hantal, bilge, pasaklı
SONSUZ GÜCÜN SONU
Mehmet Faruk Kurt
Kapının yedinci tıklatılışında yatağından fırlayıp merdivenlerden inerek kapıya koştu usta. Çırağının henüz gözlerini bile açmadığından emindi kapıyı açtığında. “Saat durdu.” dedi kapıdaki kıyafetlerinden saray muhafızı oldukları anlaşılan iki adamdan biri, “Acilen gelmeniz lazım efendim. Padişahın emridir.”
“Burda bekleyin” dedikten sonra üst kata koşup uyandırdı çırağını. Gözlerindeki çapağı silmesine bile müsaade etmeden kapının önüne çıkardı bin bir meşakkatle. Muhafızların ellerindeki gaz lambalarının ışığında çırağının halini görünce sinirleri gerildi. “Çık yukarı üstünü başını değiştir de gel” diye kızdı ona. Pasaklılığı hiç sevmezdi. Normalde tedbiren dışarı çıkmaya müsait kıyafetlerle uyurlardı. Ama yanına geleli ancak bir hafta olmuş olan çırağa birtakım şeyleri öğretmeyi henüz başaramamıştı.
Çırak aşağı indiğinde usta çırağın gömleğinin yakalarını düzeltti, bir adım geri çekilip baştan aşağı süzdü. Çok memnun görünmüyordu ama aceleleri olduğundan çok üstünde durmadı. Kapının hemen iç tarafındaki askıdan bir tane gaz lambası almakla yetindi. Muhafızların elinde de birer tane gaz lambası vardı ancak geri döneceklerinde muhafızların onlara eşlik etmemeleri kuvvetle muhtemeldi. Gaz lambasını çırağın gözlerindeki çapağı silmekle meşgul ellerinden birine tutuşturup önden yürümeye başladı.
Her on adımda bir arkasına dönüp çırağını kontrol ediyordu. Çırak ustasının her on adımında bir adım geri düşüyor, ustasının bakışıyla tekrar onlara yaklaşıyordu. Usta saatin durmuş olmasından çok çırağın bu hantallığını nasıl aşacağını düşündüğü için kafası doluydu. Ta ki muhafızlardan biri “Sokağı geçiyoruz efendim” deyinceye kadar. Saat kulesinin bulunduğu sokağın başına gelmişlerdi.
Saat kulesine doğru yürüdüklerinde kulenin muhafızlar tarafından çevrilmiş olduğunu gördüler. Kulenin önündeki muhafızlar onlara yol açtı. Usta ve çırak, kendilerine eşlik etmeye devam eden iki muhafızla beraber kulenin tepesine çıktılar.
Tepede onları vezir bekliyordu. Selamlaştıktan sonra vezir ustaya dönerek “Bilge Irtınus,” dedi, “bu talihsiz durumun sebebini ancak sen çözebilirsin.”
Usta vezirin bu iltifatından hoşnut, saatin aksamını incelemeye koyuldu. Elini sakalına götürüp bir süre uzaktan, sonra iyice yaklaşıp küçük parçalara dokunarak bir süre yakından inceledi. “Saatin” dedi neden sonra, “kalbini sökmüş olmalılar. Bana bir merdiven getirin.”
Muhafızların getirdiği merdiveni saatin sol tarafına yakın bir yere konumlandırıp üç basamak yukarı çıktı. Aradaki bir boşluktan elini uzattı. Sonra geri çekti. “Dediğim gibi,” dedi, “saatin kalbi yok.”
“Saatin kalbi nedir Bilge Irtınus?” diye sordu vezir, merakla.
Usta gözleriyle muhafızları süzdü. Vezir başıyla muhafızlara kendilerini yalnız bırakmalarını işaret etti. Vezir ve çırakla baş başa kaldıklarında “Bu saati inşa eden, ustalarımın ustası Kotyun,” dedi usta, “aksâmına saatin başka hiçbir güce ihtiyaç duymadan çalışmasını sağlayacak bir parça yerleştirmiş. Bu parça içinde sonsuz bir güç barındırıyor. Yanlış ellere geçtiği takdirde kötü amaçlar için de kullanılabilir.”
“E bundan niye sarayın haberi yok” diye sordu Vezir, “bilseydik muhafaza ederdik.”
“Yüzyıllardır kimse bu işin sırrını bilmediği için korunuyordu.” diye cevapladı Usta.
“Peki, ustanız Kotyun bu güç kaynağının saatin dışında çalışmaması için bir şey düşünememiş mi?” diye çıkıştı Vezir.
Usta bu üsluptan rahatsızlığını ifade etmek için öksürdükten sonra “Eskiden” dedi ve sakince anlatmaya başladı, “ustalarımız bizden daha bilgelerdi. Mesela ustam Kotyun’un kurduğu bu mekanizmayı nasıl kurabileceğimi bilmiyorum. Fakat onların da bilmedikleri bazı şeyler vardı. Bunlardan belki de en önemlisi, insanların günün birinde ne kadar kötüleşebileceğini tahmin edememiş olmalarıydı. Bu yüzden yaptıkları şeylerin kötü niyetlerle kullanılabileceğini çok fazla hesaba katmıyorlardı.”
“Kusura bakmayın Bilge Irtınus” dedi Vezir, “biraz gerildim. Şimdi ne yapacağız peki?”
“İz süreceğiz.” dedi Usta.
Aşağı indiler. Muhafızlar etraftan sorup soruşturarak hırsızların ne tarafa kaçtığını gören iki kişiye ulaşmışlardı. Onların tarif ettikleri yöne doğru usta, çırak ve yanlarına aldıkları beş muhafız yürümeye başladılar. Usta yol üzerinde iz arıyordu. Bir süre sonra çiyden ıslanmış toprakta ayak izlerine rastladı. İlk birkaç izde kendisinden beş adım geride yürüyen çırağı yanına çağırıyor, nasıl iz sürüleceğine dair birkaç şey söylüyordu. Ancak sonradan çırağın seri hareket etmiyor oluşunun kendisini de yavaşlattığını görerek bunu yapmaktan vazgeçti.
İzleri takip ederek bir mağaranın yakınlarına vardılar. Mağaranın önünde ateş yanıyordu. Usta, eliyle çırağa ve muhafızlara durmalarını işaret etti. Kendisi sakince ateşin başındaki gölgelerin ne konuştuklarını duyacak kadar mağaraya yaklaştı. Dikkatli baktığında da ayaktaki adamın elinde saatin kalbinin parıltısını gördü.
Adam diyordu ki: “Yüzyıllardır o saatin neyle çalıştığını kimse düşünmemiş. Ahahah ahmaklar. İşte, sonsuz güç elimde. Bununla dünyaya hükmedeceğim. Hahaha!”
Adamın kahkahasına ateşin etrafında oturanlar da eşlik ediyorlardı. Usta çırağı yanına çağırdı. Çırak ağır aksak yanına gelince usta cebinden bir tane siyah taş çıkardı. “Bak,” dedi, “bu siyah taşlar biz ustaların elinden çıkan şeyleri yok etmeye yararlar. Çırakken yalnızca gerektiğinde, usta olduğundaysa çoğu zaman yanında siyah taş taşıyacaksın. Şimdi iyi izle.”
Gerilerek taşı adamın elinde tuttuğu saatin kalbine fırlattı. Adamın eli birdenbire boş kaldı. Yerdeki gölgeler birden ayaklandılar. Sağlarına, sollarına, önlerine, arkalarına baktılar. Hiçbir şey yoktu. Adam kafasını gökyüzüne kaldırıp “Aaaaa” diye bağırdı.
Usta, çırakla muhafızları alarak geri döndü. Vezir’e saatin kalbinin yok olduğunu, artık tehlike arz etmediğini söyledi. Saati tekrar çalıştıracak mekanizmayı kurmak için tez elden çalışmaya başlayacağını da ekledi.
Usta önde, çırağı beş adım arkasında eve döndüler. Usta çırağın taşıması gereken gaz lambasını onun hantallığı yüzünden kendisi taşıyor olmasına kızgındı.