gölgede diye ara ara gözlerini kapatıyor sınırlarında. O zaman rüyasına kavuşuyor. Ne gelecek umrumda ne de diğerleri. Olabildiğine sakindi bu gece. O hadiseden sonra her hafta uğrar olmuştu, yaz kış demeden. Her gelişinde mantonun battığı yere bakar olmuştu. Deniz uzun boylu adamın suskunluğu içinde o kadar çok şey duymuştu ki, kabukları acıdan, sessiz ve gizli gizli ağlamalardan kabaran, ince bir çığlık gibi yırtılan damarlarının sesini işitmişti. Diğer elini de paltosunun cebine saldı. Sınırlarında yürüdü. Deniz ayaklarını okşuyordu. Demek ki insan bir hikâyenin neresinde durduğunu, hikâyenin nerede ve nasıl başlayacağını, nerede sonlanacağını özünde bilemiyordu. Çünkü bir hikâyenin bittiği yerde bir başkasının başlamaması için hiçbir neden yoktu ki hayat da bundan farklı bir şey değildi. Biten bir şeyden sonra başlayan bir şey de değildi belki de öyle sanılmıştı. Çoktan başlayan bir hikâyeye başını çevirip de bakmamıştı.

Sınır:

Görülecek düşlerin büyüsünü üzerime aniden bırakan sessizlik, burayı hatırlıyorum. Burası zamanda yosun bağlamış kaygan bir yerdi. Kaydı. Nasıl olduğunu tam hatırlamıyorum ve kuvvetlice bir el onu ötekine doğru fırlatmış ve o da hızlıca kayarken ve öteki de aynı hızda karşsına çıkınca onun da çarpmasına ramak kalmıştı, çarpmadı. Ellerini kaldırdı. Teslim ol. Şimdi. Geriye sıçradı. Oldu. Onu gerçek olan bir zamandan alıp bir düşe taşıdı. Gerilediği mesafe kadar ilerleyip bir daha boynuna sarıldı. Bir öncekinden uzun sürdü.

Ömür. Baştan sona kısadır. Bu kıssada biraz ıslanır. Kayda değer bir yağmur yağar. Burası sınır. Evet. İşte verilen kelime. Başlangıcı ve bitişi belirten ve böylece sonsuzu bir parça haline getiren şey. Beni paramparça edip onu doğru parçam haline getiren şey; acının, korkunun, aynı yoldaki umut ve tekamülün serinliği. Gölgesinde, suskunlaşmış bir acı serinledi. Söğüt dalları gibi ellerini uzattı. Tutundum. Kederindendi suskunluğu. Hayat zamanla herkesin sesini içine kaydeder. İçimizdeki kan, koyulaşır. Koyu bir kırmızılık daha da hızlı gezer içimizi. Suskunluk genişledikçe, içeriden fokurdar. Dizleri üşür birden. Elleri kolları… Paltoyla örtünür. Bu üşümeyle dirilir bir yaşama isteği.

Paltosunun üst cebinden paketi çıkardı. Paketin içinden de çakmağı çıkardı. Yaktı. Sarı-mavi bir sıcaklık, avucunun içini dolaştı. Kıyısında yürümeyi bırakıp, denize doğru baktı. Yüz yüze geldiler. İçeride bir yere kaydedilen konuşma, yanlış dişlere dolanıyordu. İçeriden ara ara cızırt diye bir ses çıkıyor, gıcır gıcır ediyor, geri sarıyor, baştan alıyor, tıkır tıkır ediyor, kütür kütür ediyor, en sonunda cız ediyor ve kopuyordu. Kayıtlar bir birine bağlanmıyordu. Mantonun kaybolduğu yeri de içine alan bir yerde -oldukça geniş bir yerdi- yüzüne aydınlık bir şeyler vurdu. Islak kuma değen izmaritin bir ucu daha da hızlı söndü. Denizle yüzleşirken Özge’yi düşündü. Kendi çarkında dönüp duran düşüncelerdi. Bütün gösterişini erkekler için yapıyor. Saçlarının rengini sık sık değiştiriyor, modaya uygun kıyafetler giyiyor, Allah bilir on tane ayrı çizmesinin hiç birini tamir ettirmiyordu. Onu birden kullanılınca da zaten eskimiyordu. Özge, böyle süslenme dünyaya, diyemezdi ya. Özge benim için mi bunlar da diyemezdi. Demezdi de. Değildi. Hepsi içindi. Özge ona birkaç güzel gece dışında ne verebilirdi. Dalga yine ayaklarına vurdu uzun boylu adamın. Daha hızlı çekilip, daha hızlı yutuyordu ayaklarını. İçindeki uğultu yeniden başlıyor, doğru kaydı arıyor bir türlü bulamıyordu.

Fazla olduğun gibisin diye seslendi karanlığa. Olduğun gibi olmazsan fazla da olmazsın demedi. Fazla olmamalısın. Olmadığın gibi olmalısın. Yalancı yüzler yaratmalı onlarla tanışıp el sıkışmalısın. Kendinden başka yüz aradı karanlık. Kendinden başkasını bulamayınca, kendine birkaç defa seslendi. Merhaba, benim de söyleyecek çok sözüm var ama ar ettiğim, Merhaba benim de sövecek çok yerim var ama men ettiğim, Merhaba benim de atacak çok lafım var ama dudağımı dişlediğim, Merhaba benim de doyuracak çok köpeğim var ama beslemediğim, yüzüm, yüzüm, yüzüm, yüzüm, kendim. Merhaba kendim. Kendimizle kalalım.

Bir başka türlüsünü değil ancak gölgelenmiş bir hayatı yaşayabilirdi. Genç bir ölü evinden çıktı ve paltosuna sarındı. Parmaklarının bütün gücüyle sıktığı paltonun cep astarını serbest bıraktı. Cepte, hiçbir zaman fark edemeyeceği birkaç dikiş söküldü. Farkında olmadan içine dolan nefes, kendini fark ettirmeden, içini daha da şişirip içeriye kaydettiklerini daha da geriye itmeden dışarı çıkmıyordu.

Etrafına bakındı. Anlamsızdı ama bakındı. Gecenin bu saatinde bir görevli arar gibi bakındı. Paltosunu sınırın üzerinde çıkardı. Parıltıda beliren beyaz mantoyu giyindi. İçindeki doğru kaydı bulunca, tekrar etmeye başladı ve kendisini bırakabileceği derinliğe ulaşınca denizin koynuna gömüldü. Bu dünyada olup bu dünyaya ait olmayan tek yerdi. Epey ilerledi. Okyanusa varana kadar yürüdü. Heybesinden boncuklar saçılıyordu. Göğe baktı. Bekledi kendini. Durdu. Oturdu. Heybesini bıraktı. Dizlerini karnına bıraktı. Ağladı. Çünkü gözyaşının muradı da süzülmekti yüzde. Öylece uyuyakaldı. Uyandığında okyanusun ortasındaki oyuğu gördü. Oyuk okyanusun içindeydi ama içine deniz girmemişti. Bir mezar vardı içerisinde. Okyanusun, okyanus olduğunu işaret eden tek şey işte bu mezardı. Derindeydi. Kimse bilemezdi bir başkasının derinliğini, herkes kendisininkini bilirdi, diye bilinirdi. Kim bilebilirdi. Birileri, birilerinin derinliğini bilebilirdi. Evet. Bir mezar vardı. Mezar kendine ait olanı, ta dünyanın kıyısında da olsa bekliyordu. Bu bekleyiş de her bekleyiş gibi bir bekleyişti aslında. Yolculuğunun adıydı. Gözlerini kapadı. Yağmur dinmişti. Göz kapaklarının ardına gökkuşağı serilmişti.