Duyguların, insanlığın gelişmesinin önündeki engeller olduğuna inanan “Bilge Başkan” ülkenin başına geçeceğini duyduğunda gülümsememişti bile. Sevinçli de değildi zaten. Sadece şimdiye kadarki planların icraata dökülmeye başlanması için emir vermiş ve başkanlık konuşması için onu büyük bir heyecanla bekleyen kalabalığa kısaca teşekkür edip evine dönmüştü.
Sonraki günün sabahında her şey değişmeye başladı. Bilge’nin gerekli görmediği kurumlar birer birer kapatıldı. Onların yerine ekonomik kazancı artıracak, ülkeyi kalkındıracak şirketler kuruldu.
Birkaç yıl içerisinde insanların çalışmak ve evlerindeki ekranların başında oturmak dışında yaptıkları pek bir şey kalmamıştı. Dışarıdaki her türlü eğlence, toplanma mekanı kaldırılmıştı. Grupların oluşması, Bilge’nin istediği bir şey değildi. Ona göre bireysel bir hayat, devletin devamlılığı için gerekliydi. Zamanla insanlar da buna uyum sağladı. Artık daha da büyük emekler isteyen insani ilişkiler kurmalarına gerek yoktu. Zaten buna ne vakitleri ne de enerjileri kalıyordu.
Hayatlarının çoğunu işleri ve kalanını da ekranlar kaplıyordu. Böylece enerjileri söküp alınmıştı sanki. Halkı, büyük bir hantallık kaplamıştı. Bilge, duyguların geri plana atılmaya başlanmasının verimliliği artıracağını düşünüyordu oysaki. Herkesin canla başla çalışacağını, eskiden beş günde biten işi bir günde bitireceklerini düşünüyordu. Yine de kurduğu sistemde bir hata görmedi.
İnsanlar, giderek Bilge’ye benziyordu. Gülmemeye, hatta gülmeyi unutmaya başladılar. Tanıdıkları kişileri gördüklerinde selam vermiyorlardı. Güzel bir şey gördüklerinde hayret etmiyoryorlardı. Zaten görülecek güzel şeylerin sayısı da giderek azalıyordu.
Bir süre sonra halkın ufak bir kesimi yaşananların absürtlüğünün farkına vardı. Başka türlü nasıl yaşanacağını unutmuş olsalar da artık böyle yaşamak istemediler. Hep beraber iş yerlerinden çıktılar, şehir merkezinden uzak bölgelerde yaşam yerleri kurdular. Onlara “Pasaklılar” denmeye başlandı. Diğerlerinin aksine, topluluklar halinde ve doğayla iç içe yaşıyor, Bilge’nin başa gelmesiyle hayatlarına giren her şeyi reddediyorlardı.
Pasaklılar, Bilge’nin halkının ifadesiz bakışları altında, duygularını geri kazandılar. Ve duygularıyla yaşamayı tekrardan öğrendiler. Birbirleriyle selamlaşmaya hatta konuşmaya başladılar. Üzüntüye ve şaşkınlığa bir daha yer buldular benliklerinde. Böylece hantallıkları yerini atikliğe bıraktı.
En son neşelerini kazandılar. Yeni doğan bir bebeği taklit ettiler önce. Yıllardır gülmemekten pas tutmaya başlamış bazı yüz kasları, şaşkınlıklarını üzerlerinden attıktan sonra gülmek, Pasaklılar için vazgeçilmez bir hale geldi.
Neşelerini tekrar kazandıklarında bir araya geldiler ve böyle bir şeyi kendilerine saklayamayacaklarına karar verdiler. Duygular olmadan yaşamak Bilge’nin Halkı’nı zayıf düşürdüğü, hantal bir hale getirdiği için Pasaklılar’ın karşısında bir şansları yoktu.
Önce Bilge’yi indirdiler. Operasyonu o kadar hızlı gerçekleştirmişlerdi ki Bilge’nin koruyucuları da halkı da ne olduğunu anlayamadı bile. Ardından birer birer kendi dönüşümlerine giden yolu açtılar herkese.
Bilge’nin Halkı’nın hissetmeye başlaması daha uzun sürdü. Çünkü onlar, Bilge’den devraldıkları hayat tarzını içselleştirmişlerdi. Değişim, onlar için uzun ve meşakkatli bir yol gibi görünüyordu. Ancak Pasaklılar güçlerini neşelerinden alan bir topluluktu. Kolayca ümitsizliğe kapılıp pes etmediler.
Ve bir gün, Bilge’nin Halkı’ndan bir kadın yeni doğmuş bebeğinin gülüşünü taklit ederek yüz kaslarını zorladı.