ek zorluğu kullanmadım.
KURU PİLAV GÜZEL MİDİR?
Güneş hüzmeleri yüzümde dolaşıyor. Perdeyi araladım ve güneşin gidişine bakıyorum. Camdaki parmak izi temizlik yapmam gerektiğini söylüyor. Öyleyse yapılacak tek şey var. Güzelce iç çekip masanın başına dönmek.
“uyuuz”
Kardeşim mutfağın kapısını açtı, “uyuz” dedi ve kapıyı kapattı. Aslında şöyle oldu. Kardeşim mutfağın kapısını açtı, içindeki nefreti kusmak için kafamı çevirmemi bekledi ve gözleri gözlerime denk düştüğü anda (otuz sekiz salise sonra) uyuz diyerek kapıyı kapattı. Nefretini kusmak, öylece, nedensiz. Kardeşim hakkında uzun uzun düşünmek istedim. Öyleyse yapılacak tek şey var. Güzelce iç çekip masanın başına dönmek.
Parmaklarım çenemin kıvrımlarında dolaşıyor. Zihnim burada olmamak uğruna; burası hariç her şeyi düşünmeye hazır. Sürekli düşünme üzerine bir hayat sürüyorum. Görünürde oturuyor, kalkıyor, tekrar oturuyorum belki. Aslında hep düşünüyorum. Sonra, sonrası malum, düşünmemeye çalışıyorum. Kendime uzaktan bakmaya alışmıştım. İç sesim durmadan beni izliyor. Göz hapsinden sıkıldım. Artık kozları paylaşma vaktiydi. Düşünecektim. Önüme ne getirirse.
28 Nisan 2005: İlk defa kuru-pilavı sevdiğimi fark etmiştim. Ama annemlerden gizliyorum. Sonuçta emin olduğun konuda “yanılmışım” demek kolay değil. Çocukluk işte.
19 Eylül 2011: Kibar bir kız olmaktan vazgeçmiştim. Salak demeyi öğreniyorum. Her salak deyişimde karşımdaki insanlar kahkaha atıyor.
5 Kasım 1461: Gül koklarken portresini çizdiren Fatih Sultan’ın eline diken battı. Canının yandığını fark ettirmemek için diğer elindeki mendili sıktı. Bu, Nakkaş Sinan Bey’in dikkatinden kaçmadı.*
8 Temmuz 1999: Dedemin anlatmaktan bıkmadığı “ağlamayı tazeliyor” adlı hikayesi. Oyun olsun diye atılan kırlente üç saat boyunca ağlamışım.
12 Aralık 2135: Mezarımın yanından geçerken küfreden adama “salak” dedim. Oh be sonunda doğru vurguyu tutturabildim.
Kahvemden ilk yudumu aldım. İç sesim birbiriyle son derece alakasız bu şeyleri neden düşünmemi istemişti? Peki, bunu da düşüneyim. O halde başlıyorum. Hepsinin anlamı olmalı. Her şeyin anlamı vardır.
2005 yılında ilk kuru-pilavımı yediğimde mutfakta yalnızdım. Yedi yaşlarımda olmalıyım. Dışarıdan gelmişim. Annem kanepede uyuyakalmış. Masanın üzerinde yarım kalmış tabak. Tabakta kuru pilav. Kasede yoğurt. Acıkmışım. Annemi uyandırırsam kızar. Uflaya puflaya kuruların kenarlarından pirinçleri almaya çalışıyorum. Pilavın tadı değişik ama güzel. Yemeğin suyunu çekmiş çünkü. Sağımı solumu kolaçan ediyorum ve biraz kurudan yiyorum. Allah’ım çok güzel. Tadı hâlâ damağımda. Unutamadığım tek kuru pilav. Bir de o gün var aslında.
Babamla kavga edip dışarı çıkmıştım. Çarşıda bir o yana bir bu yana dolaşıp duruyor, her şeye nefretimi kusuyordum. Kavga etmediğim satıcı, azarlamadığım tezgahtar kalmamıştı.
Sonra yanıma çiçekçi geldi. Geçen gün dantel satıyordu. Önceki hafta ayetel kürsi kartı pazarlıyordu. Bir yapıştı mı kolayına kurtulamaz insan. Kavga etmekten yorulmuş iyice acıkmıştım.
“Güzel yüzüne bir gül almaz mısın?”
“ne kadar?”
***
Elimde kırmızı gül, Fatih caddesinin köşesindeki lokantaya oturmuştum. Sol yanımda pencere. Önümde küçük, kare bir masa. Masanın werzalit soğukluğu rahatsız edici. Elimde kırmızı gül. Kuru pilavı bekliyorum. Gülün sapı iki parmağımın arasında ileri geri gittikçe ben geri gidiyorum. Babamı hatırlıyorum. Sus demişti, hakkın yok. Konuşma, hiç umrunda değilim. Değerim yok gözünde, demişti. İlk kez kızmıyordu. Çok bağırırdı babam. Git derdi. Susardım ben. Severdim onu çünkü. Kim babasını sevmez ki? Sustum ama duramadım.
Ayran da getireyim mi abla?
Teşekkürler, gerek yok.
İstemedim. Babamdan da istemezdim. Eve gelirken çikolata al diyemezdim. “Şu parka gidelim, yanında uyuyayım” diyemezdim. Hediye alırdım, veremezdim. Sarılıp ağlayamazdım.
laan sana defol demedim mi!
Küfre kendimi muhatap görmüşüm ki başımı aniden sola çevirdim. Sokağın ortasında bir baba ve bir çocuk. Baba bağrıyordu. Çocuk ağlıyordu. Çocuk babasının bacaklarına sımsıkı sarılmış, ağlıyordu. Bakmak istemedim. Görmek istemedim. Gülün sapı parmaklarımın arasında. Sımsıkı sarıldım. Dikeni elime battı. Sağ elimdeki peçeteye akıtmak istedim acımı. Olmadı. Canım çok yanıyor. Ağladım. Ağladıkça acımı tazeledim.
su getireyim mi bacım?
SALAK. SALAK DİKEN. SENDEN SEN sen den…
Senden nefret ediyorum diyemedim. Sonuçta emin olduğun konuda “yanılmışım” demek kolay değil.
***
Kahvemden son yudumu alıyorum. Parmaklarım çenemin kıvrımlarında dolaşıyor. Yanılmışım. Hiç düşünmeyecektim. Öyleyse yapılacak tek şey var. Güzelce iç çekip masanın başına dönmek.
Emine Genç
çene kelimesini kullanmayı unutmuşum :/ bir yerlere ekleyeyim. şimdiden özür diliyorum.
*söz konusu tabloya bakasınız gelmiş olabilir diye düşündüm :)