Yozgat saat kulesini bilir misiniz? Bir zamanlar orada dershane vardı.Delta Dershanesi. Lise son sınıftayken ders sonları oraya giderdik cümbür cemaat..Maksat yatakhaneden kaçmak olsun yoksa benim ne umurumda dershane sınav. Caddeden yukarıya çıkarken sağda vitrininde eski bir aile fotoğrafı olan fotoğrafçının önünde soluklanır ,önce vitrindeki yüzlere sonra da Yozgat'a bir göz gezdirirdim her seferinde.Kendi yurdumda yatılı okumak düşmüştü nasibime. Ben içerde kalıyordum zil çalınca ,herkes evine gidiyordu. En çok ta onun gidişi dokunuyordu bana.Uzak uzak bakışlarla yakaladığım aşk heyecanı o gidince bir boşluğa dönüyordu. Koca bir boşluk.Ama bazıları uzaktan sever..Bazıları uzaktan sevilir. Ne o benim Mecnunum olabilirdi ne de ben ona Leyla.Ama yine de onu görünce tutulurdu dilim, şaşardı aklım. Yıllar sonra Lise caddesinde eskilerin meşhur Tuna Kırtasiyesinin önünde onunla karşılaştığımda elim ayağım birbirine karışmış pat diye kapaklanmıştım yere de Tadım Pastanesinde çocukluğumun komşu oğlu Fatih “Abla çok mu özledin memleketi. Taşını toprağını öptün.” diye gülmüştü.
Bilmiyordu ki benim ki ‘Ukte sevdası’ydı(1) . İnsanın içinde ukde kalmış aşklar uzun yaşar.Ya da acemi aşkın hatırası derindir.
“ Kalkerler deniz ve okyanus havzalarında, erimiş halde bulunan kirecin çökelmesi ve taşlaşması sonucu oluşan taştır.” diye bağırdı Yusuf Hoca. Dershanenin Coğrafya hocasıydı. O iyiydi hoştu da ben hiç sevemedim şu Coğrafyayı. Anlattığı hep kaya, taş, dağ, orman. İçinde insan yoktu , hayat yoktu. Heyecanlandırmıyordu beni. Dershane tuvaletinde bizi yakalamış kolumuzdan tutup oturtmuştu sınıfa. “Burdan kalkarsan ararım okul müdürünü. Hem vallahi hem billahi. Kuzu kuzu oturuyordum da o kalkerleri anlatıyordu, ben sevdiğimle kalyaçlardan evler yapıyordum, çıkarılan madenlerden yakacak, tarım ürünlerinden yemekler hazırlıyordum.
“Karabacak kayalar şekil aldı. Sen aynı yerdesin. Silkelen de kendine gel.” diye gürledi bir daha.
Yozgat Anadolu Kız Öğretmen Lisesinin ilk mezunları olacaktık. Okul birincisiydim üstelik. Heyecanla bizden dereceler yapmamızı bekliyordu. Çok beklerlerdi. Ben yüreğimin peşinden Lise Caddesine gidiyordum:) Benim hayat planım çoktan şekillenmişti. Bilmiyorlardı.
Bir öğlen arası sınıfta Aynur isimli arkadaşın ağladığını gördüm. Okulun en sessiz ve hanımefendi kızıydı. Dersleri de fena sayılmazdı. Sanırım ikinci olacaktı o da.
“Ne oldu?” dedim.
“Sınavı kazanamazsam babam beni okutmayacakmış.” dedi.
“Ee kazan sen de .”dedim.
“Senin için kolay tabi.Dinlemekle bile yapıyorsun.Çok çalışıyorum ama. Dershaneye bile gidemiyorum. Durumumuzu biliyorsun.”
Biliyordum.Eskipazar mahallesinde oturuyorlardı. Bizim için o zamanlar Eskipazar demek fakirlik ve köy demekti. Babası bizim köydendi üstelik.
“Ağlama.” dedim. Ne yapalım biliyormusun? Ben notlarımı eksik bırakayım.Sen birinci ol. En azından kontenjandan gidersin.”
“Yapar mısın?” dedi.
“Yaparım.” dedim.
Babama söyledim.”İyi b.k yedin.”dedi.
Babaannem duydu o da kızdı. ”Kafana göre iyilik yapılmaz yapılsa da iyilik olmaz.” dedi. Tuhaf kadındı babaannem. ”Köylüler cennete geç gidecekler.” diyordu mesela. “Ya babaanne sevmedin şu kocanın köyünü.” derdim. “Bak nüfusta köyün adı yazıyor.” Kızardı. Ee haklı kadın. Çapanoğlu Avukat Ali Bey'in kızı Fadime Hanım’dı o. Öldü gitti hala Fadime Hanım derler ona. Hanımlık üstüne yapıştı. “Eee asıl azmaz, bal bozmaz kızım.” der annem de. “Asil kadın tabi.”
Sonraları hak verdiğim zamanlar oldu babaanneme. Bizim köylüler çok küfür ediyolardı bir kere. Bir de dillerinde isyan Ekim zamanı yağmayan yağmura harman zamanı esmeyen rüzgâra. Ya da “Allah’ım keşke bacağım olmasa da askere gitmesem diyen bir amca oğlu vardı mesela. Askerden sonra biçerdöverde ayağını koparttı. Sabah akşam isyan ederdi Allah’a .Anlam veremezdim haklı mıydı haksız mı?
Aynur diyorduk gerçekten gitti Gazi Üniversitesine. Bende bir havalar sormayın gitsin. Evladını üniversiteye yerleştirmiş gibi bir gurur bir gurur. Sonradan duydum ki okulda tanıştığı biriyle evlenmiş ,eşi izin vermiyor diye de çalışmayacakmış. Ah şu kadınlar.Nasıl kızdım kendime. Sen misin Allah’ın işine karışan. Ben cennete giderim kesin derken hem anamı babamı küstürdüm hem e farkında olmadan diğer ana babayı külfet altına soktum iyi mi.
Fakirleri hiç sevmezdi babaannem. Ona göre fakirlik zayıflıktı. “İnsan isterse her şeyi yapar.” derdi. Şikayetlenecek olsak “Darülaceze’de mi yaşıyorsunuz?” diye kızardı. “Her şeyiniz var.Çalışın çabalayın Allah verir.”
“Darülaceze ne demek babaanne? “
“Kimsesizlerin ,acizlerin evi.”
“İyi de insanın acizliği sürekli vurgulanırsa insan nasıl başarılı olur ki? Niye başka isim vermemişler ki ?”
“Çok biliyorsun sen”
Darülaceze ...Gözlerin benim darülacezem yazdım günlüğüme. Ben acizim gözlerin de yaşamam için yuva...”Ya kızım nerden buluyon bunları?” dedi kızlar.Onlar ne bilsin .Sevdikleriyle konuşuyorlardı ,gizi gizli mektuplar yazıyorlardı birbirlerine tabii.Bense uzaktan bakıp bakıp şiirler okuyordum içimden.
“Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu ağlardım..”
Gizli aşk dediklerindendi benimkisi. Platonik de diyorlar ama plansız öylesine ...Aşkım plansızdı ama ben planımı yapmıştım. Onun tercihlerini öğrenince ben de kararımı verdim.Edebiyat öğretmeni olacaktım. Herkesin beklentisi aynıydı. Yozgat derecesi yapıp Hukuk Fakültesini kazanmamı bekliyorlardı. Bana uygun gördükleri gelecek planı buydu.
Bense içimde aşk ,heybemde onca şiirle kesin edebiyatçı olacaktım. Sonra evlenip onunla yuvamı kuracaktım. Ben mutfakta çay demlerken o benim yazılı kağıtlarımı okuyacaktı.Sonra kitaplar okuyacak, tartışacaktık sevdiğimiz yazarlara laf söyletmeyecektik. Ben liseli gençlere aşkı anlatacaktım ve bir de vatanı. Vatan da kutsaldı yâr gibi çünkü. Seçim zamanı otobüsler geçerdi.” Toprağının akışına ölürüm Türkiyem…”
Başka bir fikre sahip olmak zordu Yozgatta.
“Duydun mu onun oğlan komünist olmuş.” denirdi fısıltıyla korkuyla. Silahı çatışmayı ,ölümü yaşamış olanların gizli korkuları vardı. En çok korktukları şeydi çocukları üniversiteye gidecek solcu olacak diye.
“Postacı Halil komünistmiş baba. Biliyor musun?” dedim akşam sofrasında babama. Çok kızdı ,parladı.”Gidip evinden tuz istediğin adamın fikrini sorgulamak sana mı düştü?”dedi.Bir surat asmalar bir kükremeler.
“Ulan!” dedim.” Babamda mı komünist yoksa?” Baktım benzemiyor ama şimdi neye kızdı ki? İçime kurt düştü. Kimseye demedim bir tek Nihal’e. Önce kırk kere yemin ettirdim. Bizim zamanımızda öyleydi. En yakın arkadaşın da olsa sırrını söylemek için -Hiç kimseye söylemeyeceğine yemin etmesi gerekiyordu. Hele sevdiğimizi söylemek. Şimdikilere bakıyorum da 2 günde el ele verip çıkıyoruz diyorlar.
“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş renkli bir yığın yaprak “.
Koşa koşa çıkıp cup diye düşüyorlar .Neyse Nihal “Saçmala.” dedi.Bende ona inandım.
“Evreni açıklamak için gerekli iki şey vardır. Biri sevgi , diğeri matematik.” dedi Matematik hocamız bana bakarak .15 kişilik kız sınıfında dersi 3 kişiye anlatırdı. Sosyalci kızlar ne anlar trigonometriden.
“ Karşı bölü komşu. Tanjant. Latince tangodan gelir yani dokunmak. Çembere dokunur hayata dokunur gibi.”
Garibim anlayalım diye şiir gibi bize matematiği. Ben severdim matematiği. İlişkiler denklem , hayatlar karmaşık sayılar ,arkadaşlıklar kümeler ve trigonometri.Tanjantı severdim ben.Karşı bölü komşunun en lirik ,en çoşkulu ifadesidir tanjant. İçimizden biridir. Yeri geldiğinde çiftçinin en kara gününde dostluk yapar bazen de emekçi bir torna ustasının kaleminde tapa olarak kullanacağı konik parçanın şeklini şemalini belirtir.(2)
“Dalgalandın da durulmadın Yasemin. “ Vazgeç savaşmaktan.”
Sonra her şey geçmedi.
Sonra her şey geçmez kolayca….
Sonra mı...Sonra büyüdüm. Babam gitti büyüdüm.Yozgat gitti büyüdüm. Aşk bitti büyüdüm.Tercihlerim değişti gördüm. Çay demlerken yazılı okumak hayalmiş bildim. Öğretmenler kitap okumazmış gördüm. Yollara düştüm gurbet sıla oldu sıla gurbet. Düşünmeyi çoktan bıraktım hem başkalarını güldürecek gücüm de kalmadı.
Ben gençken bendim, şimdiye ısınamadım.
1. Murathan Mungan
2. Ekşi sözlükten aldım burayı
*Bu hikayede anlatılanların bir kısmı hayal ürünüdür..