Kayıt, palto, kanat
ÇAKILAN SON ÇİVİ
Babaannemin kapısının arkasında uzun, siyah, kaşe bir palto asılı olurdu, kendimi bildim bileli. Yanında da kırçıl 8 köşe bir kasket.
Yaz kış, bayram seyran o palto hep orada dururdu. Birileri alıp giymez, bir yerden bir yere taşınmaz, dolaplara kaldırılmazdı bu palto. Bazen çocuk aklımızla evde saklambaç oynar, ayaklarımızın aşağıdan görüneceğini hesap edemeden arkasına saklanırdık. Ama her defasında babaannem sobelerdi bizi. Evin altını üstüne getirsek de ses etmeyen kadın, bu paltoya dokuduğumuz gibi kanatlanır koşar gelir, bizi altından çıkarır, bazen birer tane de patlatırdı bize. Hele palto yere düşmeye görsün! Sanırsın dünyanın en pahalı vazosu o evdeydi de attığımız top ona çarpmış gibi babaannem hoplaya zıplaya gelir, biz evimize dönene kadar söylenir, annemi babamı kovmaktan beter ederdi. O kırgın dönüşlerde evde iyice azarlanırdık. Köye gidişimiz epeyce uzardı. Yeniden köye gideceksek kapıdan girip çıkarken dahi nasıl davranmamız gerektiğine dair iyice tembihlenirdik. Evde büyükler varsa yerimizden çok kalkamaz, birbirimizin gözüne bakıp birbirimizi ayartır, bir bahane ile odadan tek tek çıkar, kuzenlerimle caminin avlusunda buluşurduk. Bazen o kadar tedirgin edilirdik ki babaannem tarafından, babam yeniden gitmek için bayramı bekler, babannem gönül almak için bir şeyi bahane eder bize gelir, konuyu hiç açmadan tatlıya bağlar giderdi.
Çocukken paltonun kime ait olduğuna dair fikir yürütmek bile yasaktı bize. O yüzden bu işi gizliden yapardık. Ben sanırım doğduğumdan beri kokulara karşı çok duyarlıydım. O yüzden kapıdan girip çıkarken paltoyu koklamaya çalışırdım. Koşuyor bile olsam kapıya yaklaşınca yavaşlar, burnumu av köpeği gibi havaya diker, çok derin bir nefes çekerdim. Sonra da bu kokunun kime benzediğine dair (evet kime benzediğine dair, çünkü bence herkes kokusuna benzerdi ya da her koku sahibine benzerdi) yorum yapmaya başlardım. Sırf bunun için kapıdan girip çıktığım olur, kafam karışınca bir şeyleri bahane eder yine paltonun yanından geçer, çaktırmadan elimle dokunur hatta elimi sert sert sürtüp kokuyu elime geçirmeye çalışırdım. Kokuyu kimseye benzetemiyordum. Hafif sigara kokusu… Sahibinden mi kalmıştı yoksa evde sigara içildiği için mi sinmişti, bunu çözemiyordum. Hafif bir esans kokusu… Tahminimce aslında hafif bir koku değildi ama zaman geçtikçe uçmuş ancak bu kadarı kalmıştı. Bazen amcama sarılır kokuyu karşılaştırırdım çünkü ondaki kokuyu da bir türlü çözemezdim. Olayı o kadar abartmıştım ki bir gün yengem girişteki askıda asılı paltoları koklarken yakaladı beni. Önce cep karıştırıyorum sandı, sonra ben durumu anlattım. “Babaannen yakalamasın kırar burnunu.” deyip gitti.
Ben bu işin peşini çok bırakmadım. Bir gün, kapağı, kıvrılmış bir çivi ile kilitlenmiş duvara gömülü dolabı açmaya cesaret ettim. Dolabın içinden eski kitaplar, bir namaz takkesi, tesbih, poşetlere sokuşturulmuş tozlu kalabalıklar ve bir koku kutusu çıktı. Yer yer boyası dökülmüş yeşil bir kutu. Açmak için kapağı kıvırdım ama kutu açılmadı, kıvrılınca içindeki pamuğu gösterecek kadar açıklık ortaya çıktı. Tuzluk gibi. Pamuğa dokundum, sertleşmiş, rengi kahverengiye çalmıştı. Burnumu yaklaştırdım… Evet evet, kokuyu bulmuştum. Heyecandan kalbim pıt pıt atıyordu. Elim yüzüm ateşler içinde yanıyordu. Gözlerimin önü kararmıştı. Sanki hazine bulmuştum, öyle bir gurur, öyle bir zenginlik duygusu vardı içimde… Tabii bir de suçluluk duygusu. Dolabın kapağı açılmıştı. Açan bendim. Ne büyük suç! Bu kadar suçu işleyen için bu kutuyu çalmak neydi ki? Alıp eteğimin lastik kısmına sıkıştırdım kutuyu. Artık bu hazine benimdi. Paltoyu alıp koynumda kaçıramayacağıma göre kokusu benim olacaktı. Bunun suçluluğunu çabuk attım üzerimden. Çok büyük bir sırrı çözmüş sayılırdım, kendimle gurur duyuyordum. (20 yıl sakladım kutuyu, babaannesinin torunu seni!)
Yıllar birbirinden çok farklı geçmedi. Biz büyüdük ve daha cesurduk. Büyüdük dediysek ben 9 yaşımdaydım o zaman. Kuzenlerim de benden 6 ay büyük, 5 ay küçük vs... Bir gün babaannemin olmadığı bir aile toplantısında patavatsızca sorduk paltonun kime ait olduğunu. Dedeme aitmiş. Ee ne var bunda yani? İnsanlar ölür arkalarında illaki bir şeyler kalır. Niye böyle devlet sırrı gibi saklanmıştı bu durum bizden? Saçma gelmişti. Dedemin ölümünden babaannemin kendini sorumlu tutuyor olması, o yüzden psikolojisinin çok bozulduğu vs konuşulmaya başlanınca biz sıvıştık. Çok merak ettiğimiz sorunun cevabı tek kelimelikmiş; bize yetti. Palto bizim için önemini o anda kaybetti. Artık kapının kolundan, kapıya yıllar önce çakılıp bırakılmış çividen ve kışın içeri uğuldayarak soğuk olan çatlaktan farksız bir nesneye dönüşmüştü.
Tam o sıralarda babaannem dedemin mezarını yaptırmaya karar verdi. Bu görevi de küçük amcama vermişti. Amcam askerden yeni gelmiş mermer ocağında çalışmaya başlamıştı. Mermer ocağından tek parça taş alınacak, mezarcıya verilecek ve o tek parça mermerden yapılacaktı mezar. Dedeme yakışır bir şey olmalıydı. Amcam babaannemi aramış, bu hafta açılacak tüneldeki mermerlerin çok iyi olduğunu, taşı oradan çıkacak olanlardan alacağını ve köye gelecek ilk kamyona yükleyip getireceğini söylemişti.
Dediği tüneli açmak için patlatılacak olan dinamitleri amcam elleri ile yerleştirmiş, uygun mesafeye geçip dinamitleri patlatmıştı, sonradan arkadaşlarının anlattığına göre. Dinamit patlamayınca kontrole gitmiş o esnada patlayan dinamit nedeniyle etrafa fırlayan taşlardan biri amcama denk gelmiş ve amcam oracıkta vefat etmişti… Dizlere kadar kar yağmıştı amcamın defnedildiği gün. Ertesi gün nüfus sayımı vardı ve çok kalabalık olan ev mecburen boşalmıştı. Kayıt için köyün iki öğretmeni geldi. Amcam hariç herkes nüfus sayım defterine kaydedildi. Öğretmenler gittikten sonra babaannem yavaş hareketlerle ayağa kalktı. Ağır adımlarla, bükülmüş belini tuta tuta kapıya gitti, dedemin paltosuna baktı, eliyle paltonun sırtını sıvazladı; herkes nefesini tutmuş, ağlayamadığı için sesli sesli yutkunuyordu. Babaannem odadan çıktı, az bir zaman sonra elinde amcamın paltosu ile döndü. Paltoyu sağ koluna astı, dudaklarının arasına sıkıştırdığı çiviyi dikkatlice kapının üstüne tuttu, elindeki çekiçle ağır ağır; bir taraftan ağlaya ağlaya çaktı çiviyi. Paltoyu dedemin paltosunun yanına astı, sırtını kapıya yaslayıp çöktü olduğu yere. Babaannemi ne zaman oradan kaldırdılar, hatırlamıyorum, ama sanıyorum babaannemin sırtı hâla o kapıda, bedeni bazen ortalarda geziyor ama babaannem etiyle kemiğiyle iki paltoya dönmüş bir ceset o gün bugündür. Şimdi kimseden hiçbir şey istemez, birini bir yere gönderirim de geri dönmez diye korkusundan…