Bir vardı bir yoktu. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ötelerden öte bir ülkede, koca dağların ardında bulunan, bulunan ama bilinmeyen, bilinen ama hakkında doğru düzgün bilgi bulunmayan bir diyar vardı: Koca devlerin diyarı.
Bu diyarda bulunan uğultulu tepelerin birinde bir kulübe vardı. Koca dev ailesi burada yaşardı. Anne dev, baba dev ve üç kardeş dev aynı evde yaşıyorlardı. Çocuk devlerin isimleri Podi (pasaklı) Hodi (hantal) ve Bodi (bilge) idi. Üç kardeş birbirlerine fiziksel olarak çok benzerlerdi ama huyları suları hiç mi hiç benzemezdi. Hodi tembelliğinden yerinden kalkmaya üşenir, Bodi okuduğu kitaptan kafasını kaldırmaz, Podi ise yemekten sonra bile ellerini yıkamazdı.
Kulübelerinin bulunduğu tepede onlardan başka yaşayan koca dev olmadığı için, kendilerine kurdukları küçük dünyada yaşayıp gidiyorlardı.
Bir gün üç kardeş tepenin aşağısındaki ormana oynamaya gittiler. İnsan dahil diğer bütün canlılarla konuşmaları yasaktı. Çünkü insanlar kötü davranabilir, onlardan korktuğu için kendilerine zarar verebilirlerdi.
Bodi koltuğunun altına sıkıştırdığı kitabı açıp bir ağacın üstüne oturdu. Ve okumaya başladı. Hodi ise ağacın altındaki gölgeye uzanıp uyumaya başladı. Podi mantar toplayacağım ben, diye seke seke ağaçların üstünden atlıyordu. Bu mantarlar insanların yedikleri minik mantarlardan farklıydı. Normal bir ağaç boyunda yetişiyordu ve mantarları toplamak gerçekten çok zordu. "Ah hantal Hodi, ne olurdu bana yardım etsen" diye homurdanıp duruyordu Podi. Bir yandan da yanında getirdiği sepete topladığı mantarları dolduruyordu. Onu da toplayayım bunu da toplayayım derken kardeşlerinden oldukça uzaklaştığını fark etti. Bir an duraksadı. Arkasına baktı yoklar, önüne baktı yoklar. Hüngür hüngür ağlamaya başladı korkudan. Koskoca devdi ama yalnız kalmaktan çok korkuyordu işte. Sepetine sarılıp ağlamaya devam etti. Ben diyeyim bir saat, siz deyin iki saat olduğu yerde ağladı. Ağlamaktan gözleri yanmaya başlamıştı artık. Burnunu son kez çekti. Gözlerini tişörtünün koluyla sildi. Etrafına bakındı. O da ne? İlerideki ağacın altında kırmızı bir şey kıpırdıyordu. Sanırım bir böcek diye düşündü. Merakına yenilip kırmızı şeye doğru eğildi. Bir de ne görsün? Bu bir insan yavrusuydu. Ayyy! Diye bağırdı istemsizce.
Sesi duyan minik kız başını göğe doğru kaldırıp bakınca Podi'yle göz göze geldi. Daha önce karşılaştığı insan yavruları kendisini görünce çığlık çığlığa koşarak oradan uzaklaşmıştı. Ama bu minik kız dikkatle kendisine bakıyordu şu an. Ne yapacağını şaşırmıştı. İnsanlarla konuşmaması gerektiğini biliyordu çünkü onlar tehlikeliydi. Kendilerine zarar vereceklerinden korktukları için onlara zarar verebilirlerdi. Bunları düşünürken kırmızı elbiseli minik kız hâlâ dikkatli dikkatli ona bakıyordu. Sessizliği bozan minik kız oldu. "Aaa sen de kimsin böyle?" Podi biraz utandı, cevap vermemeliydi, annesi böyle tembih etmişti ama bu minik kızdan nasıl bir tehlike gelebilirdi ki? "Ben... Ben Podi. İsmim yani" diye kekeledi Podi. "Sen ne kadar büyük bir insansın böyle?" diye sordu minik kız. Podi gülümseyerek, ben insan değilim ki, koca bir devim, diye cevap verdi. Dev ne demek ki diye sordu minik kız. Podi bu soruyu beklemiyordu açıkçası. Soruya soru ile karşılık vererek "Sen buraya nasıl geldin?" diye sordu. Kırmızı elbiseli minik kız, elindeki sepeti göstererek: “Ben mantar topluyordum. Sanırım kayboldum” diye hüzünlendi. “Dur sakın ağlama, bak ben de mantar toplarken kayboldum, yalnız değiliz” diye gülümsedi Podi. Minik kız biraz rahatlamış, kendini bu koca devin yanında güvende hissetmişti. “Senin boyun kocaman, baksana görebildiğin yerlerde mavi bir minibüs var mı?” diye sordu. “Dedemin minibüsü o, onunla gelmiştik ormana” diye ekledi. Podi sağına soluna bakındı. Her yer yemyeşil ağaç ve çalılıklarla doluydu. “Buradan göremiyorum” diye cevap verdi.
Tam o anda Podi’yi merak eden Bodi ile Hodi koşa koşa kardeşlerinin yanına gelmişti. Podi önce abilerinin bir insan yavrusu ile konuştuğu için ona kızacaklarını düşünerek, kırmızı elbiseli minik kızı sepetin içine koyarak sakladı. Eliyle de sus işareti yaptı ona. Kız iki elini ağzına götürerek elleriyle ağzını kapatıp kikirdedi. Bunun bir oyun olduğunu düşünüyordu.
Hemen ormandan ayrılıp kulübelerine doğru ilerlemeye başladılar. Podi, kardeşlerine bir şey belli etmedi yol boyunca. Eve vardıklarında hava kararmıştı bile. Anne ve babalarıyla birlikte güle oynaya akşam yemeğini yediler. “Biz çok yorgunuz, erken uyuyacağız” diye odalarına çekildiler. Podi minik dostunu kardeşleriyle tanıştırmaya karar verdi. Size bir şey göstereceğim ama aramızda kalacak, diye söze başladı. Hantal olan Hodi yerinden bile kalkmadan sordu, neymiş ki o göstereceğin şey? Bilge kardeş Bodi ise daha meraklı görünüyordu. “O sepetin içinde ne var, bize çabuk söyle” dedi. Podi sepetin üzerindeki örtüyü kaldırınca, sepetin içine kıvrılmış uyuyakalan kırmızı elbiseli minik kızı gördüler. İkisi birden kesik bir çığlık attı. “Bu da neeee!”
Çığlığı duyan minik kız gözlerini açıverdi. Patlak gözlerini daha da açarak şaşkın şaşkın karşısındakilere bakmaya başladı. “Bak minik arkadaşım, bu abim Hodi, bu da Bodi.” Kız yine kikirdeyerek, ne kadar benziyorsunuz siz, üçüz gibi” diye cevap verdi. Dedem beni çok merak etmiştir, beni ormana götürebilir misiniz? diye ekledi minik kız.
Hantal Hodi, bu saatte mi, ben hayatta yataktan kalkamam, hem bu çok tehlikeli, dedi. Bilge Bodi ise: “Durun bakalım, bir hal çaresi düşünelim, acele etmeyin, dedi. Pasaklı Podi ise ne yapacağını şaşırmış bir şekilde odada dönüp duruyordu. Üstü başı toz içindeydi, elleri ise kapkara olmuştu ama ellerini yıkamayı bile akıl edememişti.
Bodi birden fırladı: “Buldum. Annemle babam uyuyunca sepeti alıp ormana gideceğiz. Kimse bizi bu karanlıkta fark etmez. Ormana gidip minik dostumuzu dedesine teslim edebiliriz böylelikle” dedi. Podi ile Hodi bu fikri çok beğendi. Hoş Hodi için bunu yapmak gerçekten zor bir şeydi. Gecenin bu saatinde sıcak yatağında yatmak varken o ormana doğru yola çıkacaktı. Orman yolunda yürürlerken, babalarının, iyilik yapmak çok doğru bir davranıştır. Önce kendinize sonra da birbirinize iyilik yapmaktan asla vazgeçmeyin yavrularım” dediğini bir kez daha hatırladılar.
Podi’nin minik kızı bulduğu yere yaklaşınca, etrafın, havlayan köpekler, insan bağırışları ve çok sayıda minik sarı ışıkla sarılı olduğunu gördüler. Herkes kırmızı elbiseli minik kızı arıyordu demek. Olay yerine yaklaşıp insanları huzursuz etmekten çekindiler. Minik kızı sepetten çıkarıp seslerin geldiği yöne doğru gitmesini istediler. Minik kız koca devlerle tek tek sarıldı. “Bu iyiliğinizi hiç unutmayacağım. Umarım tekrar görüşürüz benim koca yürekli dostlarım” dedi. Ormanın karanlığında kayboldu.
Podi, Hodi ve Bodi yaptıkları iyiliğin vermiş olduğu mutlulukla kulübelerinin yolunu tuttu. Hantal Hodi yatağına girip uyumanın, Bilge Bodi kitaplarına kavuşacak olmanın hayalini kurdu yol boyunca. Pasaklı Podi ise sadece gülümsüyor ve kırmızı elbiseli minik dostunu düşünüyordu.
Melike Aydın