Ünlü Öykücü Gözdem Paker’le Yazma Üzerine Bir Sohbet

Melike Sülev Aydın

“Merhaba. Gözdem ismini ilk kez duyuyorum açıkçası. Neden bu iyelik eki?” “Merhaba size de. Aslında bu ismi ablama koyacakmış annem. Fakat ablam ilk torunları olduğu için, babaannem ablama, kendi adını koymayı istediği için, ablamın adı Feride olmuş. Annem hiç istememiş tabii. Hangi gelin ister ki? Feride ablam babaannemin gözdesi olmuş tabii. Çeşit çeşit oyuncaklar, elbiseler... El bebek gül bebek büyümüş. Onun büyümesine fırsat kalmadan ben doğmuşum. İkinci bebek ben olunca, bu defa babama söz hakkı tanımadan, kızımın adını Gözdem koyacağım, demiş annem. Babam da ses etmemiş. Böylelikle Gözdem olmuş adım. İnsanın isminden dolayı hayata tutunamaması ne demek yaşamadan bilemezsiniz. İki erkek kardeşimin isminin de dedemin ve babaannemin babasının ismi olduğunu belirtmem lazım sanırım burada. İsmimin hikayesi böyle işte.”

“Resimle aranızın iyi olduğunu duyduk. Neden müzik, şiir, spor değil de resim?”

“Resim, benim bu hayattaki kendimi ifade edebildiğim ilk şey diyebilirim. Önümde duran bembeyaz sayfa ve renkli kalemler. Özgürlük. Çizdiğim bir kuş kanadı, bir dere kenarı, bir bulut, beni mutlu kılmaya yeterdi. Paletimi elime aldığımda dünyayla aramdaki bağ kopardı. Derler ya hani, dünya yıkılsa umrunda olmaz, o hesap. Mutluysam sevincimi, üzgünsem hüznümü yansıttığım sığınağımdı. Çünkü resimde yargılama yok, suçlama yok, birbirini küçük düşürme yok en basiti. Hangimiz, iki dağın arasından doğan güneşli, kulübeli bir resim çizmedi ki bu hayatta? Benim de resme ilgim böylelikle başladı. Uzun sürmedi pek ama olsun.”

“Neden uzun sürmedi? Maymun iştahlı mısınız?”

“(Güldü) Yo yo, tamamen benden kaynaklanmayan sebepler yüzünden oldu. Aslında maymun iştahlı tabirini severim ve kendim için de sık sık kullanırım. Fakat hayatımdaki değişim çok farklı sebeplere dayanıyor. Bununla bir ilgisi yok. Resimle bağlantımı tamamen kesmiş de değilim. Renkler ve boya kalemleri hala en sevdiğim arkadaşlarım. Sadece bir süredir ayrı kaldık birbirimizden hepsi bu. Yoksa ben şu an karşınıza bir öykücü değil bir ressam olarak çıkabilirdim açıkçası.”

“Sizden kaynaklanmıyorsa bu değişimin sebebi çalkantılı lise hayatınız olabilir diye düşünmeden edemedim doğrusu?”

“Evet. Tam da bundan bahsediyordum ben. Liseye giriş sınavlarına hazırlanırken, çok sevdiğim sıra arkadaşım Nesrin, puanı yüksek liseleri tercih edemeyeceğini, babasının kendisini asla şehir dışına göndermeyeceğini, onsuz yapamayacaklarını söylemişti. Nesrin tek çocuktu. Anne ve babası üzerine titrerdi. Bir dediğini iki etmezlerdi. Nasıl kıskanıyordum onu. Keşke diyordum ben de onun gibi olabilsem. Sonra çok çalıştım. Çamlıca Kız Lisesi'ni kazandım. Babamın olmaz kızım, seni o kadar uzağa gönderemem, yaşın daha çok küçük, diye itiraz etmesini öyle çok bekledim ki. Demedi tabii. Annem valizimi hazırladı. Üç beş kıyafet, pijama, tarağım, diş fırçam, solucan kavanozum. Bir de resim çantam. Evden çıkarken sadece anneme sarıldım. Benim bu evden gitmemi istemeyen tek kişiye. Taksiye binerken ablam koşa koşa arkamdan geldi. Elinde bir çift terlik vardı. Yatakhanede ayakların üşümesin al bunları dedi. O an istemsizce sarıldım ablama. Kendimi ağlamamak için zor tutuyordum. Sanırım o da benimle aynı durumdaydı. Babamla bindiğimiz İstanbul otobüsünde hiç konuşmadık. Yol boyunca iki yabancı gibi sustuk. Lisenin adresi çok kolay bulunan bir yerdeydi. Çok geçmeden okulun yatakhanesinin önünde kahverengi valizim ve ben yapayalnız kalmıştık. Babam müdire hanımın odasında kayıt işlemleri yaptıktan sonra bana haber vermeden ayrılmıştı. O gece hayatımın en zor gecesiydi diyebilirim.”

“Gerçekten de zor olmuş. Sizin adınıza üzüldüm Gözdem hanım. Şimdiye kadar anlattıklarınızdan yola çıkarak, öykü yazmaya da bu okulda başladığınızı tahmin ediyorum. Yanılıyor muyum?”

“Yanılmıyorsunuz. Tam da öyle oldu. Kaldığım okulda resim yapmama uygun yer bulmak oldukça zordu. Bunun için birkaç kez kütüphaneyi kullandım ama masaların üzeri boya olduğu için iki kere uyarı cezası aldım. Ben de bundan sonra resimlerimi harflerle çizmeye, yani öykü yazmaya başladım. Eskiden çizdiğim resimlere bakarak çeşitli hikayeler uyduruyordum kendimce. Şimdi önce yazıp sonra da hayalimde resimliyorum yazdıklarımı. Bu kadar kısa zamanda uzun yol kat etmemin en büyük sebebi bu. Dört senelik lise hayatım bana yazarlık okulu oldu. Yazmayı besleyen en önemli şeylerden biri yalnızlıktır. Ben lisede en yalnız ve en verimli günlerimi geçirdim. Geçen Haziranda mezun oldum. Şu an üniversite sınav sonuçlarını bekliyorum. Umarım istediğim bölümü kazanırım.”

“Kısa zaman önce Türkiye Çizerler Birliği'nin en genç öykücü ödülünü kazandınız. On yedi yaşında böyle bir ödül kazanacağınızı hayal eder miydiniz?”

“Hayır tabii ki. Aklımdan bile geçmezdi. Türkçe dersini hiç sevmezdim. İlkokul üçüncü sınıfta de'leri ve ki'leri bile nasıl ayıracağımı şaşıran bir öğrenciydim ben. Kompozisyon ödevlerimi bile arkadaşıma yazdırırdım. Şunu itiraf edeyim, sözlük okumayı çok severdim. Hani ders kitaplarında olurdu ya, bilmediğimiz kelimeleri sözlükten bulup deftere yazardık. İşte o kısmı. Sonradan anladım ki, şu an yazmış olduğum öykülerdeki dil, o günlerin eseri. Şimdi öykülerim edebiyat dergilerinde yayınlanıyor. Bunun için çok mutluyum. Her öykümü ithaf ettiğim birileri, bir şeyler var. Mesela ilk yazdığım öykümü, kavanozumdaki solucanlarıma ithaf etmiştim. Sonrakini Feride ablama. Sonrakini lisedeki müdireme. Siz hiç pencere kenarı çiçeğinin saksısına öykü ithaf edildiğini duydunuz mu? Ben ettim.”

“Evet duymadım. İlginç gerçekten. Bize vakit ayırıp sorularımı cevaplandırdığınız için müteşekkiriz. Çok güzel bir muhabbet oldu benim için.”

“Benim için de öyle oldu. Ben teşekkür ederim.”

“Son olarak okuyucularımıza, hatta öykü yazmaya yeni başlayanlara söylemek istediğiniz bir şey var mı?”

“Var tabii. Öncelikle hiçbir yerde ve zamanda yazmaktan vazgeçmesinler. Kendilerini küçümsemesinler. Hayatları kötü başlamış olabilir, zorlu bir çocukluk hatta gençlik yaşamış olabilirler. Klişe olacak ama başka tabir gelmiyor şu an aklıma; muhakkak bir şeye tutunsunlar. Bir kişiye, bir eşyaya, bir şarkıya. Ve sürekli yazsınlar. En saçma şeyleri bile. Benim saçma diye başladığım öykü bu ülkede ödül aldı mesela. Bunu da ilk kez size açıklıyorum. Hayatın kime neler getireceğini bilemeyiz. Ha bir de disiplinli olsunlar yazarken. Bu en büyük şart bence. Yazmak bir dil öğrenmek ya da bir enstrüman çalmak gibi bir şey. Siz yazmayı bırakırsanız, yazmak da sizi bırakır bir müddet sonra. Nereden ve nasıl başlayacaklarını bilmeyenler için Köroğlu Öykü Atölyesi'ni tavsiye edebilirim. Emre Ergin Bey bu atölye için büyük emek sarf ediyor. Bunun için Twitter'daki “Alıştırma” sayfasına bakabilirler. Tekrar teşekkürler.”

https://docs.google.com/document/d/15XlQBJyAXiHh0HTXdmUcIVPqUZAkbRMyqSYGPEEJHw4/edit