Bir Hakkımız Daha Olsa

Yakup Karahan

“Her şeyin bir sonu var,” diyorlar. Burada, kumun içinde onların ilk kolonisi inşa edilmişti. Dünyada tükenerek, dünyayı da tüketerek sona yaklaşmışlardı. Bir hakkımız daha olsa diye düşünürken, neden sözün bittiği, yeni olan hiçbir şeyin tedavülde olandan bir farkı bulunmadığı -hatta “bu yepyeni bir gelişme” etiketinin bile klişeleştiği- yer ve gök arasına sıkıştık, diye soruyorlardı kendilerine.

Byron’un dünyasındaki yerleşimciler ilk yerleşimlerini yerin diplerine kurdular. Önceleri bunun sebebi geldikleri yerden olabildiğince uzak ve sakin bir yaşamı sağlamak idi. Ayrıca geldikleri yerde bıraktıkları yaşamları yerin dibine girme fikriyle oldukça uyumluydu. Burada keşmekeşten, kavgadan, görüntü mabetlerinden uzak yeni bir yaşam kuracaklar, ilerleme fikrinden ziyade yükselme odaklı bir temanın peşinde gideceklerdi.

Dünyadan kendi değerlerini yansıtan şeyler getirdiler. Onlar ölümsüzlüğü yakalamaya çalışan bir halktı. Ancak asla dünyada vaktiyle simyayla uğraşan ataları gibi bir hayalperestliğe düşmediler. Bekayı ölmemekle değil, ölümü kabullenerek fakat bunu insanlık çizgisi üzerindeki bir çentikten ibaret görerek sağlayacaklardı. Fakat onlara ölümü unutturacak şeyleri burada da inşa etmekten geri durmadılar. Üstelik bu inşa ettikleri şeyleri insan yaşamının olmazsa olmazları olarak gördüler. Önce insanlar renklerine göre gruplaştı. Sonra da bu gruplar kas güçlerine ve manipülasyon yeteneklerine göre daha küçük gruplara bölünerek tabakalaştılar. Her bir fert yaptığı işin en çok kime, kendisine mi yoksa altında bulunan ya da altında bulunduğu sınıfa mı yaradığını hesap ederek hareket etmeye başladı. Buraya gelirken kimseye hizmet etmek gibi bir niyetleri yoktu neticede. Ancak ters düşmeleri ufak çaplı dalaşmalardan öte bir durum doğurmuyordu. Ne olursa olsun, geldikleri yeri yaşanmaz hale getiren didişmeleri hala akıllarında tutuyorlardı.

Bu Byron’un dünyasından kalan tek şeydi. En büyük hataları mülkiyet konusunda geldikleri yerdekine benzer bir başlangıçla hareket etmeleriydi. Bu yeni yerleşimleri, Yeni Dünya gibi uçsuz bucaksız, işlenmeyi bekleyen boş arazilerle dolu değildi. Aksine yaşamalarının mümkün olduğu, nefes alıp vermeleri için uygun, zihin dünyalarını temiz tutacakları yerler sayılıydı. Üstelik bu ilk yerleşimciler, geldikleri zamankinden daha da kalabalıklaşmışlardı. Halbuki yetiştirmeyi düşündükleri o mükemmel nesil için hiç de uygun olmayan bir birlikte yaşam zorluğuna doğru ilerliyorlardı.

Yeryüzüne yaklaştılar ve en baştan başladılar. Yeni bir toplum: insaniyeti aşmak ile insanlaşmak fikrine adanmış. Bunun için izlenmesi gereken tek yol, elbirliğiyle çalışmak ve herkes için eşit hakların bulunduğu ortak kararlar bütününü uygulamaya koymaktı. Yazılı bir kanunnameden ziyade, dünyayı neden terk ettiklerine ve burada kurmayı amaçladıkları dünyaya ilişkin fikirlerini yüksek sesle ifade ederek oluşturdukları bir anlaşmayla bunu sağladılar.

Yaptıkları muhtelif binalar ile gruplaşma eğilimleri bu yeni nesli yansıtır. Sözünü ettiğimiz gruplaşma, ilk sakinlerle, yaşama gözlerini yer altında açanlar arasında oluşmuştu. Evet. İki farklı dünyayı tecrübe edenlerle, onların bu yeni yerleşkelerinde edindikleri ilkel intibalarla yetiştirdikleri çocuklar arasında bir farklılaşma yaşanacaktı kuşkusuz. Yine de, en azından başlarda akılları başlarına gelmiş görünüyordu. Çok uzun bir zamandır düşledikleri sakin yaşama kavuşmuş gibiydiler. Artık beyinlerini özgürleştirmelerinin ve insanı tüm insanlık dışı amaçlardan alıkoyan şeyleri bertaraf etmelerinin önünde bir engel kalmamıştı. Binalar ise tam olarak burada nefes alıp veren her şey düşünülerek inşa edilmişti. Herkes için bir barınak vardı. Ceylan ve aslanın aynı kucakta uslu uslu oturduğu meşhur tabloyu andırmıyordu gerçi bu. Ancak yine de herkesin herkese minnettar olduğu bir huzur ortamı teşekkül etmişti.

Eğer beni dikkatlice dinlerseniz burada kalp atışlarının giderek ne kadar düzenli hale geldiğini duyabilirsiniz. Derler ki onlar insan ve savaş kelimelerinin hazin çağrışımlarını tarihe karıştırmış idi. Üstelik bu tarih, bu cabadan yaşamlarının değil, neredeyse etlerinden sökerek umutla aşağısına indikleri eski dünyalarının tarihiydi. Huzur içinde gözlerini kapatacaklarına kani oldukları sırada bazı kıpırdanmalar meydana gelmişti. Gizemlerini çözerek nasıl yaşanabilir hale getirileceğini öğrettikleri nesil, içten içe büyüttükleri arzu ve heveslerini açıkça dillendirmeye ve elde etmek için çalışmaya başlamışlardı. Ancak elbette artık uğruna mücadele edilmeyecek kadar kıtlaşmış imkanların olduğu bu yerde olmayacaktı bu.

Üçüncü yerleşim önceki nesillerin düzenine bir karşı çıkış olarak başladı. Bu yeni yerleşim, önceki yerleşimcilerin gelenekselleşmesini arzu ettikleri yaşama karşı çıkmak için inşa edilmişti. Bu karşı çıkış her yerin hızı ve hazzı gerektirdiği bu yerde daha da belirgindi. Bir kere önceki nesil dünyayı anlamlandırmada metottan uzak ve düz mantıkla hareket etmişlerdi. Ayrıca insana yakışmadığını iddia ettikleri şeylerden kaçınmak uğruna, işlerine yarayacak çoğu nimetten boşu boşuna feragat etmişlerdi. İnsanın tekamülünden söz ediyorlardı, ancak şartların acımasızlığına karşı koyacak bilgileri edinme konusunda elle tutulur bir gelişme sağlayamıyorlardı. Bu nesil, tıpkı insanın çevresiyle olan mücadelesine benzer şekilde birbirlerine karşı savaş halindeydi. Bu savaşları kanlı bıçaklı olmaktan çok, dur durak bilmez bir rekabet halindeydi ama. İnsanların rahat etmesini, yaşadıkları yerin her türlü nimetine kolayca ulaşabilmesini sağlama konusundaydı bu rekabet.

Ancak her şeyin bir sonu vardır: Onlar dünyadaki atalarından ibret alarak zararsız gelişme hamlelerinde hüsrana uğradılar. Artık paylaşmak bir tarafa, herkesin tek lokmada indirmek istediği dünyalarının beli bükülmüş, çürümeye başlamıştı. Çocukluklarında dinledikleri dünya hikayelerindeki sona benziyordu bu. Henüz güçten düşmemiş olanlar yeni bir yerleşke bulma ümidiyle yola koyuldular.

Dördüncü yerleşke asırlar boyu didişmeden ve tüketmeden yaşanabilmesi için paylaşımın daha iyi yapıldığı bir yer olmalıydı her şeyden önce. Göç devam ederken ait oldukları jenerasyonun bu parlak beyinleri sürekli düşünüyor ve fikir teatisinde bulunuyorlardı. Derken etrafın güç bela seçildiği bir noktada bir kardan adam gördüler. Şaşkınlıkları bakışlarını kardan adamdan söküp etrafa göz gezdirdiklerinde ortaya çıkmıştı.

Bu kardan adam etraflarındaki çölleşmeye aykırıydı. Uzaktaki karanlık güneşle yaşadıkları nefes alma zorluğunu açıklayabiliyorlardı. Ancak daha ilerilerde koyu yeşil bazı bitkilerin de olduğu görülüyordu. Bütün bunlar yaşanabilecek bir yer bulma konusundaki umutlarını iyiden iyiye tüketmişti.

Ancak her şeyin bir sonu olmalı mı? Gerekli oksijeni üretecek, yaşam enerjilerini yükseltecek bir cihaz geliştirdiler.

Aktif edildiğinde hafif bir aydınlık meydana getirerek insanların yüzündeki abusluğun azalmasını da sağlayacaktı. Gelgelelim bu cihaz insanlara oksijen temin ederken etraftaki kumun çürüyüp kokuşmasına sebep oluyor, ayrıca gözlerdeki feri de hızla sömürüyordu.

En sonunda, her şeyin sonunda onlar tek çare olarak yeni bir yerleşim için göğe tırmanmayı ve bulutların üzerinde yeni bir hayata başlamayı düşündüler.

ÖZET

“Her şeyin bir sonu var,” diyorlar. Burada, kumun içinde onların ilk kolonisi inşa edilmişti.

Byron’un dünyasındaki yerleşimciler ilk yerleşimlerini yerin diplerine kurdular. Önceleri bunun sebebi geldikleri yerden olabildiğince uzak ve sakin bir yaşamı sağlamak idi.

Dünyadan kendi değerlerini yansıtan şeyler getirdiler. Onlar ölümsüzlüğü yakalamaya çalışan bir halktı. Ancak asla dünyada vaktiyle simyayla uğraşan ataları gibi bir hayalperestliğe düşmediler.

Bu Byron’un dünyasından kalan tek şeydi. En büyük hataları mülkiyet konusunda geldikleri yerdekine benzer bir başlangıçla hareket etmeleriydi.

Yeryüzüne yaklaştılar ve en baştan başladılar. Yeni bir toplum: insaniyeti aşmak ile insanlaşmak fikrine adanmışlıkla.

yaptıkları muhtelif binalar ile gruplaşma eğilimleri bu yeni nesli yansıtır.

Eğer beni dikkatlice dinlerseniz burada kalp atışlarının giderek ne kadar düzenli hale geldiğini duyabilirsiniz. Derler ki onlar insan ve savaş kelimelerinin hazin çağrışımlarını tarihe karıştırmış idi.

Üçüncü yerleşim önceki nesillerin düzenine bir karşı çıkış olarak başladı. Bu yeni yerleşim, önceki yerleşimcilerin gelenekselleşmesini arzu ettikleri yaşama karşı çıkmak için inşa edilmişti. Bu karşı çıkış her yerin hızı ve hazzı gerektirdiği bu yerde daha da belirgindi.

Ancak her şeyin bir sonu vardır: Onlar dünyadaki atalarından ibret alarak zararsız gelişme hamlelerinde hüsrana uğradılar

Dördüncü yerleşke asırlar boyu didişmeden yaşanabilmesi için paylaşımın daha iyi yapıldığı bir yer olmalıydı her şeyden önce.

Bu kardan adam etraflarındaki çölleşmeye aykırıydı. Uzaktaki karanlık güneşle yaşadıkları nefes alma zorluğunu açıklayabiliyorlardı.

Ancak her şeyin bir sonu olmalı mı? Yaşam enerjilerini yükseltmek için kullanılmış bir cihaz.

Aktif edildiğinde yapay bir aydınlık ile insanların yüzündeki abusluğun azalmasını sağlayacaktı.

En sonunda, her şeyin sonunda onlar tek çare olarak yeni bir yerleşim için göğe tırmanmayı ve bulutların üzerinde yeni bir hayata başlamayı düşündüler.