Özet
Her şeyin bir sonu var diyorlar. Burada kumun içinde, onların ilk kolonisi bunun tam aksini göstermekte şu anlık. Byron'un dünyasındaki yerleşimciler, yerleşimlerini yeraltına kurdular. Önceleri bunun sebebi, bilimsel bir deneyin denekleri olmalarıydı. Dünyadan kendi değerlerini yansıtan şeyler getirdiler. Onlar değerlerine sadık olan bir halktı. Asla değer verdikleri şeylerden vazgeçmezlerdi. Byron’un dünyasındaki ilk yerleşimden geriye kalan: en büyük hataları, değerlerinden vazgeçişleri ve umutsuzluk hastalığına yakalanmaları. Yeryüzünün derin yüzeyine yaklaştılar hırs ve yeni düzene tutunmak için adanmışlıkla. Bu metruk binayı aydınlatan ışıklar ve güç bu yeni neslin temsilidir. Eğer dikkatlice dinlerseniz güce boyanmış yeni neslin haykırış çığlıklarını duyabilirsiniz. Üçüncü yerleşim duygulara karşı olarak başladı. Diğer kolonilerde bulunan çıkmaza karşı çıkmak için inşa edilmişti. Bu karşı çıkış burada daha belirgindi. Güç ve korkusuzluğa bağlı olan bir yerde bu karşı çıkış daha belirgindi. Ancak her şeyin bir sonu vardır. Ama onlar sonu bilmediklerinden tutunmaya çalışıyorlardı. Dördüncü yerleşke, asırlar boyu buz dağlarına sahiplik yapmış olmalıydı. Byron oraya müdahale etmeden önce. Bu kardan adam yeni yerleşkeye aykırılık gösteriyor. Karanlık güneşte bunun kanıtı. Ancak her şeyin bir sonu olmalı mı? Sonun ne olduğunu görmek için kullanılmış bir cihaz. En sonunda her şeyin sonunda, onlar sonu bulmaya giderken kendi sonlarına merhaba diyorlar.
Yeni sabaha herkes farklı bir şekilde uyanmıştı. Kimisi iyice uykusunu almış dinç, kimisi ise kâbusa merhaba diyerek uyanmıştı. Robert Bell Araştırma Merkezi ise güne hareketli bir şekilde başlamıştı. Yerin üstünde yaşam zorlaştığından beri buna bir çıkar yolu arıyorlardı. Yerin üstü artık insana dardı… Ve insanı üzerinde daha fazla tutacak takati kalmamıştı. Uzun çalışmalar sonucunda her şey son buldu derken; kumların altından sinyaller almaya başladılar. Yerin altında onlardan önce birileri orada ilk yerleşim yerlerini bulmuşlardı. Her şeyin bir sonu var diyorlar. Burada kumun içinde onların kolonisi bunun tam aksini gösteriyor şu anlık. Gerçekten son denilen yer aslında milât mı yoksa bu sadece bir züğürt tesellisi mi? Buna cevap vermek için çok erken.
Byron Araştırma Merkezinin kurucusuydu. Her şey onun kafasında oluşan fikirlere göre şekilleniyordu. Byron’un zihni diğerlerine göre farklı çalışıyordu. Üstelik pek iyi bir adam da sayılmazdı. Yeraltındaki ilk kolonileri onun yollamamış olması önemli değildi. Zira onun elindeki teknolojinin diğerlerinde olmadığına emindi.Fakat önemli olan bundan sonra onun nasıl bir yol çizeceğiydi. Bu koloniyi kendisi denetlemeliydi. Onların kaderlerini kendisi çizebileceğini düşünüyordu. Çünkü onun dünyasında ya oyun kuran olacaksın ya da oyuncu. Byron bu oyunun kurucusu olmayı aklına koymuştu. Yardımcısı Jeolog Alex Carlo'yu çağırdı. "Bay Alex hemen bir yolunu bulup ilk koloniyle irtibat kurmaya çalışın. Bizim onları, oraya göndermemiş olmamız hiçbir önem arz etmemekte. Önemli olan yola çıkmak değil. O yolda olmak. Bu yüzden ipleri derhal elimize almamız şart. Gerekli olan şeyleri biliyorsunuz.“ Bay Alex Byron'u ciddiyetle dinledi. Fakat nedense bu iş hakkında soru işaretleri çokça mevcuttu. Lâkin onun görevi, sorgulamadan verilen emri layıkıyla yerine getirmek. Bu yüzden Byron'un lafı biter bitmez onu onaylayan bir baş hareketi yaptı ve merkezin ilgili bölümüne doğru yol aldı.
Dokunmatik ekranda tuşlarda hızlıca parmaklarını gezdirip kapıyı açıp içeriye girdi. Ve ilk yerleşimcilerle iletişime geçmeyi başardı. Yüzünde bir işi başarmanın haklı gururu vardı. Lâkin yerleşimciler için durum bambaşkaydı. Onlar nasıl bir şeyin içinde olduklarını bilmiyorlardı. Kumların içinde yaşam nasıl olur diye çözmeye çalışıyorlardı. Sanki bir simülasyonun baş karakterleriydiler. Bir uçuruma doğru sürüklenirken bir anda belivermişti beyaz gömlekli, siyah cam çerçeveli gözlüklü adamlar. Yaptıkları teklif ilk başta onlara inandırıcı gelmemişti. Yeraltında yaşam nasıl mümkün olabilir ki? Feza ve ailesi zaten sona yaklaşmıştı. Kaybedecekleri ne kaldı? Hiçbir şey. Bu yüzden buraya gelmeyi kabul etmişlerdi. Fakat şu anda burada ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Sadece tek bir şartları vardı. O da değer verdikleri eşyalarını da yanlarına almalıydılar. Zira onlar değer verdikleri şeylerden asla taviz vermezlerdi. Ta ki buraya gelene kadar. Buraya geldiklerinde havasından olsa her şey anlamını yitirdi sanki. Meyusiyete boyanmıştı sanki bütün ruhları. Çığlık ve garip bir uğultu bu sarı dünyada en belirgin olan şeyler idi. Sanki yeraltı onlara kendi dünyada yaptıklarına karşılık bu azabı onlara yaşatıyordu. Her gün daha da sona yaklaştıklarını hissediyorlardı. Zaman mefhumunu yitirmişlerdi. Adım adım sona yürümek, buydu onların yaptığı. Ve daha fazla direnemeyip küle dönüşüp kumların arasında yok olup gittiler. Byron ise bu olay silsilelerinin hiçbirine müdahil olamamıştı. Sadece yok olmalarını geciktirecek şeylerle onları oyalayıp durmuştu. Bu sefer oyuna kurucu değil bir seyirci. Byron'un dünyasındaki ilk yerleşimden geriye kalan, en büyük hataları: değerlerinden vazgeçişleri ve umutsuzluk hastalığına düşmeleri. Bu sefer kendisi yeni bir koloni gönderdi. Fakat bu ikinci koloni ilk günden patlak verdi.
Byron vazgeçmek nedir bilmeyen bir adamdı. Bu yüzden daha uzun sürede ince eleyip sık dokuyarak, yeni yerleşimcileri devreye soktu. Ekranın karşısında çenesini sıvazlayarak olacakları seyrediyordu. Bu kez başaracaktı, ama neyi? Bunun tam net cevabını tam kendine bile verememişti. İlk defa bu kadar gözünü karartmıştı. Üçüncü koloni hazırdı. Yeryüzüne, derin yüzeyine yaklaştılar ve en baştan başladılar. Yeni bir toplum, hırs ve yeni düzene adanmışlıkla. Bu metruk mekânı aydınlatan ışıklar ve güneş yeni nesli yansıtır. Zira onlarda Byron'un dünyasında küçük bir ışık huzmesi olmayı şu anlık başarmış görünüyorlar. Üçüncü yerleşim zayıflığa karşı olarak inşa edilmişti. Buranın sert rüzgarı ve havası zayıflara göre asla değildi eğer zayıf olsalar burada tutunmaları çok güç olurdu. Bu seferki yerleşim yeri asla diğerlerine benzemiyordu. Bir labirent gibi farklı alanlardan ibaretti. Bir yer sonbahar havasında normal gibi gözükürken; ağaçların çıplak dallarındaki düğme farklı bir boyuta açılıyordu. Sağır edici çığlıkların kulakları deldiği, insanların içinde gizlenmeye çalıştığı makinelerin olduğu bu karşı çıkış daha belirgindi. Bu çığlıklara ne kadar dayanılır bilinmez. Ancak her şeyin bir sonu vardır. Onlar bunu bilmeden yola çıkmışlardı ya da çıkarılmışlardı. Akıbetleri diğerleri gibi olmamıştı. Fakat onlar da bir hiçliğin içinde hapsoldular. Yolları bilmediklerinden bir uçurumun dibinde buldular kendilerini. Bir adım atsalar ne olurdu? Ölüm denilen şey burada da var mı?
Byron olanlara mana veremiyordu. Onun yerleştirdiği yerleşim yeri nasıl bir labirente dönüşüyordu. Oysa orada sadece yaşanabilir olan bir yer tek vardı. Birileri onunla fena hâlde oynuyordu. Bu onu yıldırmak yerine daha da hırslandırdı. Son planı yeni bir yerleşim yeri keşfetmekti. Ekran karşısında otururken göz kapakları yavaşça kapandı. Ve uzun yıllar sonra bir rüya gördü. Yıldızlarla kaplı bir gökyüzü ve koca buz dağlarının tam ortasında öylece durmuş, bir sağa bir sola savruluyordu. Bir hışımla uyandı hemen. Evet, dördüncü yerleşke, asırlar boyu buz dağlarına sahiplik yapmış olmalıydı. Kimse oraya müdahale etmeden önce. Hızlıca hazırlıklarını tamamladı Byron. Bu yerleşim yerine bizzat ekip arkadaşlarını yollayacaktı. Uzun bir süre bu yeni keşfettikleri yer hakkında birbirleriyle istişarelerde bulundular. Ve ekip artık mekandaydı.
Her şey izlenimlerinden daha farklıydı. Yapmayı düşündükleri hiçbir şeyi yapmıyorlardı. Dondurucu soğuk kimi zaman düşünmelerine bile izin vermiyordu. Bir anda mavi bir güneş belirdi gökyüzünde. Buranın hep aydınlık bir görünürde olduklarını biliyorlardı. Ama hem yıldızların hem de güneşin bir arada olması enteresandı. Ve bir diğer enteresanlık ise güneşin altında erimeyen kardan adam. Hem etrafı keşfederken hepsinin aklında neden burada olduklarına dair soru işaretleri vardı. İlk başta sadece yerin altında bir yerleşim yeri kurup, orada yeni bir düzen kurmak için bu yola girişmişlerdi. Şimdi ise Byron'un anlam veremedikleri hırsının peşinden gidiyorlardı. İlk başta yeraltında başlayan yolculukları sürekli yer değiştirmekteydi. Şimdi ise ne olacağını tahmin edemiyorlardı. Bir sonuca ulaşmak istiyorlardı, bir sona ya da. Ancak her şeyin bir sonu olmalı mı? Byron'un amacı buydu aslında. Sonu görmek istiyordu. En sonunda her şeyin sonunda, onlar sonu bulmaya giderken kendi sonlarına merhaba diyorlar. Kendilerini bir uzay boşluğunda sallanıp dururken buluyorlar.