Haristan

Özge Korkmaz

Not: Bu öyküde “B” harfi kullanılmamıştır. Az önce okuduğunuz cümle hariç.

HARİSTAN

“Dikenden hallice dilin var. Konuştukça kanatıyor insanları sözlerin. Hiç mi güzel söz çıkmaz adamın ağzından. Hep küfür, hep hakaret, hep zehir. Çenen çekilse de kurtulsam senden!”

Meryem, yetmiş sekiz yılının en soğuk gecesinde, ağzından çıkanların cezası olarak kerpiç evlerinin kapısından yaka paça atıldığı o gece, soğuktan moraran ellerini havaya kaldırıp yaradana yalvardı:

“Allah’ım, karnımdaki evladımdan yana güldür yüzümü, n’olur. Öyle evlat nasip et ki şu Mahmut’a mum tuttursun. Ondan daha azgın olsun. Onu her gördüğünde küfrü eksik etmesin ağzından. Anasına her vurduğunda Mahmut’un karşısına dikilsin, gelmişine geçmişine saydırsın. Dinsizin hakkından imansız gelir demişler, diken dilli oğlu olsun da görsün inşallah!”

O gece, soğukta dizlerini kendine çekmiş, nefesinin sıcağıyla ısınmaya çalışmıştı Meryem. Kendine değil de karnındaki yavrusuna acımıştı. Yazmasını karnına dolamış, üstüne de hırkasını iyice çekmişti. Gece sonlanıncaya dek Mahmut’a ilendi de ilendi. “Ettiğini çek Mahmut, senden olan gün yüzü göstermesin sana. O çenen çekilsin inşallah.” dedi. Gün ağarmaya yakın artık tüm gücünü yitirdi. Soğuğun da etkisiyle gözleri yavaş yavaş kapandı. Uykuya daldı.

O gece, hiç ummadığı rüyaların pençesine düştü Meryem. İlkin çocuğunu düşürdüğünü, ağlaya ağlaya Mahmut’un yanına koştuğunu, vicdansızın yine tekme tokat daldığını, yedi ceddine saydırdığını gördü. Sonra tanımadığı, eli yüzü akça ihtiyarın yanına yaklaştığını, Mahmut’un ağzını mühürleyip ellerini de taşa çevirip onu kurtardığını gördü. Meryem’i alan ihtiyar, onu pamukların üstüne yatırdı. “Üzülme kızım, evladın karnında, yaşıyor.” dedi. Sonra yok oldu. Meryem sıçrayarak uyandı. Ellerini hemen karnına götürdü. Karnındaki hareketliliği hissedince rahatladı. Gün hala ağarmamıştı. Soğuktan moraran ellerini ağzına götürüp hohladı. O sırada Mahmut’u da unutmadı.

“Evladını kapının önüne atıp içeride rahat rahat uyumanı Allah yanına koymaz Mahmut. Uyu da uyanama inşallah!”

Ağzında Mahmut, karnında yavrusu, Akçalı köyünün ayazına sarılarak tekrar uykuya daldı. Rüyasında aynı ihtiyarı gördü. Pamuklarla sarılı yatağın yerini dikenler almıştı. İhtiyar;

“Çocuğun doğdu Meryem, gözün aydın.” dedi. Meryem, can havliyle karnını tuttu. Gerçekten de şişlik yoktu. Kafasını kaldırınca ihtiyarın elindeki çocuğu gördü.

“Evladının senin için hayırlı, Mahmut için felaket olmasını istiyor musun?”

“İstiyorum.”

“O halde dediklerimi sırasıyla yapacaksın. Akçalı’nın tüm tarlalarından çocuğun için diken toplayacaksın. Unutma, her tarladan ayrı diken. Mahmut’un tarlalarındaki dikenlerden daha çok alacaksın. Sonra topladığın dikenleri yatağın üstüne serecek, çocuğunu yatıracaksın. Canı yanar diye korkma, ağlasın. O son ağlayışı olacak. Sonrasında Mahmut ağlayacak. Dediklerimi harfiyen yapmazsan Mahmut’un zulmünden kurtulamazsın.”

Meryem tam nedenini soracaktı ki ihtiyar, çocuğu onun kucağına koyup yine yok oldu. Meryem, ihtiyarı ararken omzundan sarsıldığını hissetti. Tam görmüşken tekrar sıçrayarak uyandı. Mahmut, tepesinde dikiliyordu.

“Kalk kız geç içeri, ele güne rezil etme adamı. Soğukta yatınca aklın yerine gelmiştir. Git içeri, kapat kapıyı. Akşam yemeğini de vakitlice hazırla.”

Meryem, kafasını hiç çevirmedi Mahmut’tan yana. Gitsin diye öylece durdu.

“Kalk lan! Yüz kere mi söyleyeceğiz. Hamile falan demem, eşeği suya gönderir geri döndürmem Meryem. Defol gir içeri.”

Meryem arkasından edilen küfürleri duymamak için hızlı hızlı yürüyüp eve girdi. Terliklerini ve çoraplarını çıkarıp ayaklarını ısıttı. Parmakları morarmıştı. Halini görünce ağıt tutturdu. Kaderine, gelin geldiği güne, karnındakine ağladı. Sonra gidip kendine yemek ısıttı.

Mahmut, sadece Meryem’i değil ağzından eksik olmayan küfrüyle tüm köylüyü kendine uzak etmişti. Yine de sırnaşıklığından ödün vermez, gider köy kahvesine oturur, arkasından sövdüğü adamlarla çay içerdi ama hesap ödeme işi kendine kaldı mı iki kat fazla söverdi. Arsızlığın yürüyen haliydi.

Aylar sonra, yine ziftlenmek için kahveye gittiğinde, kahvecinin oğlan koştur koştur gelip müjdeyi verdi.

“Mahmut emmi gözün aydın, oğlun olmuş!”

Hindi misali koltukları arşa ulaşan Mahmut, oğlanın hatrına o gün herkesin çay parasını ödedi. Kahvedekiler şaşırdılar. “Len yoksa yeni doğan şu Mahmut’u ehlileştirir mi?” dediler. Oğlunun yüzü suyu hürmetine insan olur diye sevindiler.

O akşam Mahmut, oğlanı hiç kucağından indirmedi. Ona Seyit ismini verdi. El kadar masuma daha ilk günden küfür öğretmeye çalıştı. Meryem, uçuk akıllı kocasına yine ilendi. “Öğret de ilk sana sövsün, eşek yerine koysun seni.” dedi. Mahmut fırsattan istifade iki tane yapıştırdı Meryem’e, o günü de es geçmedi.

Meryem, dışarda kaldığı gece gördüğü rüyayı hiç unutmamıştı. Rüyasının, Allah tarafından kendine gönderilmiş işaret olduğuna inandı. Lohusalıktan çıkar çıkmaz Seyit’i köylü kadınlara emanet edip tarlalardan diken toplamaya gitti. Akçalı’nın tüm tarlalarına tek tek girdi, dikenleri kesti. Elin tarlasından iki tane aldıysa Mahmut’un tarlasından on tane aldı. Hepsinden toplayınca eve gidip yatağın üstüne serdi. Seyit’i de kundaktan çıkarıp yatırdı. Dikenler canını yaktıkça Seyit ağladı da ağladı. O ağladıkça Meryem’in içi gitti ama son ağlayışı olacağından ses etmedi. Tüm dikenlerin Seyit’e değdiğinden emin olunca çocuğunu alıp kundakladı. Kucağında uyuttu. Dualar etti. “Annene hayırlı evlat olasın yavrum.” dedi.

O gece rüyasında, aylar sonra tekrar o ihtiyarı gördü Meryem. İhtiyar, doğru yolda olduğunu söyledi Meryem’e. “Senin oğlun yaşına gelmeden konuşacak, sana karşı saygıda kusur etmeyecek. Mahmut’a karşıysa ağzından küfür eksilmeyecek.” dedi. Meryem tam sevinecekti ki aklına yavrusu düşünce endişelendi. İhtiyara dönüp “Ya Mahmut oğlumu da dövmeye yürürse? Nasıl alırım çocuğu elinden?” diye sordu. İhtiyar, “Meraklanma.” dedi. “Sadece çocuğun yaşına girene kadar koru, Mahmut’la konuşturma. Sonrasında o kendini korur zaten. Mahmut dövmek istese de dövemez.” Meryem, ihtiyarın sözleri üzerine rahatladı.

Günler geçti, mevsimler değişti, Seyit yetişti, sekiz aylık oldu. Emeklemeden yürüdü. Meryem oğlundaki değişikliklere şaşırsa da rüyasında gördüklerini hatırlayınca onun korunduğunu düşündü. “Allah, çektiğim acıları gördü de oğlumu anasına Hızır misali yetişsin diye gönderdi.” dedi.

Dokuz aylık olunca Seyit, annesiyle konuşur hale geldi. Meryem, ilkin Seyit’i uyardı. “Yaşını doldurana kadar Mahmut’un yanında konuşma oğlum.” dedi. Seyit annesinin sözünü dinledi. Akşamları Mahmut’un kucağındayken hep sustu. Zaten Mahmut’un ağzından hayırlı söz çıkmıyordu. Oğlana toz konduramadığı için Meryem’e sarıp duruyordu. Yemek mi geç kaldı, söv Meryem’in geçmişine. Çay mı tazelenmedi? Söv Meryem’i aldığın güne. Seyit altına mı pisletmiş? Söv anneliğine de. İki lafının ikisi de küfürdü Mahmut’un. Çenesi dursa eli durmazdı, kalkıp döverdi. Meryem’in çekilecek çilesinin adıydı Mahmut.

Derken günler günleri kovaladı, zaman hızlıca aktı geçti. Seyit yaşına girdi. Meryem, daha dün oğlunu kucağına ilk alışını hatırladı. Ağladı da ağladı. Sonra Seyit’e güzel yemekler hazırladı. Oğlunun karnını doyururken ona, “Artık Mahmut’un yanında konuşma vaktin geldi oğlum. Akşam eve geldiğinde yine küfredecek olursa sen de ona et. Dilin diken olsun Mahmut’a karşı. Şimdiye kadar ettiklerini çektir ona. Kerkenezin aklı hayâli şaşsın!” dedi.

Güneş Akçalı’yı yavaş yavaş terk ederken Mahmut eve geldi. Sinirliydi. Kahvede köylülerle kavga etmişti. Yine sayıp sövüyordu. Gözü Seyit’i dahi görmedi. Meryem’i dövüp sinirini ondan çıkaracaktı. İlkin “Yemek nerede?” diye sordu. Dövmesi için neden gerekliydi çünkü. Yemeğin hazır olduğunu görünce “Seyit nerede?” diye sordu. Meryem uyuttuğunu söyleyince de “Lan sen çocuğu görmeyeyim diye mahsus mu geleceğim vakit uyutuyorsun?” dedi, yapıştırdı tokadı kızın yüzüne. Meryem, yerde hem kıvranıp hem ağlarken Seyit uyanıp geldi. Okkalı küfürleri art arda sıraladı Mahmut’a, sonra da suratına tükürdü. Mahmut cin çarpmış misali öylece kalakaldı odanın orta yerinde. Duyduklarına da gördüklerine de inanamadı. Elleri kulaklarında koşarak çıktı evden, akşamın karanlığına doğru yol aldı.

O günden sonra Mahmut üç gün eve uğramadı. Dördüncü günün akşamına doğru, Akçalılıların hoca efendi dedikleri adamı tuttu kolundan eve getirdi. Oğlunu gösterdi. “Hocam işte oğlan. Oku, üfle de kendine getir şunu. İyi saatte olsunlar mı yokladı ne yaptı oğlanı?” dedi. Hoca, tam çocuğun nesi var diye soracaktı ki Seyit yine Mahmut’a ağız dolusu küfürler etti. Hoca, korkudan fal taşına dönmüş gözlerini ovuşturarak evden kaçtı. Mahmut, artık duyduklarına şaşırmadan Seyit’e yaklaştı. “Ne diyorsun lan sen?” deyip tam tokadı yapıştırmıştı ki çığlıkları evi sardı. Meryem, şaşkınlıkla kocasına döndü. Ne olduğunu sordu. Mahmut “Elim, eliiiim!” diye inliyordu. Meryem, yaklaşınca Mahmut’un eline dikenlerin girdiğini, elinin kanadığını gördü. Rüyasını hatırladı. Mahmut’un yerde acı içinde kıvrandığını görünce şaşkınlıkla açılan ağzı kulaklarına vardı.

Mahmut, olaydan sonra üç gün üç gece gözünü hiç açmadı. Korkudan dili tutulunca konuşamadı. Rengi güneşte unutulmuş çaputlara döndü, her geçen gün daha da soldu. Meryem, Mahmut’un haline ara ara üzülse de dayaksız ve küfürsüz geçen günlerinin sona ermesini de hiç istemiyordu. Yine de görmezden gelemedi kocasını. Suyunu, yemeğini getirdi ama Mahmut hiç sesini çıkarmadı. “Rol yapıyor üçkağıtçı dürzü!” diye geçirdi içinden. Ne hoca çağırdı, ne köylü. “Nasıl olsa iyileşince yine sayıp sövecek, saatlerce dövecek. İyisi mi yatsın da tadımızı kaçırmasın.” dedi. Seyit’i de alıp rahatlığın sefasını sürdü. Dördüncü gün odasına girince ilk kez gözlerini açık gördü Mahmut’un. Tavana dikmiş öylece duruyordu. Meryem, uzun uzun kocasını süzüp “Sonunda çekildi çenesi çekilesicenin.” dedi. Hocayı çağırmak üzere caminin yolunu tuttu.