*Ek zorluk olarak; B harfi kullanmadım.
İŞTE DÜNYA
Girdiğim tarlanın yolu yoktu. Öylesine yürüdüm, dümdüz. Kusursuz koku yüreğime işledi. İçimden dedim; kusursuzluğu O’ndan mıdır? Ya kimdendir?” dedi içimdeki o ses. Öyleyse dedim yürürken, O ne güzeldir.
Annem söylerdi hep; Ara. Niye demezdim. Annelerin lafının üstüne laf denmezdi. Öyleymiş, derlerdi. Değilmiş. Yürüdüm, aradığım şey için. Fakat adı ‘kayıp’ değildi. Annem için yürüdüm. Ama annemi hiç görmemiştim ki.
Kusursuz kokular gırtlağımdan aşağı indi. İnen her koku geri çıkmamak üzere indi o yere. Vücuduma karıştı. Yürüdüm. Gözlerimle etrafımı yokladım. Olduğum yerde, etrafımda döndüm. Kusursuz kokuların nereden geldiğini anlamak için değil; kokuların kimden geldiğini anlamak için. Adını hatırlamaya çalıştım. Gül dedim içimden. Hayır, gül değil. O. Şimdi eğer olduğum yerin anlamı olmalıysa, aradığım şey hâlen yanımda değildir. Uzaklardadır. Ama kokusunu alıyorum.
Gözlerimi açtım. Karanlığın ilmek ilmek işlendiği odanın içine sokak ışığının loşluğu doluyor. Perdenin gölgesi duvarda etnik desenler oluşturuyor. Karanlık denilen şey kırılıyor. Gözlerim çapakların arasında etrafı kolaçan ediyor; o kokuyu arıyor. Ne koku ne annem, ikisi de yok. Yatağımda dikeldim. Çapaklarımı temizledim. Henüz gün ağarmamıştı. Çektiğim nefeslerin arasında ciğerime gitmeyen oldu; gırtlağımdan aşağı indi. Gözlerim puslandı. O kokuydu. Loş ışık çekildi, yerini zifiri ışık aldı. Her şey şimdi daha netti. O çiçeklerin arasındaydım. Yürümenin yeterli olmadığını, koşmam gerektiğini anlayan ayaklarım doludizgin koşan atla yarıştaydı sanki. Koştum. Tarlada eksiğin ne olduğunu aramak için koştum. Yolu olmayan tarlanın içinde, güller olduğunu sandığım çiçeklerin içinde koştum. Ne ellerim ne de ayaklarım, kanlanmış tek yerim yoktu. Çiçeklerin adı gül müydü sahiden?
Annemin o lafı geldi kondu kulak kepçeme. Fısıldadı: Ara. Harfler ayaklarıma kuvvet verdi; daha hızlı koştum. Onca gül ise sandıklarım, dikensiz olmazdı ya. Aldanmış varlıktır insan. Aldanılmıştır.
Acıyı hissettiğim anda duracaktım. Mutlaka kan çıkacaktı, acı olacaktı. Gül tarlasında oluşum hazinliktir, adının eş anlamı yoktur.
Koştum. Söyleyeceklerimin hepsi ağzıma doluştu; irine emsal iğrençlikte laflar doluştu ağzıma. Dünyevi zevklere ait her şey vardı orada. Yaşamak da dahil. Koştum. Annemin yüzünü hatırlamaya çalıştım. Görseydim onu, söylerdim ona: Evlatlar için değmez anne, nankördür onlar. Koşmak nereye kadar sürecek ki? Aramak yeter mi? Ne arayacağımı söylemeden ara demek neye yarar ki anne? Ağzım ağırlaştı. Nedir dedim ağzımdaki. Annem derdi; kötü söz söylemeyin, o ağızdaki kötülüktür, kalp karartır. O an dedim, ağzımdaki ettiğim küfürlerdir. Kötülük tümüyle hapsetmişken kalp denen şeyimi, nedendir gül tarlasında oluşum? Koştum. Ne menem şeydir olduğum ahval? Zavallı annem, halimi görse ne denli üzülürdü.
Araladım gözlerimi. Etrafta görünür tek şey yoktu. Saatin kaç olduğuna dair fikrim de. Ayağa kalkıp adım atsam o tarlada olacağımı düşündüğümden kıpırdamadım. Uykunun ağrılı kollarına teslim ettim kendimi. Tekrar.
Evet yine. Koşuyordum. Ağzımda o his. Fakat annemi suçlamalarıma son verdim. Koştum; o kusursuz kokuların sonu gelecekmiş de aradığım karşıma çıkacakmışçasına. Halimin kalmadığı an durdum. Göğsüm hızlı hızlı kalkıp iniyordu. O mest edici kokular yayılırken, tarlanın neresinde olduğumun farkında değilken, annemin yüzünü hatırladığım an, gördüm. Aradığımı karşımda gördüm. Ona yaklaştım; gecenin avucuna düşmüş zifiri renginden olan güle. Önünde durdum. Aramızda yalnızca dikeni vardı. Nicedir koşuşum senden midir? Tek gül için miydi onca yorgunluk? Ağzımdaki ağırlık arttı, o iğrenç his varlığını daha da ortaya koydu. Kendimden olmayan her şey ağzımdaydı; o dünyevi hallerin tümü. Hepsi.
Aramamın fuzuli olmadığını anladığım an, işte şimdi, harekete geçmeliydim. Her şeyin anlamı olduğunu öğrendiğim o günü hatırladım. Önümdeki gülün gövdesinde öylece duran, aramıza giren dikeni kopardım. Anlam kendisiydi; dikendi. Gül duruyordu öylece. Kopardığım dikeni çeneme geçirdim. Ruhumu öylesine rahatsız eden her şeyden kurtulmak için, dünyevi her şeyden kendimi çekmek için. Çenemden dökülen onca şeyi gördüm yerde. Sözler, şahıslar, haller, yerler, gözler… Daha nicesi. O an anladım. Aradığım dikendi. Küfür dediklerim yaşamın kendisiydi. Ağzımda sandığım o his ise çenemde değil, yürek dediğim yerdeydi.
Uyandım. Kızmış güneş ışıkları komodini kızdırdı; yakıyordu âdeta. Kalktım, aynadaki kendimi dürttüm. Çenemde iz vardı. Geceden kalmış dedim içimden. İnşallah gecede kalmıştır dedi içimden öteki ses. Çenemi ovaladım. Aynanın karşısından ayrılıp pencereye gittim. İçimden dedi o ses; ne aramak sona erer dünyada ne dikene varmak. Ne o hisler vazgeçer sende olmaktan ne de delinen çenen. Ne küfür sandıkların senden gider ne gidenlere vekil olanlar. O an annemin sözü yankılandı odada: Ara.