Özet:
https://docs.google.com/document/d/1oLOdD6ewTsXHVCSLjRB2cL3eBN65-3yA0AYIHTF4SWQ/edit?usp=sharing
HER ŞEYİN BİR SONU VAR
Her şeyin bir sonu var diyorlar. Burada kumların içinde... Onların ilk kolonisi kumların içindeki bu bölgeydi. Onlar; Byron ve onun dünyasına katılmayı tercih eden insanlar. Kendilerine yeni bir dünya kurmak Byron’ın fikriydi. Ve aslında güzel bir fikirdi. Bu yerleşkede yönetici yoktu. Yalnızca insanlar Byron’ın fikirlerine değer veriyor ve o ne derse yapıyorlardı. Zaten Byron’ın kurduğu sistem asayişi yeteri kadar sağlıyordu. Bu yüzden herhangi bir yönetime gerek yoktu.
Byron’ın dünyasındaki yerleşimciler ilk yerleşimlerini yer altına kurdular. Önceleri bunun sebebi dünyanın karanlıklarından ve kötülüklerinden uzaklaşmaktı. Ve tabii ki bu da Byron’ın fikriydi. Herkes yerin altındaki bu hayattan memnundu. En azından ilk zamanlar öyleydi. Kumların içindeki bu dünya, bir yan bakış bile olsa birini incitecek davranışta bulunanları dışarı püskürten bir sistem üzerine kurulmuştu. Bu yüzden bu yerleşkede hırsızlık, dedikodu, cinayet, haksızlık ve hiçbir kötülük yoktu. Ve buradaki insanlar her şeyin bir sonu olduğunu unutmuyorlar, o son gelene kadar en güzel şekilde yaşamayı hedefliyorlardı.
Dünyadan kendi değerlerini yansıtan şeyler getirdiler. Onlar yaşama bağlı olan bir halktı. Ancak asla dünyaya bağımlı olmadılar. Bu yüzden yerin altına yerleşmeleri ve o hayatı benimsemeleri zor olmamıştı. Fakat her şeyin bir sonu vardı. Halktan içlerindeki kötülükleri bastıramayan bazıları Byron’ın kendine ait bir hükümdarlık kurmaya çalıştığını iddia ettiler. Bu yerleşkeden dışarı püskürtülen insanların aslında kötü olmadıklarını, Byron, onları sevmediği için atıldıklarını söylediler. Ve bu yerleşkenin bir bölgesinde kendilerine ait ikinci bir yerleşke kurmaya çalıştılar. Ama bu hareket insanlar arasında ayrılık ve fitne çıkması gibi kötülüklere yol açabilecek bir hareket olması dolayısı ile yerleşke onları kumların dışına püskürttü. Böylece ikinci yerleşkenin esamesi bile kayıtlara geçemedi.
Bu olay Byron’ı çok üzdü. İnsanları toplayıp onlara kısa bir konuşma yaptı. Buradan püskürtülen insanların boş durmayacaklarını, yerleşkeye ve buradakilere zarar verebileceklerini, tehlikede olduklarını bu yüzden dünyaya dönmelerini ve kendisinden haber alana kadar buraya gelmemelerini söyledi. İnsanlar istemeseler de eski dünyalarına dönmek zorunda kaldılar. Byron dönmedi. Kendi dünyasında tek başına yaşamını sürdürmeye başladı. Ara ara yürüyüşe çıkıyor ve boşalan yerleşkenin sokaklarını hüzünle seyrediyordu. İnsanlar gidince tüm sistem bozulmuş, yerleşke kullanılmayan her eşyayı dışarı püskürtmüştü.
Bu, Byron’ın dünyasındaki ilk yerleşimden kalan tek şeydi. En büyük hataları ona gereken özeni göstermemeleriydi. Yerleşkenin en işlek caddesine kurulmuş bu cihaz iyilik tazeleme cihazıydı. Sayı butonuna tıkladığınızda karşınıza random bir sayı çıkıyordu. İyilik listesi butonuna tıkladığınızda da karşınıza gelen listeden o sayıya denk gelen iyilik o gün yapacağınız ekstra iyiliği gösteriyordu. Bu cihaz sayesinde insanlar iyilik yapmanın sağladığı mutluluğu kaybetmiyor ve iyiliksiz tek bir gün bile geçirmiyorlardı. Fakat bir süre sonra kimisi “Ben zaten her gün bir sürü iyilik yapıyorum” diyerek kimisi çıkan iyiliği yapmaya erinerek bu işi ihmal ettiler. Ama Byron hiç bırakmadı. Hiç kimsenin kalmadığı şu günlerde bile iyilik tazeleme cihazını kullanıyordu. Çıkan iyilikleri kime mi yapıyordu? Bazen köpeğine, bazen saksıdaki çiçeğine hatta bazen solucanlara. Nasıl mı? Örneğin “İhtiyacı olan birine yemek yedir” iyiliği çıktığında solucanları besliyor, “Arkadaşına bir şey hediye et” iyiliği çıktığında çiçeğinin saksısını yeniliyordu…
Byron’ın günleri böyle geçerken bir gün cihazda “Sıkıntısı olan birini bul ve sıkıntısını gider” iyiliği çıktı. Byron dünyaya giden arkadaşlarını düşünüp üzüldü. Onların çok sıkıntıda olduklarını, hasretle bu yerleşkeye dönecekleri günü beklediklerini düşündü. Evine gidip daha önce kurmuş olduğu haberleşme sistemiyle arkadaşlarına dönüş sinyali gönderdi. Sinyali alan insanlar çok mutlu oldular. Zira yerleşkede gördükleri aydınlık yaşamdan sonra dünyanın karanlıklarına yeniden adapte olamamışlardı. Ve her gün bu sinyali bekliyorlardı.
Yerin yüzeyine yaklaştılar ve en baştan başladılar. Yeni bir toplum. Yeni bir dünya ve güzel bir yaşam fikrine adanmışlıkla. Bu dönüş onlar için çok kıymetliydi. Birbirlerine ve kurdukları dünyaya daha sıkı bağlanmışlardı. Sevgi ve kardeşlik bu yeni neslin temsilidir. Eğer dikkatlice dinlerseniz burada kardeşliğin ezgisini duyabilirsiniz. Derler ki onlar gerçek kardeşler olmuşlardı. Yürekten kardeşler. Onlarca yıl bu şekilde yaşadılar. Yerleşkeyi ilk kuranlar gibi onlardan doğan yeni nesil de iyilik ve güzellik dolu olan bu hayattan memnun ve mutluydular.
Fakat her şeyin bir sonu vardı. Dünyaya püskürtülen kötüler yerleşkenin sonunu getirmeyi hedefleyen bir örgüt kurmuşlardı. Önce Byron’ı öldürmeyi planladılar. Ancak sonra bunun doğru bir seçim olmadığı kanaatine vardılar. Byron zaten yaşlanmıştı, ölümü yakındı. O ölse de insanlara aşıladığı fikirleri ve inançları yaşamaya devam edecekti. Bu yüzden onu değil fikirlerini ortadan kaldırmak gerektiğini düşündüler. Bunun için de gözlerini yerleşkenin gençlerine diktiler. Gençlere, dünyaya davet mektupları yazıp bir şekilde ulaştırmayı başardılar. Yerleşkenin dışında güzel ve renkli bir dünya olduğunu ve orada onları bekleyen kardeşleri bulunduğunu yazdılar. Bu mektupları okuyan gençler dışarıdaki dünyayı merak etmeye başladılar. Büyüklerinin ve Byron’ın anlattıkları onlara artık hikâye gibi geliyordu. Çünkü bu gençler doğduklarından itibaren kötülük namına hiçbir şey görmemişlerdi. Bu yüzden kötülüğün varlığına inanmıyorlardı. Zamanla dışarıdaki dünyanın çok daha iyi olduğunu düşünmeye başlamışlardı. Her gün yeni mektuplar geliyordu. Büyükler ne yaptılarsa mektupların yerleşkeye girişine engel olamadılar. Mektupları okuyan gençler büyüklerini ve Byron’ı cehalet ve bağnazlıkla suçladılar. Kendi aralarında isyan çıkarmanın planlarını yaptıkları gün yerleşke tarafından dışarı püskürtüldüler. Böylece yerleşkede yalnızca ihtiyarlar kaldı. Gençlerin dışarı püskürtüldüğü gün bir felaket daha oldu. Byron öldü. Ani bir kalp krizi geçirip öldü. O günden sonra her gün birisi ölüyordu. Her şeyin bir sonu var diyorlar. Aylar sonra yerleşkede kalan son ihtiyar da ölünce Byron’ın dünyasının sonu gelmiş oldu.
Byron’ın dünyasından ayrılan gençler dünyaya uyum sağlayamadılar. Bir araya gelip buradan kurtulmanın bir yolunu aradılar. Ve sonunda üçüncü bir yerleşke kurmaya karar verdiler. Fakat bu yerleşke Byron’ınkinden farklı olacaktı.
Üçüncü yerleşke bir bilim okulu olarak başladı. Cehalete ve bağnazlığa karşı çıkmak için inşa edilmişti. Tıpkı Byron’ın yerleşkesi gibi bu okul da yerin altına kurulmuştu. Önceleri bilimle insanlığı ve dünyayı kurtarmayı hedefliyorlardı. Sonra bu işi biraz abartıp amaçlarından saptılar. Bağnazlığa karşı olduklarını sanıp tam bir bağnazlık batağına battılar. Yöneticiler, öğrenci ve öğreticilere sıkı bir disiplin uyguluyorlardı. İnsanların birbirleriyle bilim dışında muhabbet etmeleri yasaktı. Herkes kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılamak zorundaydı. Kimse kimseye iyilik yapamazdı. Herkes güçlü ve bilgili olmak zorundaydı.
Deneylerin uygulamaya geçirildiği bu yerde bu karşı çıkış daha da belirgindi. Zira bu odaya girenler bilgi, fikir ve düşünceleri ölçülen bir testten geçirildikten sonra girebiliyorlardı. Eskilerin cehaletini çağrıştıran küçük bir fikir kırıntısı dahi kabul edilebilir değildi.
Ancak her şeyin bir sonu vardır. Onlar bilime gereğinden fazla değer verip insanî duygularını unuttular. Bu da onların sonunu getirdi. Çünkü insanlar robot değildi ve birtakım duygulara muhtaç yaratılmışlardı. Bu duygusuz ve katı ortamdan sıkılan gençler bağımsızlıklarını ilan etmek istediler. Yöneticiler buna karşı çıktı ve gençleri zorla alıkoydular. Gençler bu alıkonulmayı hazmedemediler. Deney odasında gizlice hazırladıkları küçük bir patlayıcı ile bir gece ışın makinasının olduğu odanın kapısını patlatarak içeri girdiler. Okuldaki coğrafya dersinde daha önce keşfettikleri, hiçbir ülkeye ait olmayan kar ve buzlarla kaplı diyara ışın makinesiyle gittiler. Burada dördüncü yerleşkeyi kurma kararı aldılar.
Dördüncü yerleşke asırlar boyu özgürlük diyarı olmalıydı. Dünya yok olmadan önce özgürlüğü tüm dünyaya haykırmalıydılar. Bu yerleşkede hiç kimse ve hiçbir şey, hiç kimseye ve hiçbir şeye boyun eğmeyecekti.
Özgürlüğün sembolü olarak yaptıkları bu kardan adam mevsim değişikliklerine aykırılık teşkil ediyordu. Uzaktaki karanlık güneşle anlaşma yaptığına inanılıyordu. Yani güneşle kardan adam anlaşma yapmıştı; Güneş aydınlık yüzünü bu yerleşkeye hiç göstermeyecek, böylece kardan adam da hiç erimeyecekti. Ve buradan hareketle özgürlük diyarının sonsuz olduğu, insanlar istemedikçe ölümün bile hükmünün geçmeyeceği inancı yayılmıştı. Bu inanışa göre ölenler kendileri ölümü tercih ettikleri için ölüyorlardı. Ölümü istemeyenler özgürlük diyarında özgürce sonsuza kadar yaşayabilirlerdi.
Günlerden bir gün yakın zamanda arkadaşını kaybetmiş bir adam bu işte bir yanlışlık olduğunu düşünmeye başladı. Zira arkadaşı hayata bağlı birisiydi. Ölümü istememişti. Kayak yaparken aniden düşüp başını büyük bir buz parçasına çarptığı için ölmüştü. Adam bunları düşünürken başka bir arkadaşı geldi. Heyecanlıydı. Ona kütüphaneden bulduğu çok eski bir defteri gösterdi. Defterde “Her şeyin bir sonu var. Sonsuz sanılan şeylerin bile.” yazıyordu. Bu defter Byron’ın defteriydi. Kütüphaneye nasıl gelmişti bilinmez. Ama içinde yazanlar adamları etkiledi. Evet bağımsız olmak, özgür olmak, sonsuz olmak güzeldi. Ancak her şeyin bir sonu olmalı mı? Evet öyleydi. Herşeyin bir sonu vardı. Kabul etseler de etmeseler de bu böyleydi. Üçüncü yerleşkedeki o kusursuz bilim okulunun bile sonu gelmişti. Bağımsızlar kaçtıktan kısa bir süre sonra büyük bir patlama olmuş ve yeryüzünden silinmişlerdi. Bu iki adam her şeyin bir sonu olduğunu, sonsuz olmadıklarını tüm insanlara anlatmak istediler.
Günlerce çalışıp güneşi aydınlatmak için bir cihaz icad ettiler. Aktif edildiğinde güneş aydınlanacak ve kardan adamı su yapacaktı.
Her şeyin sonunda onlar her şeyin bir sonu olduğunu herkese göstereceklerdi. Belki de bu hareket dördüncü yerleşkenin sonu olacaktı. Ama bu önemli değildi. Önemli olan insanların doğruları bilmesiydi. Ne de olsa her şeyin bir sonu var.
Emine Ecran Çeliksu