Ferruhla Bereketli Kavramlar Üzerine Konuşmalar

Alime Büşra Hamzayev

Üç kelime: Adalet, Özgürlük, Sevgi.

Ferruhla bereketli kavramlar üzerine konuşmalar

Ayaklarımız takılmadan koşabilmek, koşarken bir şeylerle kısıtlanmadan derince nefes alabilmek. Kim bilirdi özgürlüğün ciğerlerimizi dolduran bir nefeste olduğunu. Ferruh, nankörlüğü son raddesine kadar kullanan insan türü, özgürlük naraları atarken nasıl korkunç bir şekle büründü böyle. Sahtekârlıktan ve samimiyetsizlikten hoşlanmam deyip burun kıvırırken, samimiyetsizce, nefes almanın olağan ve normal bir şey olduğunu iddia etti. Şimdi yüzümüze bir suç gibi yapışıp kalan şu maskenin ardında hangi pişmanlığı dile getirmeli insan? Maskeyi, hastalığı yalanlayarak, grip gibi işte herkes atlatıyor diyerek nasıl yüzü kızarmadan dikiveriyor başını. Aklım almıyor, Ferruh.

Özgürlük yaşayabilmekmiş. Özgürlük, yaratıcının bize verdiği yaşama dürtüsüymüş. Adaletse bu hakkın elimize ulaşmasına engel olmamakmış. Özgürlük ihlali, bir annenin bağrının onbeş gün boyunca evladından mahrum kalmasıymış. Hem bu kez öyle, bir zalimin veya bir savaşın sebebiyetiyle değil. Özgürlük anlayışımız sence de tepetaklak olmamış mı? Neydi özgürlük, nankör insanlar çerçevesinde. Çevresini rahatsız ede ede, mideleri bulandıra bulandıra konuşma hakkı mı? Yoksa bütün kalbi güzellikleri bir yana bırakarak giyinme adı altında soyunma çığlıkları atabilmek mi? Yüceltirken insanları yerin dibine soktuğunu dünyaya duyurmak mıydı, özgürlük? Başına gelmemişse hâlâ inanmıyor olmalısın. Ben artık bu cümleye inanıyorum Ferruh. Bu dünyada özgürlük ve adalet kavramlarını bulamayız. Çünkü ölüm bir özgürlük ihlalidir. Ölüm, annemin kokusunu bir daha duyamayacağım demektir. Uzaktan dahi olsa yaşlı gözlerine tebessüm edemeyeceğim demektir. Oysa bir çocuğun annesine olan bağlılığı tabii bir özgürlüktür. Yaratanın bizzat bahşettiği. Özgür olmadığımızın en açık işareti acı çekmektir, ne zaman özgürlük azalır; o zaman acı artar. Dünya nasıl acı çekmeden yaşanan bir yer olabilir, Ferruh? O hâlde bu internette bulduğumuz tanım ne kadar gerçekçi? Çok bahsedilen kıyafet özgürlüğü, sahiden herkes ama herkes bu konuda özgür mü? Ben kıyafet özgürlüğü diye bir şey olduğuna inanmıyorum. Saçma ve gereksiz bir kavram oluşturulmuş. İnsan istediği gibi giyinmez asla. Ya bir inanca ya bir örf adete, geleneğe göre giyinir. Ya beğensinler diye, düğünde bu, toplantıda bu, okulda bu giyilir diye giyerler. İnançlar olmasa bak gör Ferruh, herkes tek tip giyinecektir. Bunun neresi özgürlük? Bir kavram tanımı koyuyorlar ve ona uymayan ütopik içi boş omzu dolu sloganlar atıyorlar. İnsanlar çalışkan görünüp içi fos baloncuklar gibi değil mi sence de? Bir de bu özgürlük naralarına kadınları maşa etmeleri yok mu…

Bir insanın özgürlüğünü ellerine vermek adalettir. Eksiksiz ve noksansız. Yaşamak hakkı her ferde özgürlük müdür, Ferruh? Ben zannetmiyorum. Çünkü bir hak ihlalcisinin, tecavüzcünün hür yaşama hakkı olmamalıdır. Eğer bu ona verilirse adaletsizlik vuku bulur. Bu, iyiyle kötüyü aynı kefeye koymaktır. Adalet kime ve neye göre diye baktığımızda Kur'an'da Nisa suresinin 58. Ayetinde de: "Şüphesiz Allah, emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz de adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür." Ve Nisa suresi 105. Ayette: “Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!” diyor. Kitabı anlarsak adaleti vuku edebilecekken, emanetleri tembel eşe dosta vermezsek taşlar yerine oturacakken, adaleti sokaklarda adım atarak aramaya koyulduk. Aradığımız adaletin gerçek ve ayakları yere basan bir kavram olduğuna kim inanır, Ferruh? Ben inanmam. Evladım haklısın ama dinde eşitlik değil adalet var, ben adalet istiyorum diyen hocalarımız hangi dinden bahsediyorlar? Allah’ın kuluna yüklemediği görevleri çiğnenemez töreler olarak başımıza kakmadı mı bu hocalar yıllardır? Adalet diye diye sağı da solu da ağzında eskitmedi mi bu kavramları? Neyden nasıl söz edelim? Neresinden tutsak çürük çıkıyor sandık. Fakat Ferruh insanların en iyi yaptığı şeydir, tanrıcılık oynamak. Allah herkese verdiği ihtiyacı karşılaması için imkân da verir. Biz buna inanmıyor muyuz? Bu toplumda adaletten söz edince iki taraftan da en çok yüzümüze vurulan şey dinken, nasıl gözleri kör olmuş ki bize adaleti emreden Allah’a haşa biz daha iyi anlamlar yükleriz deyip çarpıtıyorlar?

Haydi habersiz olunan adaleti geçelim peki ya yasalara konu edilen adalet? Her gün sosyal medyada okuduğumuz haberleri doğrultamayan yasalara tutunan elleri acımadan kesiveren hâkimler? Bilmem ne bahanesine uzatılan sapkınların davaları sonra sonra unutturulmadı mı bizlere? Bir de o adamları devlet elleriyle besleyip öğretmendir, profesördür, okumuştur diye koymadılar mı önümüze? Böyle bir adaletsizlikte adaletin ne olduğunu hepimiz düşünmüşüzdür, Ferruh. Bana sorarsan adalet diğer kavramlardan farklı olarak tam karşılığını ancak nizam gününde bulacaktır. Bugün sokakta elini kolunu sallayan katilin, içini nefret bürümüş insanların dışarıda dolaşması adaletken. Ve bu insanların hayatını dar ettiği, sokağa korkmadan çıkamayan insanların evlerde gözetimde olması da özgürlük müdür? İşte bu yüzden diyorum ya Ferruh, iyi ki, iyi ki iman ediyorum. Yeri gelmişken şöyle devam edelim Ferruh, herkesi inançta tutan şey farklıdır. Mesela yazarın, birini sevdiğim zaman sevilme isteğini hissediyorum ve o an yaratıcının mahlukatı var etme nedenini anlıyorum, dediği gibi. O yazarı bu inanç teorisi imana bağlı tutarken. Beni nizam gününün adalet tecelli ânı ayakta tutuyor. Yaşamak suçu demiş ya şair. Bu suça katlanmak zordur, Ferruh. Bu suça adalet ödülüyle bağlı kalıyorum. Yaratıcının mutlak güç olduğuna inanan insan, ümitsizliğe kapılmamalı. Her ruhun hak ettiği adaleti ancak ve tam manasıyla yaratıcının vereceğine inanmalı. İşte ben de bütün ezilmişlerin bütün kırılmış ve kimsesizleştirilmişlerin, masum gözbebekleriyle çığlık atanların adaleti vuku bulsun diye iman ediyorum. Adalet inancı biraz da intihar etmemektir. Adaletin olmadığı bir dünyada yaşama isteği kalmamak, neden sorularına cevap bulamamak değil midir intihar? İnsanın intihara karşı durması da direnişten çok devrim olmalı. Bir kalbin dayanma gücünü devirerek yeni bir dünya yaratan devrim. Bunların yokluğunu barındıran bir hayatta insanı intihara karşı ayakta tutan güç nedir diye düşünüyorum. Düşünüyorum Ferruh, ama sevgiden başka bir şey gelmiyor aklıma. Sevmek varoluşumuzda saklı ruhumuzun bu dünyaya ait olmayan başka diyarlardan getirdiği o kutlu hissediş. Çoğu zaman açıklanamayan, içgüdüsel, tarifi olmayan bir tepki. Sevgi, ağaç dikmek. Sevgi bir kanser hastasının hayata tutunma isteği. Sevmek bahsine dair birkaç yıl önce şöyle demiştim: “Sevmek el ele yaylalara çıkmak, kapılarda beraber çocuklara şenlik dağıtmak mıdır? Bir kahvehanede Meddahın Meddah oluşu. Kahvecinin eve ekmek götürüşü. Sahafların elindeki içine çiçek kuruttukları kitaplar. Saatçilerin tamir ettiği saatler. Bir öykücünün öyküsünü yazdığı kalem. Nuri Pakdil’in takım elbisesi midir, sevmek eylemi?” Bugün çok da farklı düşünmüyorum, Ferruh. Sevgi esasen insanın kalbine doğan güneş, içini ısıtan şeydir. Seven insanın etrafına saldığı hisleri hissedersin. Ben bunu en çok dedemde hissettim, Ferruh. Sana hep anlattığım gibi. Ceviz ağacına yasladı mı sırtını, kaldırırdı kafasını. Tam görüş açısında emek verip büyüttüğü hatıra ormanı vardı. Toprağa ve ağaca duyduğu sevgiyi bir insana bile duyan görmemişimdir ben. Anneanneme bakışındaki sevgiyi sana nasıl tarif edebilirim ki. Ayağı toprağa, eli anneannemin eline değdi mi dünyası oluşuverirdi. Gözleri gülerdi ona bakarken. Ben çekingendim hep uzaktan uzaktan bakardım ona. Onun bakışından arta ne kaldıysa sevgiyi onda buldum. Sonra Nuri Pakdil’in yaşına rağmen yaşama tutunuşunda. Sesini asla kesmeyişinde. Sevgi aslında kalbinin ferahlığıydı. Karanlık değil bembeyaz. Masaya otursa mavi mürekkepsiz oturmayan, takım elbisesini düstur bilen Nuri Pakdil’in. Kalemi ne kadar devrim dediyseniz de ben sevgi diyorum. Son nefesine kadar gündemi soran, arkadaşlarıyla şakalaşan, tabiri uyarsa ölüme caka satan Önderimden öğrendim, yaşam sevgisini. Fakat Ferruh, sevgiyi birebir en çok annemde hissettim. Sevgi, dünyada en çok ve en yoğun ancak bir annenin içinde saklıdır. Bu bereketli salgı, anne çocuğuna dokunduğu zaman ortaya çıkar. Yüreğinden çevresine hissedilecek bir güçtür. Sevgi deyince aklıma bereket de geliyor, Ferruh. Abdulfettah el Uveysi hocanın bu konudaki bir makalesinde şöyle geçiyor bereketin tanımı: “Her ne kadar "bereket" kelimesi için, bir şeye "Allah tarafından verilen lütuf ve nimet" tanımı kullanılsa da İsra suresinin ilk ayeti ile bereketten bahseden diğer ayet ve hadisler ışığında bereket kelimesi, "bolluk ve ziyade (sürekli bir artış)" şeklinde tanımlanabilir.” Dünyanın bereket merkezi Mescid-i Aksadır. Bir suyun kaynağı gibi bereketin kaynağı da Mescid-i Aksa'dır. Oradan çember hâlinde dünyaya yayılır bereket. Kudüs anadır diyen önderim, anaların sevgisini Mescid-i Aksa’nın bereketine benzetiyor sanki. Sevgi de bereket gibi değil mi? Kaynağı öyle yoğundur ki, ayak bastığında kaynağın fışkırmasına güç yetiremezsin. Ayak bastığında o toprağa, yüreğinin hacmini taşıyamazsın. Anne sevgisi de tam olarak budur, ölçemezsin. Ben mesela annemin kokusunu duysam yüreğimin hacmi büyür. Bu benim bir tepkimem değil, sevginin çekim gücündendir. Sevgi, bir çocuğun gözlerine bakarken anlattığı bir milyon hikâyedir. Oyuncağını okşarken söylemeye çalıştığı ama diline düşmeyen kelimelerdir. Bir çocuğun başını okşarken parmak uçlarında hissettiğin güçtür. Bir de Ferruh, eve girdiğinde yüzüne dokunan soba sıcağı gibi hissettiren insanların varlığıdır sevgi.

Bereketten bahsettik ya adalet ve özgürlüğün sonsuz ve doğru tecelli anı, sevginin bereketi timsali yüreğimizin hacmi genişleyecek, mutluluktan sığamayacak mıyız yoksa? Sığamayacak ve erecek miyiz gerçek sevgiye?

Alime Büşra İnce

Dedem :)