Ferhat Çıkmazı

Fatma Ünsal

MS 10??

Ferhat kazmayı vurdukça önündeki taşlar parçalanıyordu. Mehmene Hatun’a sözü vardı. Bu dağ aşılacak, o su bu beldeye getirilecek. Bilmiyordu ki Mehmene ne eder eder, sözünden caymasını bilirdi. Ferhat bunu ne bilsin? Sözünün eri olanlar, herkesi kendisi gibi bilirdi. Kadim yanılgı.

Malumu tekrar etmeyelim. Bildiğini tekrar tekrar okumak sıkar insanı. Ferhat suyu getirir şehre, Mehmene de allem eder kallem eder kız kardeşini vermez Ferhat’ a. Bin oyunla iki seven canından olur. Onlar mezara, Mehmene vicdanına gömülür.

İki sevdalının mezarı, yine kendileri gibi bağrı yanıklarca sık sık ziyaret edilir. Başlarındaki salkım söğüde adak çaputları bağlanır. Eh, medeti ağaçtan beklemek akıl kârı değildir ya. Akıl denen şey de sevdalıda bulunmaz zaten. Bir gün, sevdiği kıza bir türlü kavuşamayan delikanlının teki uğrar Ferhat’la Şirin’in mezarına. Çaputunu bağlar, oldu oldu Fâtihâsını okur, başlar yalvarmaya: “Ey Allah, şu mezardakiler hürmetine ver bana yârimi ver bana! Ey Allah, şu garipler hürmetine ev ver bana! Ey Allah şu mâşukların hürmetine yap yuvamı!“ Bekler, bekler. Mezarın başında eğleşir, bir şey olmaz. “Herhâlde,“ der, “eksik yaptık bir şeyleri.“ Bir tur, iki tur, üç tur derken tam yedi tur aynı duayı eder. En sonunda çöker kalır mezarların başına yorgunluktan. Göğe bakar, gök bulutsuz. Güneş yakıcı. Bir saka kuşu gelir konar söğüdün dalına.

Artık eve dönecektir çaresiz. Bayır aşağı inerken ayağı bir taş yığınına takılır düşer. Bakar ki beyaz beyaz taşlar. Hınçla tekme savurur birine. Sonra dank eder kafasına. Bunlardan akça bir ev yapsa, içini akça döşese. Eh anası da kızı istese. Oradan bir hız eve yollanır. Eşekle bu taşları virane evlerinin yanına taşır, yığın eder. Ertesi gün ev yapımına başlar. Başlar başlamasına da, taşlar değişiktir. Şekil vermek için vurdukça toz olmaktadır. Vurduğu toz olmaktadır. Olduğu yerde çöker kalır. Oradan geçmekte olan Acem diyarından gelen bir tüccarın gözüne çarpar taşlar. Bunların Acem ilinde hane yapılırken kullanılan taşlar olduğunu bir bakışta anlar. “Satılık mı bu kalkerler evlat?“ der. Genç şaşırır, adamın ne dediğini anlamaz, etrafına bakınır. Tüccar taşları işaret ederek: ‘’Bu kalkerleri diyorum, satılık mı?“ Genç, taşlara dediğini anlar, “satılık satılık.” der şaşkınlıkla. Tüccar hepsini satın alır taşların. Gence de ederince akçe verir. Eh, gencin kazandığıyla zengin olunmaz ama nasıl olsa para kazanmanın yolu bulunmuştur artık. Duası kabul olmuş, sevdiğine kavuşmanın yolu açılmıştır. Hem de toz olan bir taşla. Ey Allah, sen hiçbir şeyi boşa yaratmadın mı?

MS 200?

Bu kız bugün bana ne demek istedi? Arka sıraya geçmiş, ne güzel uyuyordum. Bu kız bu kâğıdı niye benim kafama fırlattı? Tanjant x = Karşı / Komşu. Yok, bu bana bir şey demek istiyor. Matematiğim de iyi değil ki, neyimi beğendi acaba? Karşı/ Komşu. Ne karşındaki kıza ne de komşunun kızına bak, yoksa paralarım mı demek istedi? Bakmayız ya, bakmayız. Eh, bakmayalım bari. Dur, bu sayfayı çerçeveletmeli. Şu duvara da asmalı. Tanjant= Karşı/ Komşu ha. Vay be. Dur anama diyeyim. Gelin buldum sana diyeyim. Şu şiir sevdasından da vazgeçeyim bari. Kendime iş bulayım. Zaten ben üniversite müniversite kazanamam. Olsun. Okuyan ne oluyor sanki? Eve ekmek getirmem lazım, sözü var bunun nişanı, düğünü var. Eh kız, karşı / komşu diyor. Bakma bak, diyor. Ona göre, diyor. Bu kız da pek çalışkan. Ders çalışa çalışa normal konuşamaz olmuş. Vay be!

Geçen gün anlamalıydım. Sırasına geçmeye çalışırken, “Çekil şuradan.“ dedi bana. Dünya kadar yer var, çekil diyor. Zaten bir gün de elimde şiir kitabını görünce yüzü değişmişti. Demek ona şiir okumamı bekliyordu fukara. Açaydım Sisler Bulvarı sayfa elli dördü. Öksüreydim şöyle. Bir dizimi yere koyup okuyaydım önünde:

“ben hiç böylesini görmemiştim/ vurdun kanıma girdin itirazım var “

Ağlayarak bana bakacaktı, karşılıklı şiirin dibini bulacaktık. Anlamadım, ne bileyim. Tanjant ha, ne karşıya bak ne komşuya ha! Yemin ederim beni bu matematik öldürür. Açık açık desene be! Bu kâğıdı şuraya asmalı, masamın üstündeki duvara. Bu kıza yeniden bir ad vermeli. Jale adında şair yavuklusu mu olur? Pia demeli bundan sonra.

Ertesi gün, uyanmamın daha bir anlamı oldu. Allah var, okulu hiç sevmem. Hocaların da bana bayıldığını söyleyemem. Sevmiyorum arkadaş. Zorla mı? Zorunlu eğitime hayır birader! Ama olsun, okul bile güzel artık! Kız bana formüllerle aşkını anlattı be aşkını! Düş oğlum Ferhat okul yoluna düş. Her gün aynı yol. Yürü Allah yürü. Cadde boyu beyaz duvar. Her gün yanından geç. Yokuşu tırman. Olsun, koş oğlum okula koş!

Sınıfa şöyle bir girdim. Baktım, yine en ön sırada oturuyor. Kâkülünü dağıtmış, test çözüyor. Oku oku kâtip olacak bu. Önünde durdum, kafasını bir an kaldırdı, “Ne var?“ der gibi başını salladı. “Tanjant,“ dedim. “Ee?“ dedi. “Problem yok, tamam üzülme.“ dedim. “Çattık.“ der gibi başını salladı, testine devam etti. Mahcup kız, aferin.

Yerime geçtim. Pia testten başını kaldırmıyor. Bense dalmış gitmişim. Enseme küüt bir tokat iniyor. “N’aber lan Ferhat?“ diyor. Bakıyorum, Yücel. Kalas herif. Bunun selamı da böyle işte. Dersler akıp gidiyor, ben hayal kurup gidiyorum, Pia ders çalışıyor, Pia arada arkasına döner gibi oluyor, bana bakmaya çalışıyor, belli. Pia’nın saçları havalanıyor, rüzgâra tutulmuş gibi. Aklım da havalanıyor. Pia bana, “Oğlum! Oğlum kime diyorum!“ diye bas bas bağırıyor. Pia niye böyle bağırıyor? Gözümü açıyorum, matematikçi burnumun dibinde. Ters ters bakıp gidiyor, Yücel sarı dişlerini göstere göstere gülüyor. Uyanıyorum, aklımdan o kâğıdı çıkaramıyorum. Bugünleri de mi görecektik? Demek sevdasından ters davranmış hep bana?

Eve geldiğimde babam beni kapıda karşılıyor. ”Hadi,“ diyor, “Darülaceze’ye gidiyoruz. Bu hafta şenlik varmış. Müdür aradı. Berber lazım şenliğe. Sen gel, oğlunu da getir, dedi. Bir haftalık iş çıktı bize.“ diyor. Üstümü değiştirip koşuyorum yanına. Konuşa konuşa yürüyoruz. Beyaz duvar yanımızda uzanıyor. Darülaceze’ye varıyoruz. Genişçe bir avlu. Sıra sıra taş binalar. Sıra sıra ağaçlar. Turkuaz boyalı banklar. Vay be. Yalnızlığın başkentini nasıl da süslemişler. Bahçede hazırlık var. Balonlar asılmış. Genç görevliler koşturuyor. Banklarda oturan yaşlılar. Yanlarından geçerken bizi süzüyorlar. Babam, “Sen burada bekle.“ deyip müdürün odasına gidiyor. Banklardan birine geçiyorum. Etrafa bakınıyorum bir süre. Gelen geçen. Koşturan. Bahçe ana baba günü. Neyin şenliği acaba? Böyle otururken, elektrikli sandalyesiyle yaşlıca bir adam yaklaşıyor yanıma. Oturduğum bankın yanında duruyor. Bir süre dik dik bakıyor suratıma, “Hoş geldin delikanlı.“ diyor. “Ziyaretçisin galiba.” “Yok,“ diyorum, “İş için geldik. Şenlik varmış da.“ “ Öyle mi?“ diyor, “Kalk bakalım şuradan iki çay getir de laflayalım seninle.“ Kurulmuş gibi kalkıp dediğini yapıyorum. Elimde karton bardaklarda iki çayla dönüyorum yanına. Uzatıyorum, kolunu kaldırmaya yekiniyor ama sonra duruyor, gözüyle kollarını işaret edip: “Bunlarda iş yok, “ diyor, “Sen içir bana sana zahmet.” O an anlıyorum tüm vücudunun felçli olduğunu. Çayını içiriyorum. Konuşmaya başlıyoruz havadan sudan. Yaşı yetmiş beş, adı Hikmet. Aslen Diyarbakırlı. Çocukları, babaları felç kalınca bakmak istememişler. Hanımı da zaten yıllar önce ölmüş. Buraya bırakmışlar. Sen sağ, ben selamet. “Eh, “ diyor, “ne olacaktı ya? Adam yükü ağırdır." Sessizleşiyoruz. “Sıkılmıyor musun burada?“ diyorum.

“Kuşlarım var. Yaban güvercinleri. Onlar yetiyor. Bir de ağacım var. Kafanı kaldır da bak.“ diyor. Hemen yanımızda uzanan defne ağacını gösteriyor. Ağaçta ismi asılı: Hikmet Karadağ.

Beni soruyor. “ Öğrenciyim. Lise son. Babam berber, iş için geldik.” diyorum.

“Senin yaşlarındayken şiiri pek severdim.” diyor. Susuyoruz. Hafiften bir yel esiyor. Defnenin yaprakları hışırdıyor. Davudi sesiyle birden şiir okumaya başlıyor: “dikenin/ kalbime battığı/ bir sonbahar günüdür/ sen elini bulutların içinde gezdirirsin/ bulutlar senin gözlerinin üstünde yürürler.”

“İçini kurtlar kemirir.” diye devam ettiriyorum. “Bence malûmdur.” Gülüşüyoruz. Çayının son yudumunu içiriyorum. ‘’Şairlik var galiba sende.“ diyor. “Eh, bir hayal oyunu benimkisi,“ diyorum, “şiir beni gerçeklerden koruyor.“

Biraz sonra babam geliyor. Anlaşmışlar. Bir hafta boyunca burada olacakmışız. Hikmet Amca’yla tanıştırıyorum babamı. “Yine gel,“ diyor. “Tamam,” diyorum, “gelirim.“ Müstehzi gülüyor, “tamam diyenler bir daha hiç gelmedi,“ diyor. Tam “yok ben gelirim,” diye kendimi savunacak oluyorum, serseriliğim aklıma geliyor. Serseri. Sus.

Vedalaşıp ayrılıyoruz. Hikmet Amca defne ağacının altında kalıyor. Dönüp bakıyorum arkama, etrafında yaban güvercinleri. Ey Allah, sen hiçbir şeyi boşa yaratmadın mı?

Sonraki günlerde Pia’dan hiç elektrik alamıyorum. Suratıma bile bakmıyor. Herhâlde, diyorum naz yapıyor. Bir gün cesaretimi topluyorum, dizimi kırıp şiir okuyorum önünde. Bir süre dik dik bakıyor suratıma, sonra küt! Yüzüme yediğim tokatla kalıyorum.

“Nerede kaldı tanjant?“ diye soramıyorum bile. Gülüşmeler, alaylar, sınıf kaynıyor bir anda.

Sınıftan dışarı atıyorum kendimi. Koşa koşa geçiyorum koridoru. Nöbetçi öğretmenler bakakalıyorlar ardımdan. Atlıyorum rastgele bir otobüse. Zalimin kızı Pia! Hani bakma kimseye diye ümitlendirmiştin beni, bakma ne karşıya ne komşuya diye? Tuh sana! Kızın ne suçu var ulan? Yine kaldın matematikten, hem de katmerli. Asıl sana tuh! Bir durakta iniyorum. Taşlık tepelik bir yere tırmanıyorum. Vakit öğleni bulmuş. Bir taşa oturuyorum. Karşıda gecekondular serilmiş. İstanbul, fakir sofrasını kurmuş. Göğe bakıyorum, gök bulutsuz. Güneş yakıcı. Yakınımda iki tümsek, mezar mı bunlar ne? Tövbeler olsun. Ürküyorum. Bir salkım söğüt, tümseklerin yanı başında. Bir saka kuşu gelip konuyor söğüdün dalına. Ayağımın altında irili ufaklı kalker taşları. Coğrafya aklıma geliyor. Sonra okul. Sonra Pia. Kaldırıp fırlatıyorum bir tanesini aşağı. Biraz aşağıda bir patika. Bir tane daha bir tane daha! Sen şiirden ne anlarsın be!

Başımı dizlerime koyuyorum, dalmışım biraz. Kafamı kaldırıyorum ki yanında iki eşeğiyle bir adam dikiliyor. Başında Acem işi sarık. Kavruk yüzünde küçücük gözleri, simsiyah parlıyor. İrkiliyorum hâliyle. Daha ben bir şey diyemeden, ayağımın dibindeki kalkerleri gösteriyor: “Bunlar,” diyor, “ satılık mı evlat?”