Kasabada Gayr-ı Tabiî Hâl

Gözde Yılmaz

Palto, Kayıt, Bende

İlk defa korku türünden bir şeyler yazmaya çalıştım.

KASABADA GAYR-İ TABİÎ HAL

Şapşad kasabası güneşin yavaş yavaş çekilmesiyle yerini önce kızıllığa ardında alacakaranlığa bırakmış, görenleri ürperten bir havaya bürünmüştü. Kuş uçmaz kervan geçmez bir dağın eteğine kurulmuş bu yer, oldukça tarihi bir geçmişe sahipti. Ancak halk ağzında hoyrat insanları ve ürkütücü yapılarıyla pek de iyi anılmıyor, bundan mütevellit yolu düşecek olan yabancıyı bile yolundan geri çeviriyordu. Yalnız ne kadar yabani ve ne kadar ürkütücü olursa olsun bu kasabanın da korkutamayacağı birileri vardı elbet. Bunlardan biri de bölgenin şube amiri Mithat komiserdi.

Başında kışlık siyah bir şapka, üzerinde önünü sıkı sıkı bağladığı yine siyah paltosuyla kasabanın merkezine doğru acele adımlarla yürüyordu Mithat komiser. Oldukça iri yapılı ve sert bir mizaca sahipti. Kaşları çatık, gür bıyıklarının üzerindeki burnu kızarmaya başlamıştı.

Mithat komiserin hemen ardında polis memuru Numan ona yetişmek için neredeyse koşmak zorundaydı. Gözü sürekli yerde ilerliyordu. Kasabanın bozulmuş yolunda takılıp düşmemek için gayret ediyordu. Mithat komisere biraz yavaşlamasını söylese şu an ki sinirini daha da artırmış olur muydu acaba?

Arabayla kasabaya kadar gidemeyeceklerini anladıklarında yürüyerek devam etmek zorunda kalmışlardı. Üstelik akşam olmuş, hava neredeyse kararmıştı. Olur olmadık birçok şeye sinirlendiğini bildiği komiseri bu duruma da tabii ki sinirlenmişti. Yüzündeki ifadeden de rahatlıkla anlıyordu Numan.

Günler öncesinden kasabalı birkaç kişi polis merkezine kadar gelmiş ve ilginç bir şikayette bulunmuştu. Anlatılanları dinleyen Numan meslek hayatında belki de ilk defa böyle absürt bir duruma şahit oluyordu. Gelenlerin aklını oynattığını, hayal gördüğünü düşünmeye başlamış, bu nedenle de pek dikkate almamıştı. Aradan geçen zamanda kasabadan birkaç kez daha gelmişler ve şikayetlerini yinelemişlerdi. Adamların bu ısrarı üzerine mecbur kayda aldığı bu durumu incelemesi için Mithat komisere iletti. Şikayetten haberi olan diğer polislerin kulağı komiserin odasında, oradan gelecek kükremeye benzer sesi duymayı bekliyordu. Zavallı Numan’a da acımadan edemiyorlardı. Nitekim fazla beklemelerine de gerek kalmamıştı.

- Bu ne saçmalık!!! Dalga mı geçiyorsunuz benimle? Başka işiniz mi yok sizin evladım, böyle saçma sapan şikayetler getiriyorsunuz önüme? Çabuk çık buradan gözüm görmesin bunları.

Aradan geçen zamanda kasabadan yine gelmişler ve aynı şikayette bulunmuşlardı. Lakin polislerin kendilerini ciddiye almadıklarını anlayınca bir daha da gelmediler. Bu ilginç olayın üzerinden bir ay kadar zaman geçmişti. Kasabaya yakın küçük bir köye yolu düşen Mithat komiser ve Numan, köydeki işlerini halledip dönerken yolda Sapşad tabelasıyla karşılaştılar. Numan bir ay önce bu kasabadan gelen şikayeti anımsamıştı. Mithat komisere de bundan bahsetti. Henüz mesai saatleri dolmamıştı. En azından kasabaya uğrayıp muhtarla konuşur, son durumu öğrenebilirlerdi. Ne var ki yolun bu kadar bozuk olduğunu bilemediler. Araba ilerlemekte zorlanınca yürümek zorunda kalmışlardı. Kasabaya ulaşmaları tahminlerinden fazla zamanlarını almıştı.

Geçtikleri yolda evlerin camlarından bakan yaşmaklı kadınlar kasabalarına gelen bu iki yabancıyı tanımaya çalışıyordu. Göz göze geldiklerinde ise ya içeri kaçıyor ya da perdeyi kapatıyorlardı. Mithat komiser bu duruma anlam veremedi.

Akşam ezanı okunmaya başladı. Sokaklarda kimse kalmamıştı artık. Muhtarın evini veya kahvehaneyi soracak birilerini aradılar. Ana yolda yürümeye devam ediyorlardı. Uzaktan gördükleri caminin minaresiyle yönlerini oraya çevirdiler. Kasabanın sessizliği Mithat komiser ve Numan’a da sirayet etmişti. Yol boyunca hiç konuşmadılar. Etrafı inceleyip tanımaya çalışıyorlardı.

Az sonra namaz kılmak için camiye gittiğini düşündükleri yaşlı bir adamla karşılaştılar. Hafif bükülmüş beliyle yavaş yavaş yürüyordu. Elinde bastonu, başında takkesi vardı. Üzerineyse sadece kalın bir yelek giymişti. Bu halde üşüyüp üşümediğini merak etti Numan. Yanına gidip muhtarın evinin nerede olduğunu sordular.

- Nedeceniz muhtarı? Kim olursunuz?

- Dede ben komiser Mithat. Bir durum için muhtarla görüşmem gerek. Sen söyle hele muhtarın evini.

- Yoksa siz şu çeri için mi buradasınız? Ondan mı görüşeceksiniz muhtarla? Bre evladım kaç zaman oldu size haber vereli. Ne zamandır gelmediniz. Ne kadar bekledik halbuki.

- Yahu dede sen bize söyleyecek misin şu adamın evini?

- Gelin benimle, götüreyim ben sizi.

- Gerek yok, biz gideriz. Namazından alıkoymayalım seni şimdi.

Yaşlı adam cevap vermeden adımlarını hızlandırarak yürümeye başladı. Mecbur peşine takıldılar adamın. Muhtarın evine varana kadar da konuşup köy hakkında bir şeyler öğrenmeye çalıştılar. Pek bir gevezeydi ihtiyar. Yol boyunca aklına ne geliyorsa anlatıyordu. Karanlık da iyice çökmüştü. Sokak lambaları azdı bu kasabada ama iyi aydınlatıyordu. Yürüdükleri yolda önce koyu bir karanlığa dalıyorlar çok geçmeden lambanın aydınlığına kavuşuyorlardı.

-Eskiden buralarda büyük isyanlar olurmuş evladım. Askerler kol gezermiş etrafta. Kasabanın ortasında bir ağaç vardır. Kavlağan ağacı. Gerçi siz görmemişsinizdir daha. Çok eski bir ağaçtır o. Suçlular yakalanınca götürüp orada asarlarmış. Kim bilir kaç kişi asıldı. Yaa evladım öyle işte.

Mithat komiser sıkılmaya başlamıştı artık. Adamın anlattıklarından da bir şey anlamıyordu. Pek bir alâkasız konuşuyordu ihtiyar.

- Amca sen niye anlattın şimdi bunu?

Belli ki Numan yaşlı adamın anlattıklarıyla ilgilenmişti.

- Hele bir muhtara gidelim, anlarsınız sonra.

Bu konuşmanın üzerinden çok geçmemişti ki etrafı tahta çitle çevrili eski bir evin önünde durdular. Evin sadece bir penceresinden sarı bir ışık yayılıyordu. Yaşlı adam kendisinden çıktığına inanılmayacak güçte bir sesle bağırdı muhtara...

Mithat komiser ve Numan kahvehanenin önünde ellerinde çay bardakları muhtar efendinin anlattıklarını dinliyorlardı. Ara sıra lafa adının Kiriz Musa olduğunu öğrendikleri yaşlı adam da dahil oluyordu. Sanki birileri anlattıklarını duyacakmış gibi kısık sesle konuşuyorlardı. Mithat komiser duyduğu gayri tabii olaylarla her zaman çatık olan kaşları bu sefer iyice havalanmış, hayrete bürünmüştü.

- Komiserim üç aydır durum böyle. Kasabalı bıkmış durumda artık. Kaç seferdir durumu anlatmaya geldik en sonunda gelebildiniz. Allah razı olsun sizden.

- Yani bu anlattıkların buradaki her evde oluyor mu peki?

- Yok komserim. Çoğunlukla yaşlıların evlerinde oluyor. Koydukları eşyaların yerleri değişip duruyormuş. Garip garip sesler işitiyorlarmış. Akşam oldu mu hepimizin üzerinde bir ağırlık oluyor ki hiç sorma komiserim. Ayağa kalkacak dermanımız olmuyor. Benzetmek gibi olmasın ama ölü gibi yatıyoruz evde.

- Neden polise gelme gereği duydunuz o hâlde? Doktora niye gitmediniz mesela?

- Bizim doktorluk bir meselemiz yok da ondan. Gidecek başka bir yer de bilemedik doğrusu. Hem, sahi diyorum komserim. Herkes aynı sesleri işitip durur.

- Ne işitiyor herkes muhtar?

Muhtar, Mithat komisere doğru iyice eğilip sessizce söylendi.

-”Bendeyim sultana ayan

üçler yediler kırklar

Huuuu!

Salın beni gideyim

Huuuu!”

Mithat komiser inanmaz bakışlarını muhtarın üzerinden çekmiyordu. Tüm akşamını bu saçma olayla geçirdiğine de inanamadı. Üstelik saatte epey geçmişti. Yanında duran Numan’ın ise duyduklarından etkilenip ürperdiğini fark etti.

Bu sırada karşıdan beyaz yaşmaklı bir kadının geldiğini gördüler. Ardından birkaç kişi daha geliyordu. Bunların hepsi de erkekti. Kadının üzerinde kalın bir yelek, altına da çiçekli bir şalvar vardı. Muhtar efendi kadını fark edince devam etti konuşmaya.

- Hah işte Meryem bacı da geldi. Bana inanmıyorsan bir de ondan dinle olanı biteni.

- Bu kadın da kim?

- Meryem bacı. Ruh olsun, üç harfli olsun, gayb işlerinden iyi anlar. Bu olaylar başımıza gelince para verip tuttuk biz bunu. Ama onun elinden de bir şey gelmedi işte.

Mithat komiserden derin bir oflama duyuldu. Muhtardan bir şeyler duydukça sıkıntı basar olmuştu. Paltosunun önünü açıp rahatlamaya çalıştı. Etrafı iyice kalabalıklaşmış, daralmıştı.

Meryem dedikleri kadın gelir gelmez konuşmaya başladı. Muhtarın anlattıklarının aynısını bir de ondan dinledi. Etrafındaki insanlar kadının her anlattığını onaylıyordu. Mithat komiserin kafası iyice atmıştı artık. Sesine hakim olamadan konuştu.

- Yahu siz ne sesleri duydunuz acaba? Hepiniz ağız birliği yapıp da mı geldiniz yanıma?

Komiserin ani bağırtısıyla irkilenler bir adım gerileyip durdular. Mithat komiserin yanından ayrılmayan Numan bile boş bulunup irkiliverdi. Aslında alışıktı komiserinin bu hallerine ama içinde bulundukları durum pek öyle değildi işte.

Yaşlı kadın ayıplayan bakışlarla Mithat komisere bakıp konuştu.

-”Bendeyim sultana ayan

üçler yediler kırklar

Huuuu!

Salın beni gideyim

Huuuu!”

- Tövbe estağfurullah... Ne yapacağız peki? Ne istiyorsunuz benden ahali?

Etrafındaki insanlar önce birbirlerine baktı. Sanki lafa nereden başlayacaklarına karar veremiyor gibiydiler. Sözcüleri gibi olan kadın bir adım öne çıktı.

- Komserim buralarda eskiden isyan çok olurmuş. Yakaladıkları isyancıları da götürüp kavlağan ağacında asarlarmış. İlerde eski bir mezarlık var. Oraya da gömülürmüş hep. İdamlıları asan da bir çeri var mezarlıkta. O kadar çok kişi asmış ki....

- eee devam et!

- Onun ruhu rahat etmediği için bize musallat oldu işte komserim.

Mirhat komiser duyduğu saçmalıklara daha fazla şaşıramazdı. Derin bir off çekti. Geldiğinden beri kaçıncı oflaması olduğunu bilmeden.

- Peki ben ne yapabilirim bu konuda?

- Sen bu ülkenin polisi değil misin? Sen de çeri sayılırsın evladım. Ben derim ki gidip o çerinin mezarını bulalım. Bulunca da ruhundan kurtulmamız için mezarı açmamız lazım. O mezarı bir tek seninle kazabiliriz. Yoksa çeri bize izin vermeyebilir.

Mithat komiser kadının sözlerinden sonra etrafındakilerin onayladığını gördü. Buradan pek de kolay kurtulabileceğini sanmıyordu artık. Bütün itirazlarına rağmen hep birlikte mezarlığa gittiler. Çeriye ait olduğunu söyledikleri mezarı buldular. Mithat komiser nasıl ikna edildiğini anlayamadan mezarın eşilmesi için onay vermişti. Nereden çıktığını fark etmediği bir de kazma kürek peyda olmuş, mezar kazılmaya başlanmıştı bile. Bundan sonraki olaylar o kadar hızlı gelişti ki ne Numan ne de Mithat komiser müdahale edebildi. Kasabalıya kesinlikle söz geçiremiyorlardı. Kabir kazıldığında içinden uzun, sivri tırnaklı ve kapkara saçlı bir cesed çıktı. Çok çirkin ve bakanın midesini bulandıracak kadar kötüydü. Yüzü kırmızıya boyanmış gibiydi. Üzerinde eski bir askeri üniforma vardı. Yaşlı kadının talimatıyla cesedi çıkardılar. Mithat komiser genzinin yandığını hissetti. Kadın cesedin üzerine eğilip bir şeyler söylüyordu. Kimse anlamadı dediklerini. İnce dikenli bir değnek aldı eline. Cesedin göğüs kısmını açıp saplayıverdi birden kadın. Sonra bakışlarını Mithat komisere dikti.

- Ruhunu hapsettim komiser. Şimdi bu cesedi öte dağın tepesinde yakmadan rahat ettiremeyiz.

Mithat komiser ne diyeceğini bilemedi. Ağzından kelimeler çıkmıyordu. Onun yerine Numan ileri atılıp konuştu.

- Ne yapıyorsanız yapın. Götürüp yakın cesedi. Biz de gideceğiz artık. Bize bu kadarı yeter.

Numan, normalde cesaret edip de ağzını açamazdı ancak Mithat komiserin konuşamayacağını anlayınca cevap vermek zorunda kalmıştı. Daha sonrasında komiserin kolunu tutup uzaklaştılar. En son birkaç kişinin cesedi taşıyıp götürdüğüne şahit oldu Numan. Arabaya gidene kadar da uzakta yanan ateşi gördüler. Mithat komiser paltosunun önünü tekrar sıkı sıkı bağlayıp arabaya geçti.

- Numan, Birkaç saat sonra hava aydınlanacak. Sabah olduğunda bu yaşananların hepsini unutacağız evladım. Hatta yarın kayıtlarda da böyle bir vaka görmeyeceğim. Sileceksin. Anladın mı beni?

- Anladım komserim, anladım.