BABALAR VE OĞULLAR
Sahibinden satılık palto. Hiç giyilmedi. 8 yaş içindir. 250 TL**
İlana gözüm dolu baktım bir kez daha. Bir gün düşeceğimi biliyordum ama bu kadar erken beklemiyordum.
Annemi hiç hatırlamıyorum. Hâllbuki 8 yaşındaymışım öldüğünde. Kimse inanmadı hatırlamıyor oluşuma. Ama beynimde ona dair tek bir görüntü yok. Sadece temizlik hissi; üstüm başım, yemem içmem de bir temizlik varmış da o kaybolmuş gibi hissettim hep. Annemi hatırlamıyorum ama evdeki kadının da annem olmadığını biliyordum. Nereden geldiği, niye geldiği bilinmez bir kadın. Ona göre ben uyumsuz ve soğuktum. Kardeşim Bülent hemen uyum sağladı ama,Hem kadına hem de sonradan olan kardeşlerime. Sanki onların bir parçasıymış gibi. Küçükken salak bulurdum onu ama şimdi bakınca kendince en akıllı olanı yapmış. Yaşaması için unutması gerekiyordu o da zaten hatırlamıyordu çoktan. Gören, babasının oğlu diyordu ona. Hem fiziken hem de karakter olarak aynı babamdı Bülent. Bense yüzümdeki her noktayla aynı annem.
Bu benim öyküm ama aslında annemi anlatmam gerek. Ben ne olmadıysam onsuz olamadım. Kulaktan kulağa anlatılanlarla tamamlanmamış eksik kalan bir öykü..
“Dedem varlıklı bir adammış. Uzun yıllar Almanya’da yaşamış. Türkiye’deki eşine ve tek kızına iyi bir hayat sağlamış. Yaşı ilerledikçe, yalnızlık zor gelince onları da yanına almak istemiş. Anneannem kendi gitmeyi kabul etmiş ama o zamanlar 17 yaşında olan annemi götürmeye kesinlikle karşı çıkmış. “Bu yaştan sonra elin memleketinde nasıl sahip çıkacağım ben bu kıza. Zaten evlenme yaşı da geldi. Biz iki yaşlı onu orada ne yapacağız. Bulalım birini. Evlensin yuvasını kursun. Hem bize de gelip gittikçe kapı olur.” Dedemin de aklına yatmış bu fikir. Hemen soruşturmaya başlamış. Sonra babamı bulmuşlar. Kimi kimsesi olmayan gariban babam bize iyi damat olur diye girmişler aklına.”İyi işte çöpsüz üzüm .Gelir durur malın mülkün başında.”
Apar topar bir düğün kurulmuş. Vermişler nazlı anamı gariban babama.
Babam bir anda önüne serilen bu fırsata inanamış. Tek yapması gereken eldekini sahiplenmek, evdekinin gönlünü hoş etmek. 20 yaşında genç yokluktan varlığa geçmiş bir anda. Hiç gocunmadan varmış kurulmuş kaynatasının ocağına. İş yok güç yok. Her ay hesabına yatan paralar da cabası. İki yıl dayanmış,göstermemiş yüzünü. Sonra yavaş yavaş başlamış.Arkadaşlarıyla her pazar çıktığı balık sefalarında bir- iki tek atmalar, önce haftada üç güne sonra da her gece eve gelmemeye başlamış. Üstelik kumar da oynuyormuş. Zavallı annem kendi suçuymuş gibi utanmış,saklamış hep. Ne ailesine ne çevresine tek kelime etmemiş.
Dedemler tatile geldiğinde kuzuya dönüyormuş babam çünkü. Korkak ve ezik zavallı.. Onlar tatili bitirip kapıdan çıkar çıkmaz koşuyormuş tekrar kendi batağına. Tam 9 yıl oynamışlar bu oyunu. 9 yıl sonunda annem ölene kadar.”.
Anneannem hiç affetmedi; ne iki yaşlı kendileri dururken kızını elinden alan hayatı ne de sadece kızının gönlünü hoş tutsun diye bir oyuncak gibi satın aldığı babamı. Cenazede annemin yan komşu teyzelerden biri dayanamayıp “Geç kaldın Ayşe kadın. Bu kıza sahip çıkmadınız. Bu kız ne hâlde hiç sormadınız. Kuzuyu kurda teslim ettiniz. Yaktı bu soysuz kızın başını. Zavallı Hatçem. Arından kahrından öldü.” deyince kovmuş bizi de babamı da evinden. Yine de konu komşudan sebep çıkartmamış bizi oturduğumuz evden. Biz dedemin anneme aldığı evde babamın karısıyla,yeni çocuklarıyla yaşadık yıllarca utanmadan.
9 yaşındaydım. Bayram sabahı babam elimizden tutup götürdü bizi onların yanına. Niyeti onlarla arayı iyi tutmak, biraz para koparmaktı. “Biricik torunları mecbur bakacaklar.” diyordu. Biz iki kardeş girdik içeri. Babamın karısının bize giydirdiği kıyafetlerdeki uyumsuz düzensizliğe, halimizdeki çelimsizliğe bakarak “Hah! Bulmuşsunuz layığınızı.“ deyip gönderdi bizi evden. Dedem cepimize biraz para koydu. “Haydi gidin burdan. Bizim sizi görecek halimiz yok. Baksın o soysuz babanız size bundan sonra.”
Ben o gün kararımı vermiştim. Babam gibi olmayacaktım. Ödüm kopuyordu ona benzemekten. Kimseye muhtaç olmayacak, kendimi asla küçük düşürmeyecektim. Babam gözümde korkak zavallı biriydi. Okuyacak, üniversiteye gidecek ve bir daha da buraya, bu şehre dönmeyecektim.
Gelgitlerle ve sanrılarla dolu ergenlik yıllarımda bile hiç vazgeçmedim. Ne babamın sonradan düzelip ailesine sahip çıkması ne Bülent’in aileye girme çabaları arada kalmışlığıyla, giderek babama dönüşen sorumsuz bir genç olması ne de beni hiç bırakmayan kabuslar döndürmedi yolumdan. Kurtuluşum okumaktı. O yaşlarda bir çocuk için fazla cesur bir kararmış aslında.
Üniversiteye kaydımı yaptırıp artık gideceğim gün gelip çattı. Ben annemin bizim için yaptırdığı odada son gece eşyalarımı toplamaya başladım. Allahtan kadın buraya hiç dokunmamıştı. Her şey annemin bıraktığı gibiydi. Niyetim neyim var neyim yok almak ve bir daha hiç dönmemekti. Tabii bunu onlara hiç söylemedim. Bir şekilde gittiğim şehirde kalmanın bir yolunu bulacaktım.
Her şeyimi topladım. Tek bir parçam bile kalsın istemiyordum. Odaya göz gezdirirken çocukluğumdan beri kenarda duran ama şimdiye kadar hiç açılmayan sandığı fark ettim. Tuhaf, hiç aklıma gelmemişti öncesinde içine bakmak. Son bir merakla açtım sandığı.
Ve orada karşılaştım annemle.
İçinde bohça bohça düzenlenmiş eşyalar vardı. Benim ve Bülentin çocukluk kıyafetleri, emziklerimiz, biberonlarımız, birkaç tane oyuncak, bir sürü birlikte çekildiğimiz fotoğraf ve kahverengi bir palto. Paltoyu görünce yıllardır sakladığım ne varsa hatırladım.
O kış çok soğuk olmuştu. Ben birinci sınıfa başlamıştım. Babam dedemlerin bize gönderdiği parayı gene kumarda yemiş ve ben okula eski hırkalardan biriyle gidiyordum. Annem hem ağlıyor hem de uykusuz geceler boyunca elinde bir dantel sürekli örüyordu. Birkaç gün sonra okuldan eve geldiğimde elinde bu palto vardı. Bana sevinçle giydirdi. ”Artık üşümeyeceksin bak.” dedi. Ve benim o paltoyu giydiğimi görmeden vefat etti. Meğerse onu alabilmek için komşunun gelinine el işi yapmış gizli gizli ama yorgunluk, üzüntü, stres ve soğuk ciğerlerini hastalandırmıştı. Hastaneye yatmayı bile beklemeden kapadı gözlerini. O gece fotoğraftaki annemle ilk kez karşılaştık, son kez vedalaştık.
Paltoyu bavulun en üstüne koyup kapadım sandığı. Sadece paltoyu alacaktım yanıma. O benim kim olduğumdu.
Yıllar içinde kendi yalnızlığımla bir hayat kurdum. Hiç sene kaybetmeden okulu bitirdim ve öğretmen oldum. Ailemle arama iyice mesafeler girmişti. Arada birkaç telefon görüşmesi o kadar. Babamın telefonda “Oğlum çok özledim. Niye böyle yapıyorsun? Bak burada kardeşlerin var. Hiç değilse onlara bir bak.” sitemlerini “İşim çok, vaktim yok.” diye geçiştiriyordum. Oraya dönmeye onlar gibi olmaya hiç niyetim yoktu.
Bozkırın ortasında küçük bir köye tayinim çıktı. Çok mutlu huzurluydum. Yeni bir hayat kurmuş, yeni bir çevre edinmeye başlamıştım. Soğuktur bozkırın kışı. Uzun kış gecelerinde arkadaşlarla oturup sohbet eder kimi zaman da oyunlar oynardık. Ömer kağıt oyunlarına çok meraklıydı. Gecenin bir yerinde allem eder kallem eder dağıtırdı kağıtları. ”Ya hadi bir el oynayalım.” diye başladığımız oyunlar sabah kadar devam ederdi. Ben de iyi oynuyordum ha! Önceleri acemi şansı diye küçümsüyorlardı ama benim gerçekten yeteneğim vardı kâğıtlara. Oynadığımız her oyun genelde benim galibiyetim ile sonuçlanıyordu.
Herkesin evine gittiği bir sömestr tatilinde köyde sadece Ömerle ben kaldık. Bir akşam Ömer dedi ki “Gel seni bir yere götüreyim. Havamız değişir hem.” Kahvehaneye benzer bir yere gittik. Bir sürü adam oturmuş kâğıt oynuyordu. ”Oğlum delirme. Kumarhaneye mi getirdin?” dedim. ”Ya ne alakası var. Hep aynı kişilerden sıkılmadın mı? Hem istersen para bile kazanabilirsin. Oğlum bunları gözü kapalı yenersin sen. Hadi bir el oynayalım.”
O gün benim kaybettiğim gündü. O gün benim babam olduğum gün oldu. O gün aslında onca yolu boşa gittiğimi anladığım gündü.
Bir kazanıp beş kaybederek artık bağımlı olmuştum. Bulduğum ilk fırsatta oraya koşuyor ertesi gün işim yoksa bazen 24 saat masadan kalkmıyordum. Bir kere dalınca dibi görmem hiç zor olmadı. Battıkça battım.
Cebimde tek kuruş kalmamış öylece dolanırken paraya çevirebileceğim bir şeyler arıyordum. Kitaplarımı, ilk maaşımla aldığım çantamı, bilgisayarımı çoktan elden çıkarmıştım. Elimde kalan tek şey hiç giyilmediği için yepyeni duran bu çocuk paltosuydu. Hiç düşünmeden çektim resmini ilanı verdim
Telefonum çaldı. Karşımdaki kişi alıcı olduğu söyledi. Şansıma aynı şehirdeydik. Hemen getirsem parayı peşin vereceğini söyledi. Hızla hazırlandım. Elimde poşet evden çıkarken gözüm aynaya takıldı. Aynada annem vardı.
“Yazık oldu çok yazık!”
*Ahmet Bey bana 3 kelime verdi - Baba, kumar(baz) hayalet..Ben Baba ve kumarı kullandım.
** Hemingway dan esinlendim.