Dikenli Yola Mahkûm
Her sabah suratlarını yalancı hayatın maskeleriyle süsleyen insanlar robotlaşmış halleriyle işlerine gidiyor. Ellerinde birer telefon. Onlar telefon diye adlandırıyor. Aslında ellerindeki birer silah. Modern silahlar. Etrafı çekip duruyorlar. İçtikleri kahveyi, yürüdükleri yolu, yedikleri yemekleri… Dolu gözüken boş fotoğraflar. Dolu gözüken boş hayatlar. Zihinlerinden cahillik kokusu geliyor. Onlar da bu suçu klavyelere atıyorlar. Geçen sordum klavyenin birine haberi yokmuş. Onlar da bataklığa batmış ruhların parmaklarında ölüyorlarmış. Üzüldüm. Oysaki klavye de insanoğlunun icadıydı. Demek ki insanoğlu hem katil hem de hayat verebilendi. İnsanlar bakardı, baktığını göremezdi. Yaşardı, yaşadığını hissetmezdi. Yazardı, yazdığını yaşamazdı. Aklı vardı, kullanmasını bilmezdi.
İnsanoğlunun gittiği karanlık bir yol vardı. Onlar aydınlığın, aydın insanların peşinden gittiklerini zannetseler bile karanlıktı bu yol. İşte bu karanlık yolu bir nebze olsun aydınlatan dikenli bir yol vardı. Ama insan dikenler yüzünden hiç kullanmazdı o yolu. Dikenler her yeri sarmıştı. Dikenli ve çakıl taşlarıyla dolu bu yolun bir köşesinde küçük kız çocuğu otururdu. Gözleri hep derinden bakardı. Yanından geçip gidenler onu bir nebze olsun mutlu etse de, onun gözlerini gülerken hiç görmemiştim. Bu küçük kalbin ne büyük dertleri olabilirdi?
Yolun karanlık tarafından çok dikenli tarafında olan kız çocuğu dikkatimi çekmeye başlamıştı. Günlerim onu izlemekle geçiyor, bundan bir nebze olsun rahatsızlık duymuyordum. Zamanla yolun karanlık tarafındaki insanların dikkatini çektim. Baktığım yöne hafifçe yöneldiler. Vücutlarına değen her dikenden sonra bir küfür savurdular. Her küfür savurduklarında küçük kız neşeyle etrafa bakar oldu. Anlayamıyordum. İnsanoğlu hiçbir şeyden haberi olmayan bu zavallı kıza zihinlerindeki nefreti kusuyordu. Ama küçük kız oldukça mutlu gözüküyordu.
Zaman geçti. Zaman geçtikçe dikenli yola mahkûm kız büyüdü. Daha çok dikkat çekti üzerine. İnsanoğlu modern silahlarıyla büyüttü genç kızı. Şekilden şekle kalıptan kalıba soktular. Hala küfür ediyorlardı. Kendi algılarına göre insan hayatını şekillendirip kendi şekillendirdikleri hayata küfür ediyorlardı. Anlam veremiyordum hiçbir şeye. Uzun bir süre insanların neden çenelerini tutamadıklarını düşündüm. Sonuçta çenelerinin de birer silah olduğunu düşündüm. Boş konuşurlardı, her şey hakkında konuşurlardı, hep konuşurlardı. Dikenli yola mahkûm kızı da çeneleriyle alt etmişlerdi. İlk gözlemlerime göre dikenli yola mahkûm kız insanların dilini bilmiyordu. İnsanlar yüzlerine taktıkları sahte maskelerle sözlerini işittirmez oldular.
Üzüldüm. Her şeye. Dikenli yola mahkûm kıza. İnsanoğluna. İnsanoğlunun çenesine bile üzüldüm. Sonuçta daha hayırlı işler için kullanabilirlerdi çenelerini. Klavyelere üzüldüm. Her şeyin farkına varmalarını istedim. İçimdekileri haykırmak, doğru yolu göstermek, görevimi tamamlamak. Bir sandalye aldım. Karanlık yolun ortasına koydum, üzerine çıktım. Bana da küfür etmeye başladılar. Küfür de değildi bu sözler. İlk defa duymuştum bu sözleri. Bu sözlerden bir ip ördüler bana. Boynuma geçirdiler. Zihnimi zehirlediler. Son gördüğüm yüz dikenli yola mahkûm kızın yüzüydü. Gözleri gülüyordu. Deli olduğunu düşündüm. Deliydi, deliydiler. Sonra beni deli ilan ettiler. Son gördüğüm o yüz benim mezarım olmuştu.