Oturduğum yerde düşünüyordum “Kalbim ne zaman bu kadar hantallaştı? Oturduğu yerden kalkacak, kalktığı yere oturacak hali yok. Tüm vücuduma kan yerine hantallık pompalıyor. Sevmeye, merhamet etmeye, şefkat göstermeye eriniyor. Hiçbir şeye gücünün olmadığını tüm hücrelerime hissettiriyor. Bu hantallık bu kalpte durdukça elimden hiçbir iş gelmez. Ayaklarım bir adım bile atamaz. Ne yapmalı ne etmeli kalbi kurtarmalı. Bir çığlık atsa kurtulacak gibi ama…”
“Aah kalbim ben senden çook çektim
Söyle nedir bu halin?
Vallah sen hantalsın hantalsın...”
Evet deli değil hantaldı. Keşke deli olsaydı. Delilik bir kurtuluştur kimi zaman. Ne demiştik; kalbi kurtarmalı. Beynime bir danışayım diye düşündüm. Ne yapabilirdim kalbi hantallığından kurtarmak için? Beynimden bilge ve mantıklı cevaplar almayı ümit ederek “Beynim! Beynim! Söyle bana…” diye söze başlamıştım ki gözlüklerinin üstünden kızgın bir bakış atıp beni susturdu. “Sanki sözümü çok dinliyorsun. Yok sana tavsiye mavsiye. Hadi başka kapıya” dedi. Bilge Beyin Beyden hayır yok anlaşılan. (Niye Bey dediğimi açıklardım ama şimdi konumuz bu değil.)
Bu arada ben kurtuluş yolu araya durayım pasaklı midem guruldamaya başladı. Daha üç saat önce yemek yemiştim, yuh be! Pasaklı olduğu kadar umursamaz da. Kalp yanıyordu, kalp ölüyordu ama midenin umrunda değildi. Ona da Bey demek istedim. Pasaklı Mide Bey. (Bunu da açıklardım ama Beylere ayıp olur şimdi:)) Kalbi kurtarma çalışmalarından önce midemi susturmalıydım. İki Yüz kiloluk bir insan gibi zar zor kalktım yerimden. Yavaşça mutfağa doğru yürüdüm. Dedim ya kalbim hantallık pompalıyordu vücuduma. Bedenime uzun gelen bir yolculuğun ardından nihayet mutfağa ulaştım. Mutfakta dünden kalma bulaşıklar vardı. Mideme diyorum ama ben de az pasaklı değildim. Odam da dağınıktı zaten. Çalışma masam tam bir pasaklıya yaraşır biçimdeydi. Dolapta kalan az bir peyniri ekmeğin arasına koyup yedim. Pasaklı Mide Bey susturuldu. Sonra kalbime yani kendime bir kurtuluş yolu düşünmeye başladım. Bir yardım eli. Kalbimin elinden tutarak, gözlerine bakarak, cesaret vererek onu bu hantallıktan kurtaracak bir yardım eli. Bu pasaklı mutfakta otururken, bir adım atmazken, kolunu kaldırmazken, tek kelam etmezken nasıl ve nereden gelecekti o yardım eli bilmiyordum.
-Dışarı çık!
-Dışarı mı çık? Dışarı çık mı? Dışarı çıkmalı mıydım sahiden? İç sesim öyle söyledi. “Dışarı çık” dedi.
Sahi bu iç ses nereye ait? Beyin desem değil. Çünkü beyin kadar duygusuz konuşmuyor. Kalp desem değil. Zira kalbim susalı çok oldu. Belki de ruha aittir. O zaman şöyle diyelim ruhum beni dışarı çıkarmak istiyordu. Hadi bakalım. Ha gayret. Bi besmele çektim. Zor da olsa kalktım. Üstümü başımı düzeltmeden, ev halimle pasaklı bir şekilde de olsa çıkmayı başardım. Hem belki temiz hava iyi gelir, dönünce güzel bir temizlik yaparım diye düşündüm. “Mı acaba?” dedi Bilge beynim alaycı bir tavırla kalbimi işaret ederek. “Yapamazsın. Kalbinde bu hantallık oldukça hiçbir iş yapamazsın sen” demek istedi. Beynimi susturup “Yürü!” dedi iç sesim. Ve devam etti “Düşündüğün gibi değil, hissettiğin gibidir bazen. Dağların çamura battığını düşünürsün kış biterken. Oysa bahar, kışa göğsünü germiş, büyütmüştür çiçeklerini çamurlu karlar arasından. Düşündüğün gibi değil, hissettiğin gibi.” Vay be! Bir şair çıkar bu iç sesten. Beynim bilgeliği iç sese kaptırdığı için kızmıştı. Suratını astı oturdu. O susunca biraz rahatladım sanki. Zira konuşmaya başladı mı Edirne’den Kars'a, Dünya’dan Mars’a düşündürmediği konu kalmıyor. İyi oldu böyle. Söz, iç seste. Hem iç ses daha bilge konuşuyor. Sanki benden yıllar önce gelmiş dünyaya. Görmüş geçirmiş bir ihtiyar kadar bilge. O konuşunca yorulmuyorum. Bilakis rahatlıyorum.
Yürürken sokakta oynayan çocuklar gördüm. Daha doğrusu benim kimseyi görecek halim yoktu da iç ses gösterdi onları bana. Biraz sonra çocukların topu bana doğru gelmeye başladı. “Oyuna katıl ve çocuklarla oyna” dedi iç sesim. “Ne? Ne diyorsun sen? Koskoca ben… Yok artık” dedim. “Neşelenmen lazım. Kalbini kurtarmanın yolu neşeden geçiyor” dedi Bilge İç Ses Hanım. (İç sese hanım olmak yaraşır diye düşündüm) Ona direnmek istemedim. Çabucak ikna oldum ve oyuna katıldım. Çocuklar hiç yadırgamadılar. Hemen aralarına aldılar beni. Aralarına girince tam bir çocuk gibi hissetmeye başladım. Beynim “Saçmalıyorsun”, kalbim “Off nerden çıktı bu oyun?” diyorlardı ama ben onları duymamazlıktan geldim. Çocuklarla birlikte bağırdım. Onlarla birlikte kahkaha attım. Koştum, zıpladım, düştüm, kalktım... Oyundan sonra ellerimi cebime koyup ıslık çalarak yürümeye başladım. İyiden iyiye neşelenmiştim. İç ses Hanım haklıymış. Neşe kalbime iyi gelmişti. Yüzünün gülmeye başladığını hissediyordum. Yürürken yol kenarında miyavlayan bir kedicik gördüm. “Süt al ve ona içir” dedi iç ses. “Görmüyor musun şunun pasaklılığını? Uzak dur. Hastalık filan bulaşır” dedi beynim. “O senin pasaklılığın” dedim ve iç sesimi dinledim. Biraz önce yanından geçtiğim mahalle bakkalına döndüm. Süt aldım. Ve kediciğe içirdim. Onun o iştahla içişi, o tatlılığı neşeme neşe kattı. Kalktım yürümeye başladım. İç sesin direktifleriyle yol boyunca uzun zamandır yapmadığım güzel şeyler yaptım. Mesela bir teyzenin poşetlerini taşımasına yardım ettim, tanımadığım insanlara tebessüm ederek selam verdim, bir çocuğa çikolata hediye ettim. Ve bunlar ilginç bir şekilde beni neşelendirdi. Sonra yolun karşısında eski bir arkadaşımı gördüm. Uzun zamandır görüşmüyorduk. “Git ve halini hatrını sor” dedi iç sesim. “Boş ver. O sana bakmıyor. Belki de görmezden geliyor. Yoluna devam et. Hem uzun zamandır ne arıyor ne soruyor demek ki seninle görüşmek istemiyor” dedi beynim. Bu sefer beynimi dinledim, yürümeye devam ettim. İç sesim “Hata ettin. Sen bu kadar vefasız olmamalısın. Vefa dostları sevindirir. Dostları sevindirmek kalbe neşe verir.” dedi. İç ses yine haklıydı galiba. Telefonu alıp o arkadaşımı aradım. Yolda gördüğümü fakat yanına gidemediğimi söyleyip özür diledim. Halini hatırını sordum. Hastaneden dönüyordum. Tahlil sonuçlarım kötü çıktı. Moralim bozuktu. Sesini duymak iyi geldi, teşekkür ederim.” dedi. “Sesini duymak iyi geldi” demesi beni mutlu etse de gördüğüm zaman yanına gitmediğim için kendime kızdım. Bu olay üzerine beynimi bilgelik makamından mütemadiyen azlettim.
Eve döndüğümde kendimi ve kalbimi çok güçlü hissediyordum. O eski hantallığımdan eser yoktu şimdi. Bağıra bağıra şarkı söyleyerek evimi pasaklılıktan kurtardım. Kahvemi alıp sallanan sandalyeme oturdum. Ve keyifle kahvemi yudumlarken kalbime yük olan insanların numaralarını telefon rehberimden sildim. Bunu da iç ses söylemişti. “Sevmeyen, sevmeyi bilmeyen, kadir kıymet bilmeyen, teşekkür etmeyen, özür dilemeyen insanlar kalbe ağırlık verir. Olabildiğince uzak durmak gerek böylelerinden. Bu insanlarla muhatap olmak zorunda olan kalpler zamanla hantallaşır. Eski gücüne kavuşması zaman alır. Ve o gücün yolu neşeden geçer” dedi iç ses. Sustum ve dinledim. Bilge İç ses Hanım’ın sözünün üstüne söz söylenmez.
Emine Ecran Çeliksu