Bir Babamız Var

Yakup Karahan

“BİR BABAMIZ VAR!” - YAKUP KARAHAN

Kafam attığı zaman soluğu Vakar’da alıyorum. Burası düşkünlerin, başı ağırların ve ille ki meczupların, yani dünyaya alışamayanların müdavimi olduğu bir çay ocağı. Selim Abi sağ olsun, buraya yalnız kalmak istediğimde geldiğimi sezer ve ney kamışlarını açtığı asma katta oturmama müsade eder. Gerçi çok kalabalık bir yer değildir. Özellikle namaz saatlerinde bomboş olur. Bu müşterilerin beş vakit namazında olmasından ziyade, genellikle cami çıkışında cemaate el açabilecekleri saat olmasından dolayı böyledir. Selim Abi de tuhaf adamdır. Çay ocağına gelenlerin çoğu içtiği çayın parasını verebilecek durumda değildir. Açtığı neylerin çoğunu da üfleyişini sevdiği kişilere hediye eder. Üstelik malullere de acayip bir zaafı var. Vakar’ın “deliler tekkesi” diye ünlenmesi boşuna değil yani. Bir gün bana heyecanlı heyecanlı, kapının önündeki masada oturan bir çifti gösterdi. Birinin kulaksızlığından, diğerinin de burunsuzluğundan ötürü “yarım suratlar” denen meczup bir karı kocaydı bunlar. En aşağı iki metre boyundaki adam, hemen hemen aynı boyda olan karısına çapkın çapkın sırıtarak bir şey uzattı. Gözlerimi kısıp öne eğildim. Ucunda pembe tüylü çanak olan dikenli bir dal. Yaprakları yolunmuş, dibi düzgün kesilmiş dikenli bir gül dalı. Kadın utana sıkıla, dişlerini göstermemeye gayret ettiği bir gülüşle aldı o dalı. Teşekkür mahiyetinde bir omuz attı kocasına. Selim Abi napsa beğenirsiniz; çırağını hale yollayıp bir kilo sardalye aldırdı bu karı kocaya.

Zaman zaman keşke Selim Abiyi ve bütün bu yurtsuzları daha önce tanısaymışım diyorum.

Hayat benden bir madrabaz yaratmak için lazım gelen her şeyi yaptı.

Aklı evvel okur hayat demekle piyasayı kastettiğimi anlamıştır. Ben bu anlamdaşlığı kanatlarını piyasa sathı üzerine şehbal açan babamdan öğrendim. Babam, rakiplerini alt edip dünya cennetinin bir üst kapısından girmek isteyen para müminlerine; pineklerken edindikleri ilham ve hevesle var olmaya, yani para kazanmaya cesaret eden yeni yetmelere rehberlik ederdi. Yani kazandıran veya kaybettiren aklı veren bir mürşitti. Tartı hangi metotla ağır çeker, hamuru ne bozar, kim ne iş yaparsa erken palazlanır… İş hayatının her ayrıntısına vakıftı.

Liseyi bitirdikten sonra hayatı öğrenip adam olmam için beni de yanına aldı. “Bak bana! Herkes ‘baba’ diyor, işi bildiğim için. Ama zannetme ki onlar senin kardeşin. Dişlerini iyi bile, onlar senin kanını emmeden sen onların şah damarına yapış.” Ama çabuk caydı. İşte o zaman, yani beni senden adam olmaz deyip eve yolladığı zaman ilk dersimi almış oldum: Çok soru sorulmamalıydı. Sorgulamak; şüphe taşımak, yani oyalanmak demekti. Aslan kraldır, çünkü şüphe etmez. Sana ne babanın çay ocağının karşısındaki beyaz eşyacının zenginliğinin babana neden dert olduğu.

Babam benden ümidi kesmişti ama çok geçmeden müritleri yakama yapıştı. Babam kirli bir işinden dolayı kendine şantaj yapan yerel gazetecinin çenesini kırdığı için tutuklandı. Mahkemede asıl meseleyi anlatamayacağı için, gazeteciyi küfür ettiği için patakladığını söyledi. Adliye çıkışında esnaf etrafımı sardı, babam tahliye oluncaya kadar vekaleten yerini idare etmem istendi. Ancak onun yetiştirdiği birinin bu konumu bihakkın dolduracağını söylüyorlardı. Kibarca reddedip, çay ocağını da açmayacağımı söyleyince bu sefer “hayırsız evlat”a çıktı adım. Arkamda duracak kişinin annem olduğunu zannediyordum. Ama gördüm ki aracı olmuş meseleye. Anneler bir şey isteyince, bazı evlatlar bunu reddetse bile içlerinde bir çatlakla dolaşırlar.

Neticede aile servetimizin üç katı kadar bir borçla kepengi indirdim. Selim Abi gibi olmak vardı hayatta ya da o meczuplar gibi olmak.