Byron kuvvetlice sarsıldığını hissetti yavaş yavaş kendine gelirken. Derinden gelen gıcırtı sesleriyle birlikte bir oyana bir buyana sarsılıyordu. Ayrıca uyarı sirenine benzeyen bazı sesler de duyuyordu. Gözleri açıktı ama hiçbir şey göremiyordu. Hareket ediyordu içinde olduğu şey. Arada robotu andıran bir kadın sesi konuşuyor bazı durak isimleri söylüyordu. Kafasına biraz daha toparlayınca en son işe gitmek için metroya bindiğini hatırladı. Tabii ya metrodaydı. Ama birtakım aksilikler vardı. Metro kapkaranlıktı ve söylenilen duraklarda durmuyordu. Byron biraz sonra başka insanların da sesini duymaya başladı. Mırıltılar gittikçe çoğaldı, herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Önce metronun bozulduğunu düşündüler. Peki, neden hepsi birden bire uykuya dalmıştı? Metro bozulmuş olabilirdi ama hepsinin bilinçlerini kaybetmeleri nasıl açıklanabilirdi ki? İnsanlar garip teoriler uydurmaya başladı. Byron olanları anlamaya çalışıyordu ama her kafadan bir ses çıktığı için odaklanamıyordu. "Heyyy millet biraz sakin olabilir misiniz?" diye bağırdı Byron kendini tutamayarak. O anda metro raylara sürterek durdu ve etraf aydınlandı. Metronun kapıları açıldı, insanlar şaşkınlıkla birbirlerine bakakaldı. Çünkü burası kendi dünyalarına hiç benzemiyordu. Dağlar yerine etrafta koca koca üçgenler, daireler vardı. Etrafa turuncu rengi hâkimdi. O da ne? Güneşe benzeyen şey onlara oldukça yakındı. Ve etrafta insanın tüylerini ürperten uğultular yankılanıyordu. Robotu andıran kadın sesi tekrar konuştu. "Byron'un Dünyası bu istikametteki son duraktır. Eğer bu durakta inmezseniz metroyla birlikte imha edileceksiniz." İnsanlar birbirlerini itiştirerek çabucak metrodan indi. İçeride yalnızca Byron kalmıştı. Byron'un Dünyası da ne demekti? Kendine ait bir dünya vardı da onun mu haberi yoktu? Yoksa sadece isim benzerliği miydi? O ses son uyarısını yaptı. "Sayın, Byron lütfen metrodan dünyanıza ininiz!" Byron şaşkınlık ve çaresizlikle metrodan indi. Diğer insanlar sanki tüm bunların sorumlusu Byron gibi davrandı. Sert sert ona baktılar tüm bunları bize açıklamak zorundasın der gibi. Byron ellerini iki yana doğru açtı. "Millet, sizce tüm bunlarla ilişkim varmış gibi mi duruyorum?" dedi. Ama insanlar Byron'a bakmaktan vazgeçmedi. Aralarından biri çıktı. "O ses sana neden buranın senin dünyan olduğunu söyledi?" diye sordu. Byron, bilmiyorum lanet olsun dostum, bilmiyorum. O lanet olası robot neden öyle dedi bilmiyorum, beş kuruşsuz serserinin tekiyim ben. Dünyam falan yok! dedi.
************
Kimse onları buraya kimin getirdiğini, Byron'u bu acayip yerin sahibi olarak kimin seçtiğini bilemedi. Ama zaman ilerledikçe Byron da diğerleri de buranın Byron'a ait olduğunu anladılar. Neden buna inandıklarını bilmeden. Byron ilk başlarda bocalasa da sonradan dünyasını bir düzene oturttu. Ama bu düzen hep böyle devam edecek miydi? Eski dünyalarındaki ataları her şeyin bir sonu var diyordu. Byron'un Dünyasında da bu geçerli olabilirdi. Çünkü kumların içinde kurdukları ilk koloni yerle bir oldu. Byron'un Dünyasının ilk yerleşimcileri, yerleşimlerini yerin altında kurdular. Bunun ilk başlarda sebebi kendilerini dış etkenlerden korumaktı. Ama başarılı olamadılar. Yerin yüzeyinde olabilecek sorunlardan korunalım derken yerin altında farklı sorunlarla karşılaştılar. Ne mi oldu? Daha da derinlerden boyu elli santimi aşmayan ufak yaratıklar çıkmaya başladı. Byron önceleri sayısı az olduğu için onları etkisiz hâle getirmeyi başardı. Sonradan bu küçük yaratıklar gittikçe çoğaldı. Byron'un Dünyasına ve insanlara zarar vermeye başladı. Sivri ve uzun tırnaklarıyla tavanları kazıdılar. Ve toprak üzerlerine çöktü. Byron'un halkı kendilerini bu enkazdan kurtarmayı başardı. Neyse ki küçük yaratıklar boylarından dolayı enkazdan kurtulamadı. İnsanlar bilinçsiz de olsa gelirken dünyadan kendi değerlerini yansıtan şeyler getirmişti. Zarar gelmesin diye onlara korunaklı bir kılıf yaptılar ikinci koloniyi kurmadan önce. Byron havaya oturtulmuş üçgen ve dairelerin sırrını çözmüştü. Elleriyle onları tuttuğu anda kendilerini Byron'a bıraktılar. Byron onlara istediği özelliği, şekli verip onlarla her şey yapabiliyordu. Bunu yalnızca Byron yapabiliyordu diğerleri onlara dokunamıyordu bile. Şekillere değer değmez elleri yanıyordu çünkü. Sırf bu yüzden bile Byron'un farklı olduğu ortadaydı. İşte Byron dünyadan getirdikleri değerleri bu şekillerden yaptığı özel kılıflarla koruyordu. Byron ve diğerleri, başlarına bunlar gelmeden önce envaı çeşit nimetleri olan bir halktı. Ancak asla onların değerini bilmediler. Byron'un Dünyasındaki ilk yerleşimden geriye kalan tek şeye yaptıkları gibi. Bu şey bir güneşti. Onların en büyük hatası ise bu güneşle varlıklarını aydınlatamamaktı. Byron ve diğerleri giderek yerin yüzeyine yaklaştılar. Ve en baştan bir koloni kurdular. Bundan sonra Byron halkını topladı ve onlara tumturaklı bir nutuk çekti: “Evet, başımıza hayal bile edemeyeceğimiz şeyler geldi. Ama artık sızlanmanın, eskiden vazgeçememenin bir faydası olmayacak bize. Bu dünyada hayatımızı öylesine değil de detaylıca kurmalıyız. Yani eskiden ders alarak şimdi elimizde olanların kıymetini bilmeliyiz. Aynı zamanda aramızdaki adalet ve saygıyı korumalıyız.” Byron halkın aklına başına getirdi. Böylece vefakârlık ve adalet fikrine adanmışlıkla yeni bir toplum hâline geldi Byron’un halkı. Ama sorunlar onların peşini bırakmadı ikinci koloniyi kurdukları yerde halka değişik hastalıklar musallat oldu. İnsanlar nefes alamamaya başladı derin derin soluyorlardı sürekli. Eğer dikkatlice dinlerseniz burada yere düşen su seslerini de duyabilirsiniz. Derler ki onlar ikinci koloninin gittikçe eriyen kimliğinin parçalarıdır. Nefes alamama hastalığının üzerine bu sorun da çıkınca bu yeri de terk ettiler. Ve havadaki oksijenin onlar için yetersiz olduğunu düşündüler. Bu yüzden üçüncü yerleşimleri ise kalabalıktan uzak olarak başladı. Bu yeni koloni karmaşaya karşı çıkmak için inşa edilmişti. Kişilerin tek tek kalabileceği kabinler olan bu yerde kalabalığa karşı çıkış daha da belirgindi. Bu yerleşim yeri diğerlerinden daha uzun süre onları idare edebildi. Ancak her şeyin bir sonu vardır. Onlar da kapıya dayanan bu sondan kaçamadı. Yani Byron ve halkı bu yerleşim yerini de kendileri için yaşanılır kılmayı başaramadı. Byron iyi bir yönetici olmak için özen gösteriyordu. Halkı arasından akıl danışabileceği bir kurul oluşturmuştu daha ilk başlardan. Ama yeni dünyalarının bu değişkenliğine hiçbiri ayak uyduramıyordu ki. Durup durup onları buraya gönderenlere sayıp sövüyorlardı. Burası olabildiğine acayip bir evrendi. Sanki bu evren renk değiştiren bir bukalemundu. Onlar ise bu kadar çabuk renk değiştirmeye hiç alışık değildi. Eski dünyaları onlara daha çok nimet, olanak sunuyordu. Byron ve diğerleri bıkkınlıkla dördüncü yerleşkelerini kurdular. Burası diğerlerinden epey farklıydı. Burada turuncu rengi yerini beyaza bırakmıştı. Ve hızla bir yerlere çarpan dalga sesleri geliyordu. Bu buralarda bir deniz olduğunun habercisiydi. Görünüşe göre dördüncü yerleşke asırlardır buzullarla kaplıydı. Varlıklar bu evrenin de dengesini bozmadan önce. Tepede siyah bir güneş vardı. Byron buna şaşırmadı, karşılarına o kadar çok şey çıkmıştı ki güneşin siyah olmasına mı şaşıracaktı? Biraz ilerdeki kardan adam siyah güneşin yaydığı sıcağa aykırılık teşkil ediyordu erimemekte ısrar ederek. Öyle ki koskoca buz kütleleri erimişti ama bu kardan adam sapasağlam duruyordu. Siyah güneşle anlaşmışlardı sanki. Hem bu kardan adamı kim yapmıştı ki buraya? Onlardan önce başkaları da burada yaşamış olmalıydı. Buranın dengesini de onlar bozmuştu demek ki. Byron buranın da yaşamak için pek elverişli olmadığını anladı çünkü çoktan buzullar erimeye başlamıştı. Buranın sular altında kalması kaçınılmazdı. Sonları iyi olmazdı eğer burası sular altında kalırsa. Ancak her şeyin bir sonu olmalı mı? Byron etrafta keşif yaparken bir cihaz buldu. Birkaç günlük inceleme sonucunda bu cihazın bir uzay aracı olduğunu anladılar Byron ve danışmanları. Bu onlar için yepyeni bir gelecek olabilirdi. Belki buraya gönderilme amaçlarıydı bu cihaz. Bu kadar yerleşim yerinin zorluklarını gördükten sonra uzaya adapte olabilirlerdi. Byron ve halkı dayanışma içinde bu cihazı aktif ettiler. Böylelikle Byron ve halkı her şeyin sonunda onların kalplerini parlatan yıldızların olduğu yeni yuvalarına kavuştu. Burada kurdukları yaşamı bir daha terk etmek zorunda kalmadılar. Onca yolu buraya ulaşmak için yürüdüklerini fark ettiler.
ÖZET
Her şeyin bir sonu var diyorlar. Burada kumların içinde onların ilk kolonisi yerle bir oldu. Byron'un dünyasının ilk yerleşimcileri, yerleşimlerini yerin altında kurdular. Bunun ilk başlarda sebebi şuydu: dış etmenlerden kendilerini korumak. Dünyadan kendi değerlerini yansıtan şeyler getirdiler. Onlar envaı çeşit nimetleri olan bir halktı ancak asla ellerindekilerini kullanmasını bilmediler. Byron'un dünyasındaki ilk yerleşimden geriye kalan tek şey pasparlak bir güneş. En büyük hataları bu güneşle varlıklarını aydınlatamamaktı. Yerin yüzeyine yaklaştılar ve en baştan başladılar. Yeni bir toplum, vefakârlık ve adalet fikrine adanmışlıkla. Nefes alma sıkıntısı ve çeşitli hastalıklar bu yeni neslin örneğidir. Eğer dikkatlice dinlerseniz burada yere düşen su seslerini duyabilirsiniz. Derler ki onlar ikinci koloninin gittikçe eriyen kimliğinin parçalarıdır. Üçüncü yerleşim kalabalıktan uzak olarak başladı. Karmaşaya karşı çıkmak için inşa edilmişti. Tek kişinin yaşayabileceği kabinler olan bu yerde kalabalığa karşı çıkış daha da belirgindi. Ancak her şeyin bir sonu vardır. Onlar da kapıya dayanan bu sondan kaçamadı. Dördüncü yerleşke asırlar boyu buzullarla kaplı olmalıydı. Varlıklar evrenin dengesini bozmadan önce. Bu kardan adam sıcağa aykırılık teşkil ediyordu erimemekte ısrar ederek. Uzaktaki karanlık güneşle bir şekilde anlaşmışlardı sanki. Ancak her şeyin bir sonu olmalı mı? Uzaya çıkmak için kullanılmış bir cihaz aktif edildiğinde uzayda yeni bir koloni kuracaktık. Her şeyin sonunda onlar kalplerini parlatan yıldızların olduğu yeni yuvalarına kavuştu.