Neden olmadı diye sordu saçlarını arkaya atarak. “Olmayacaksa söyle.” diye çıkıştı sonra. Artık sabrı tükenmişti, aylardır aynı formülü oranları değiştire değiştire defalarca denemişler fakat sonucu değiştirememişlerdi. Sabırsızca nefes alıp veriyor, neredeyse burnundan soluyordu. “Zamanım kıymetli benim kadın!” dedi hırsla, “Adam elden gidiyor, zaman geçiyor, onu bana getirmelisin, bunun için para veriyorum sana!” Sonra masanın üzerine bıraktığı kırmızı şalı başına gelişi güzel dolayıp eteklerini savura savura gitti. Kapıyı öyle bir çarptı ki yüzyıllardır yaşıyormuş kadar yaşlı bilge Samira, ilk defa kapısı çarpılıyormuş gibi irkildi.
Eve gelince üzerindekileri fırlatıp attı bir köşeye, duşa girdi çıktı, kahve yapıp içti, bir sigara yaktı… Bir tane daha yaktı… Geçmiyordu öfkesi. Günlerdir eve uğramıyordu kocası. O hafifmeşrep pasaklı Gülizar’a kapılıp gitmiş, bunu da kimseden gizlememişti. Ben gidiyorum dememişti ama ben gidiyorum diye bağıra bağıra sanki, alenen gitmişti. Yerinden kalkıp bir pencere açtı, sonra diğerini de açtı. Tırnaklarını yedi biraz farkında olmadan. Sonra gidip aynaya baktı. Aynadaki güzelliğe acıyarak, tiksinerek, kızarak baktı. Neyi eksikti Gülizar’dan? Yıllardır her güzelliğini sunmamış mıydı kocasına? En güzel yemekleri yedirmiş, en temiz çarşaflarda uyutmuş, dünyanın en jilet gibi gömleklerini giydirmişti. Belki bir çocuk verse daha farklı olabilirdi her şey. Evine, kendisine, çocuğuna bağlanır, gidemez belki kalıp, sevmese de katlanırdı. Öyle ya kendisi de katlanıyordu yıllardır ona. Sonuçta olan olmuş evlenmişlerdi. Kaç kişi sevdiği ile evleniyordu ki? Sevmemişlerse de alışmışlardı birbirlerine işte, yoksa bu kadar yıl aynı evde, aynı yatakta bir arada kalabilirler miydi hiç? Yok yok, alacaktı kocasını pasaklı Gülizar’ın elinden. Bunun için ne gerekiyorsa onu yapacaktı. En etkili büyüye gelmemişti sıra, gözünü o kadar karartmadan gelmeli diye söylendi, diliyle dişi arasında. Ne dediğini kendisi bile zor anlamıştı ama o diş gıcırtarak söylediği sözler içini tırmalayarak girmişti gönül kulağına.
Samira yerinde duramıyordu, hem elinde büyütmüş kadar sevdiği Azime’ye kıyamıyor, yuvasını kurtarmak istiyor hem de bildiği o keskin büyünün alternatifini arıyordu elindeki kutsal kitapta. Çok eski büyücülerdendi Samira. Yıllar önce oğlunu çok feci bir şekilde kaybetmiş; bunun sebebinin yaptığı büyüler için verilmiş bir ceza olduğunu düşünüp, büyü yapmayı bırakmış, artık insanlara nasihatleri ile yol gösterir olmuştu. Bu yüzden büyücü olan adı bilgeye çıkmış, herkes ondan akıl alır olmuştu. Yıllar sonra Azime için kolları yine sıvamış, çeri çöpü toplayıp kaynatmaya başlamıştı. Yaptığı büyüdeki eksiğin ne olduğunu biliyor fakat bu eksiği tamamlamak için yapılacak olan şeyin vahşeti korkutuyordu. Hantal vücudunu tekrar kaldırdı ve eski, kararmış kazanın başına yeniden vardı. Bildiği bütün tılsımları okudu, kaynayan suya sevda otu kattı bilmem kaçıncı defa, Azime’nin atletinden bir parça daha kopardı, yine bir şeyler mırıldanıp üfleyerek suya bıraktı. Bu suyu kocasının geçtiği yollara dökecek, becerebilirse 3 yudum da içirecekti kocasına Azime. Tabii adam eve gelirse.
Azime dört dönüyordu evin içinde. Büyü için gerekli o son malzeme önemli, bir o kadar da zordu. Tabii ki biraz da vicdanından sıyrılması gerekiyordu, biraz cesaret edebilseydi keşke. Ne demişti Samira? “Sen bulsan da ben katmam onu suya.” Kendisi katacaktı, Pasaklı Gülizar’ın kanını hem akıtacak hem de kocasının içeceği o suya katacak, böylece kocası Gülizar’dan buz gibi soğuyup kendisi için cayır cayır yanacaktı. Yavaşça doğruldu yerinden. Yedi gün kaynaması gereken kazan bugün yeniden ateşe konulmuş, sevda otu ve yedi gün hiç üzerinden çıkarmadığı ve yıkamadan Samira’ya verdiği atletinden bir parça suya atılmıştı. Daha önce Gülizar’ın saç teli ile geçtiği yoldan alınmış toprakla ve gizlice çalınmış küpesi ile kaynatılan suları içirdiği kocası ne Gülizar’dan vazgeçmiş ne de karısına dönüp şöyle bir olsun bakmamıştı. Büyü ile aldı kocamı benden yoksa o pasaklıya hayatta bakmazdı diye ortalıkta ağlayan Azime, sonunda düşmanının silahı ile silahlanmaya karar verip sevda büyüsünün her türlüsünü denemişti. Olmamıştı. Geriye tek çare Gülizar’ın kanıydı işte. Kalkıp tekrar aynaya baktı. Ben daha güzelim dedi, ben varken Gülizar’a bakıyorsa büyüden başkası değil bunu yapan. Planı hazırdı. Gülizar’ın yolunu kesip kavgaya tutuşacak, sonra bir şekilde elindeki bıçağı öldürmez bir yerine saplayacak, cebindeki mendili kanayan yere bastıracak ve mendille birlikte kaçacaktı. Yapamayacağından korkuyor ama yapmazsa bundan sonra yalnız yaşayacağı hayat onu ürkütüyordu. Çekmeceden minik bir bıçak aldı bu yüzden. Şimdi olmazsa bir daha asla yapamam diye düşündü. Bıçağı eteğinin beline sıkıştırdı, bir sigara yaktı. Kocası işten çıkmadan bu iş bitmeliydi, sonra yaşayacağı problemler aşamayacağı kadar büyük olmayacaktı, yeter ki adam ona dönsün.
Sigara yarı olmamıştı ve Azime’nin eli titriyordu. Kapı iki kere tıklatıldı ama bu ses Azime’ye öyle yüksek geldi ki yerinden neredeyse minik bir çığlık atarak kalktı. Bıçağı kontrol etti, çıkarsa mı yoksa öyle mi açsa bir süre karar veremedi. Sonra bıçağın yerini sağlamlaştırıp kapıya gitti. Kapıda Gülizar’ı görünce rengi attı, kalbi duruyor sandı. Az önce Gülizar’ın üstüne atlayıp bıçak saplamayı düşünen kadın,korkudan bayılacak kadar kanı çekilmiş bir halde ayakta zor duruyordu şimdi. Gülizar minicik bir şişe uzattı Azime’ye, ahlaksızca gülümsemeyi ihmal etmedi. “Kanım lazımmış sana.” dedi. “Büyü yapıp Halil’i kendine bağlayacakmışsın. Ama…” Azime’nin gözleri bir şey göremez oldu midesi bulanıyordu. “Ama.” dedi Gülizar, “Halil büyülü su içip gelmedi bana. Büyülenip geldi.” Azime kapıya tutunmak zorunda kaldı, hazırlıksız yakalanmıştı. Gülizar devam ediyordu: “Ben hevesimi aldım, ister al bu kanı büyü yaptır getir kocanı eve, istersen kocan ne istiyor bir kadından öğreteyim sana.” Bu kadarı fazlaydı, ama Azime ne cevap verecek ne de Gülizar’ı saçından tutup yere indirecek gücü bulamadı kendinde. Azime’nin güçsüzlüğü Gülizar’ı biraz daha keyiflendirdi, yağlı saçlarını eliyle topladı, o sırada Azime’nin yüzünü ekşiten bir koku geldi burnuna, midesi bulandı tekrar. Gülizar, Azime’ye çok gürültülü ve ahlaksız gelen bir kahkaha attı. Sonra birden durup, kahkasından bahsederek: “İşte, kocanı koşa koşa bana getiren büyü buydu.” deyip, kalçalarını kıvıra kıvıra uzaklaştı. Azime’nin eli yanağında kalmıştı. Gülizar, giderken bir makas almayı ihmal etmemişti çünkü…
H.ÇİFTÇİ