Uzun Bıçaklar Gecesi

Yasemin Karabacak

Çocukluğum İstanbul’un bozulmadan önceki mahallelerinden birinde geçti. Mahalle kültürüyle büyümüş son nesil şanslı çocuklarız biz. Mahallede büyümek bir nevi açık hava evde büyümek demekti. Sokakta oyun oynarken acıkıp susadığınızda eve kadar gitmenize gerek yoktu mesela. Kapısına gittiğiniz herhangi bir komşu teyze elinize tutuşturuverirdi salçalı ekmeği. Ya da ebeveynleriniz evde yoksa kapıda kalma ihtimaliniz yoktu. Canım sıkıldı n’apsam kaygısı da taşımazdınız üstelik. Etraf arkadaş ve oyun kaynardı. Tabii bir suç işlediğinizde anne babanız kadar belki de daha fazla diğer mahalle eşrafından fırça yemek gibi kötü tarafı da yok değildi.

Okuduğum okul insanların her gün işe gitmek için kullandığı güzergâha tersti. Her sabah insanlar kalabalık hâlinde yola çıkarken biz sakin ,bomboş, trafiksiz yolda 3 arkadaş yürüyerek okula giderdik.Hantal Naci, Bilge Yusuf ve ben- Pasaklı Mehmet. Sabah okul yolunda başlayan mesaimiz çoğunlukla gece yatana kadar devam ederdi. Naci’yle ben aynı apartmanda yaşıyorduk. Yusuf ise yandaki evde oturuyordu. Okul sonunda birimizin evinde - genelde bu bizim ev olurdu- oynamaya devam eder ,bizim bu bitmeyen sohbetlerimiz çoğunlukla diğerlerinin annelerinin katıldığı bir yemek sofrasına dönüşüverirdi.

Naci ya da herkesin ona seslendiği şekliyle Hantal aramızdaki en ağırkanlı ve gamsız olanıydı. Adam okumayı bile 2.sınıfta biraz bizim zorumuzla ancak çözdü. Harfleri biliyor, heceleri tanıyor ama onları birleştirmeyi kendine eziyet görüyordu. Öğretmenin önce nazikçe başlayan hediye vaatleri giderek artan ufak yollu tehditleri bile yetmedi. Herkes okumayı sökme nişanesi olarak kırmızı kurdeleyi yakasına takıyor, bizim Naci ise en arkalarda oturup onları izlemekle yetiniyordu. Babası dış işlerde memurdu.Çok sinirli ve mükemmeliyetçi bir adamdı. Naci’nin bu ağırkanlı hâlleri sinirini bozuyordu.Onun oğlu tuttuğunu koparan biri olmalıydı. Naci birkaç hamleden sonra ne yapsa babasının gözüne giremeyeceğini anlamış, iyiden iyiye pes etmişti. Mustafa Amca eve daha az gelir olmuştu “Dostu varmış.” diyorlardı. Niye fısıltıyla söylerler anlamazdık biz tabii. Annesi Zehra Teyze anneme gelir içli içli ağlardı. Kimsesi yoktu Zehra Teyze’nin. Ailesi Almanya’daydı.Zavallı kadıncağız onlara da bir şey demez, sadece anneme anlatırdı derdini. Kocasının suçunun utancını yaşıyordu. Üstelik oğlu da hayatta her şeyden vazgeçmiş gibiydi. Çok üzülürdü oğlunun bu kaplumbağadan yavaş hâllerine ama kimseye de ezdirmez, üstüne titrerdi oğlunun.

Yusuf aramızda en çok okuyandı.Bilge lakabı da oradan geliyordu zaten. Her konuda bir fikri, bilgisi vardı.Babasının taksitle aldığı Hayat Ansiklopedilerini kutsal bir kitap gibi satır satır okumaya bayılırdı. Aramızda okumaya en hızlı geçen ,matematik problemlerini en hızlı çözen, çarpım tablosunu sular seller gibi ezbere bilen oydu. İnsanları önce sessizce dinler, onların söyleyecek bir şeyi kalmadığında sakince “Bakın o öyle değil aslında.” diyerek başlardı anlatmaya.Babası bir devlet dairesinde hizmetliydi. 4 kardeşlerdi. Babası her akşam işten yediği fırçalardan bıkkın, karşısına alırdı 4 kardeşi “Okuyun .”derdi. “Kimsenin ağız kokusunu çekmek zorunda kalmayın. Benden kaç yaş küçükler okuyup adam oldum sanıyor da gelip geçerken küçümser gibi bakıyor yüzüme. Çok ağrıma gidiyor. Bak Atatürk bile ne demiş ‘ Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.’ Eee! Büyük adam tabii. Bizler cahil kaldık. Allah razı olsun bizim muhtarın oğlan yerleştirdi beni bu işe de aç değiliz açıkta değiliz..” Her akşam neredeyse aynı kelimelerle verdiği nutuğu ezberlemişlerdi çocuklar. Artık bir anlam ifade etmiyordu bu boş cümleler onlara. Bir tek Yusuf koca gözlerlerini açarak dinler,içinden sözler verirdi kendine babasına.

Bense bir evin bir çocuğuydum. Annem üstüme titrerdi. Babam gümrükte memurdu. O zaman her yerde bulunmayan türlü oyuncaklarım vardı. O yüzden bize gelmek isterlerdi. Bense annemin onca özenine evdeki her türlü imkâna rağmen kirli bir çocuktum. Mahallede adım pasaklıya çıkmıştı. Herkes anneme üzülüyordu. “Zavallı kadın bununla uğraşmaktan bıktı. Yahu insan azıcık dikkat eder , öğrenir .Taş olsa şimdiye adam olmuştu. Yok yok kadıncağız hasta olacak inan bunun yüzünden .” diyorlardı. Bense tertemiz çıktığım eve gün sonunda yağmurda kalmış kedi misali kir pas içinde dönüyordum Zavallı annem her seferinde beni ilk kez görüyormuşçasına şaşkın yüzüme bakar, şefkatli ama bezgin banyoya götürür yeniden yeniden tertemiz ederdi. Neydi bendeki bu hâl, hâlâ bilmiyorum.

Önümüz Kurban Bayramı’ydı. Mahallede neredeyse her evden koyun sesleri geliyordu. Millet yavaş yavaş bayram hazırlığına başlamıştı. Hantal o günlerde iyice sessizleşmişti. Babası neredeyse 10 gündür eve uğramıyordu. Zehra Teyze ağlamaktan helak olmuştu. “Kesin büyü yaptılar bu adama. Yoksa böyle yapmazdı hiç.” diyordu.

Hantal Naci bir okul çıkışı “Babamın başka oğlu varmış biliyor musunuz?” dedi aniden. Annemle dün onun yeni karısına tuttuğu eve gittik. Çocuk bahçede nasıl koşuyordu.”

Uzun bir sessizlik oldu aramızda. Ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Sonuçta 11 yaşında çocuklardık ve babası giden hiç olmamıştı etrafımızda.

“Benim gibi değil o.” dedi Naci tekrar. “Kanlı canlı tam babamın istediği gibi bir çocuk.”

Naci babasının gitmesinin sebebi kendi sanıyordu galiba. Yol boyunca bir daha konuşan olmadı. O gün ilk kez herkes kendi evine gitti.

Ertesi sabah Naci bize hiç olmayacak bir teklifle geldi. “Bizim bu koyunları kurtarmamız lazım.” dedi. “Onlar da ben gibi babalarından ayrı girmesinler bayrama. Gece herkes uyurken onların ipini keseceğim.” İlk kez ondan böyle bir şey duyuyorduk. Vazgeçirmeyi denedik ama asla kabul etmedi. “Sizle ya da sizsiz, ben bu gece bu işi yapacağım.” diyordu. Mecburen kabul ettik. Planımız gece uyurken evden alacağımız uzun ve kalın bıçaklarla iplerini kesip mümkün olduğunca koyunu serbest bırakmaktı.

Annem akıllı kadın bende bir hâller olduğunu sezdi. Ama kesinlikle sır vermedim. Veremezdim. Çocukluk aklımla Naci’nin bu değişimine yardımcı olmaya çalışıyordum galiba. Gece el ayak çekilince Yusufların bahçe kapısında buluştuk. Yaptığımız çılgınlıktı. Üstelik Bekçi Kemal’e yakalanma ihtimali bizi çok korkutuyordu. Ellerimizde uzun bıçaklar, önce daldığımız bahçelerdeki koyunların ipini kesiyor sonra da bahçe kapılarını açık bırakıp kaçıyorduk. 15 ya da 16. evden sonra yorgunluktan bayılmak üzereydik. Yolumuzun üzerindeki birkaç eve daha girdikten sonra eve dönmemiz gerektiğe karar verip hızla evlerimize döndük. Şimdi bile mantıksız gelen bu işi nasıl yapabildik bilemiyorum. Naci’ye bir hareket gelmişti. Onun çevikliği Yusuf’un bilgiç fikirler vererek gösterdiği yöntemlerle bu işi becerebildik. Çok üşümüş ve çok korkmuştum. Hemen yatağa girdim ve uykuya teslim oldum.

Sabah mahallenin çığlık çığlığa bağırışlarıyla uyandım. Gün ağarınca yaptığımız işin bilançosu ortaya çıkmıştı. Serbest kalan hayvanlar evlere bahçelere dalmışlar, yollarda trafiği kapatmışlardı. Kimileri ise tamamen uzaklaşmıştı mahalleden. Herkes fellik fellik mübarek günde bu işi yapan sözümona şeytanın işbirlikçilerini arıyordu. Milletin bayramı zehir olmuştu. Bir sene etin hayalini kuran halk şaşkındı. Ne biçim bir imtihandı bu. Mahallede bir sürü dedikodu dolaşıyordu olayın failleri ile ilgili. Ortalık mahşer günü gibiydi.

Biz 3 kafadar bir süre görüşmedik. Hayvanını bulabilen tekrardan bahçesine bağlamış ama bu sefer işi sağlama almak için bayrama kadar sırayla nöbet tutmaya karar vermişlerdi.

Bekçi Kemal'in de itibarı yerle bir olmuştu. Kimsenin yüzüne bakamıyordu garibim.Kurbanlığını bulamayanlar ise mahzun kalakalmışlardı. O zamanlar nerede millette ikinci kurbanı alacak para?

Bayram sabahı babam bayram namazından sinirle eve geldi.Hışımla beni oturma odasına götürdü. “ Duydun mu hanım bunun arkadaşının yediği haltı?” dedi. “Meğerse mahalleye bayramı zehir eden çete bizim Hantalmış..”

Ben şaşkındım. Sonra her şey açığa çıktı.Sen bizim Hantal Naci bayram namazı için toplanan cemaate çık herşeyi anlat. Allah’tan bizim adımızı vermemiş de her şeyi kendim yaptım, demiş. Mahalleli küplere binmişti.

Olaydan hemen sonra Zehra Teyze çağırdı abisini ve onun yardımıyla Almanya'ya taşındı. Zaten Mustafa Amca’dan hayır gelmeyeceğini de anlamıştı. Vedalaşırken Naci bize teşekkür etti. “Bana güvendiğiniz için .”dedi giderken.

Duydum ki oralarda bir döner dükkanı açmış ve Türkiye'ye dönmeyi hiç düşünmüyormuş. Babası Mustafa Amca’yla da bağlarını tamamen koparmış. Bizim Bilge Yusuf dediğini yapmış ve doktor olmuştu. Babası gururla dolaşıyordu

Ben mi? Kaderin bir cilvesi mi bilinmez üniversiteden sonra girdiğim bir temizlik firmasında yönetici oldum. Annem diyor ki “ Eee bu işi senden başkası yapamaz tabii. Kirlilikte ihtisas yapmış adamsın. Temizliğin kıymetini pasaklılar bilir ..

.