Aşk İle Bir Daha:Yaşasın Tam Bağımsız Mahalleler!

Yakup Karahan

https://docs.google.com/document/d/1uKj0yUKbsuktKeHKq-pqQwxHWJyLjY4Wbd9u1lOjeZ0/edit?usp=sharing

AŞK İLE BİR DAHA: YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ MAHALLELER!!!

Bu haftaki konuğumuz yıllar önce başlattıkları yardımlaşma hareketiyle, ama daha çok fiyaskoyla neticelenen “Semra Yıldız’la babası Kerim Usta’yı buluşturma” eylemleriyle mahallemizin gündemine oturan Yeşil Ceketlilerin kurucusu Faik Abi. Mahallemizin yerel bülteni Aydoğan Post adına kendisiyle görüşmek için sabah erkenden Yıldız Matbaası’na gittim. Matbaa sahibi Yılmaz Dinçer, Faik Abi’yi dün akşam işten kovduğunu söyledi. Telefonumda dakika olmadığı için, Faik Abi’yi ona arattım ama açmadı. Neyseki öğlene doğru Karaoğlan Camii’nin merdivenlerinde buldum ve röportaj yapmak istediğimi söyledim. Beraber Paşa Aile Çay Bahçesine gittik.

Abi öncelikle Aydoğan Post gazetesi adına röportaj teklifimizi kabul ettiğin için çok teşekkür ederim. Bildiğin gibi mahallemize yeni taşınanlar olduğu için, çoğu da yeni yapılan sitelerde oturduğu için seni eskisi gibi herkes tanımıyor. Dilersen önce kendini tanıt.

Merhaba. Evvel emirde bana bu şansı verdiğiniz için ben teşekkür ederim. (Garson kızın çayları masaya koymasını bekliyor, o gidince koltuğuna iyice kuruluyor) Bendeniz mütekait postane memuru Asım Bey ve sonradan bütün zamanını evine adamış eski tarih muallimesi Müberra Hanımın oğlu Faik Vermut. 1987’de ana babamın görevi sebebiyle bulundukları Mersin’de dünyaya geldim. Şehrimize ve de mahallemize üç buçuk yaşındayken avdet ettik. Hamidiye İlkokulundan sonra Sultan Hamid-i Sani hazretlerinin yaptırmış olduğu Karesi Lisesi’nden mezun olsam da esas tahsilimi, Aydoğan kaldırımları, Çamlık mevkinde içecek sattığım mesire yerleri ve Çaycı İbo’nun Yeri’nde almışımdır. Şimdi mülakatımızın odağında Yeşil Ceketliler olduğu için müsaade buyurursanız onlar hakkında da bir iki kelam etmek isterim. Simitçi Bacak Necmi aramızda boy olarak da yaş olarak da en küçüğümüzdür. Gece yarısına kadar başının tepesinde simit tablasıyla o sokak senin bu park benim gezer durur. Yaşlı anacığıyla geçinme derdindedir. Eğer gecenin köründe ondan alacağınız simide muhtaç görünürseniz fiyat bindirir terbiyesiz. Ama sebatkar adamdır. Takımımızın en sabitkadem üyelerinden biriydi. Semra Yıldız’ın Kerim Usta’nın kızı olduğu dedikodusunu bize taşıyarak başımızı derde sokan da oydu ama şimdilik girmiyorum bu konuya.

Sonra Pomak Mehmet, Aydoğan’a yakın zaman önce taşınmışlardı. Şimdi Elazığ’da beş sene tehir ettiği askerlik vazifesini yapmakta. Fevri adamdır Mehmet, daha şimdiden üç ay uzatmış askerliği. Nazar, açıköğretim maçıköğretim, aramızda yüksekokul mezunu tek kişidir. Çocukluk arkadaşımdır, fakat ekalliyetten olduğunu çok sonraları öğrendim. Ayrımız gayrımız yoktur, hem arada cumaya da gelir. Bu hayatta sırtımı yaslayabileceğim üç beş adamdan biridir. Münir nam-ı diğer Tatlıcı, bir garip adamdır. Babası -rahmetli- Süleyman Amca Balkes Tatlıevi diye ünlü bir pastanenin sahibiydi, sonradan işleri bozuldu ve battı. Ha sanmayın ki tatlıcılığı babasında kalır, dedeleri ve hatta onların da ataları tatlıcı esnafıdır. Gelgelelim bu maharet, bizim Münir’e tevarüs etmemiştir; herifçioğlu -bir yıllık hapishane, bir buçuk yıl da askerlik mühletini kenara koy- sekiz yıldır çıraklıktan kalfalığa terfi edemedi. Çekirdek. Daha bu kadarken (sol elini masa hizasında kaldırıyor) seyyar arabasıyla kuşlu meydanda sıcak çerez satardı. Çok inat adamdır, o sebeple kimileri de “keçi” diye çağırır onu. Zabıta Kerem’den her hafta bir vagon dayak yerdi, bütün çerezleri çamura çirkefe dökülürdü, yine de alamazlardı elinden arabasını. Rasim, bizim kayınço. Hayatında yaptığı tek doğru iş kardeşi Yıldız’ı bana vermesidir. Adam yerine koyup takıma aldık, ilk satan o oldu. Ve Yıldız. Abisi Rasim’in yerine geldi aramıza. Aklı başında fakat biraz delidir. Teşbihte hata olmaz, haşa huzurdan fino köpeği gibi narin ve dişlidir. Gözü döndü mü önünde duracak kuvvet tanımıyorum. Nasipse yakında ilk çocuğumuzu kucağımıza alacağız.

ŞŞŞŞ. Uyuyor musun oğlum?

Pardon abi. Sabaha kadar depoda nöbet tut, sonra gazetede koştur. Kusura kalma yani. Bu işe nasıl meylettiniz peki abi? Sen anlat cihaz kaydediyor. Ben bi yüzüme su çarpıp geleyim.

Tepedeki arazileri alıp inşaata başlayan bir Ali Gündüz vardı. Karun kadar zengin bir adamdı. Sonraları bilmeden bir ayıp ettiğimiz için şimdi mahcubuz kendilerine karşı. Mahalleye bir geldi pir geldi. Aç, çıplak, yoksul bırakmadı. Bizler o zamana kadar her şeyden habersiz haybeye yaşamaktaydık. Üstelik her şeyin farkında olduğunu zanneden tipte cahillerdik. Sanırdık ki sabahtan akşama elindeki çomakla yeri eşeleyen çocuğun gözleri doğuştan öyle bulutlu ve dalgındır, karnının aç olduğunu Ali Gündüz Bey’in yönlendirmesiyle öğrenmiş olduk. Semiha Hanım abla eskiden kamburdu, evladının okul masrafları için hesabına para geçince dineldi. Bu ve bunun gibi vazifeleri Ali Gündüz Bey bize, şimdi sizin Yeşil Ceketliler olarak tanıdığınız kişilere tevdi etmişti. Bilir misiniz insan kendisiyle nerede karşılaşırsa kendi acizliğini ve mükemmeliğini meczeder: Bir muhtaç kişinin parlayan göz bebeğindeki görüntüsünde. Sanki hayatı o dakika için verilidir ve sanki o dakika dışında geçen ömrü boşa akmıştır. Her neyse. Bu gibi vakalar bizi derinden etkiledi. Grubumuzu kurduk ve çoğu insan derdini, yoksulluğunu anlatamadığından ve biz de açık açık bunu soramayacağımızdan başladık dertli insan aramaya. İyi de başladık. Şerife Nene bize dua ede ede verdi son nefesini.

Peki abi. Değişen mahalle kültürü ile ilgili de bir soru sormak isterim. Çoğu kişi mahallenin eski tadı tuzu olmadığı kanaatinde. Sen ne diyorsun buna?

Bu kanaate sahip kişilerin başında Lütfü Amca geliyor. Muhtemelen üst üste üç defa muhtarlık seçimini kaybettiği için. Yeşil'de pineklerken birini yakalamasın. Bir çay söylüyor adama, başlıyor dert yanmaya.

Ben esasen bu meselenin farklı zaviyelerden ele alındığında daha bi ayakları yere basan bir izahate kavuşacağı fikrindeyim.

Söz misali çocuklar için çocuklar için mahalle dediğimizde anlaşılan şey nasıl bir değişiklik geçirmiştir. Ben ve akranlarım arasındaki genel kanaat şu şekildeydi: Anamızdan doğmakla yahut da ailemizin peşi sıra taşınmakla içinde mevcut bulunduğumuz mahalle, bizim için politik katılımın bilek gücü, oyun kabiliyeti ve nispeten ailemizin mali durumuyla belirginleşen otonom bir sahaydı. Kuralları bizden evvel sokaklarını arşınlayan çocuklarca konulan, bununla birlikte her yeni durumda bu kanunların esnetilip revize edilebildiği bir kanunnameyle yönetilirdi. Burada bir detay vereyim. Eğer aylık oynuyorsak bacak arasından atılan gol 3'lüktür. Sen şimdi kalkıp kalede duran adam sümüklü sünepe biri diye, "apıştan atılan gol 5'lik" diye tutturursan, mezkûr kararnameyi oluşturan velet efkarının boykotuna maruz kalırsın. Yani bu şifahi kuralları oluşturan ve benimseyen sorumluluk sahipleri seni iki ayaklı kısa kurtların kazanmaya ve hükmetmeye yönelik açgözlülüklerinden esirgerken, kendine has yöntemlerle diğerinin tamahını da ıslah eder.

Bu zannederim ki bizden öncekiler için de böyleydi.

Yalnız bir noktaya parmak basmakta fayda var: Mahallemizdeki devrimci kişiler de bu ortamdan çıkmıştır, muhafazakârlar da. Camii imamı da, Hırsız Kamil de.

Peki şimdi? Necdet Abinin oğlu "Dahi Furkan" için mahalle, bir çocuğu eğitime ve terbiyeye karşı kışkırtan bir cangıl. Küçük Serhat'ın annesi Ebru Yenge için de bu böyle.

Bizim İlk gençlik ve delikanlılık çağımızda mahalle geleneklerin buyurduğu şekilde korunmak, maşeri aklın koordinasyonunda yönetilmek ve yeni yetmelere idol teşkil etmek bakımından elimize bakardı. Bir sokak düğününde dışarıdan gelen erkeklerin bakışlarını biz bu salahiyetle kontrol ederdik. Ama mesela bugünün delikanlısı Rıfat, bahsettiğim hassasiyetten kaynaklanan bir kahve kavgasında sakat kalan dayısının akıbetini yaşamamak için avmlerdeki kafeteryaları tercih ediyor, Sinan Abinin yerini değil.

İhtiyarlardaki mahalle algısının değişimini yaşlandığımda görüşürüz nasipse. Şimdi baktığımız zaman bunlar yerinde tavırlar zannımca. İnsanların özgürlük ve güvenlik namına aldıkları tedbirler.Ama tabi bunun bazı neticeleri de olacak. Mesela benimle yaptığın bu röportajı ele alalım. Ben bu konuştuklarımızı mahalledeki ortak buluşma mekanlarımızda bulduğum muhataplara anlatabilirim. Oralardan yürüyerek bu anlattıklarım mahallenin önemli bir kısmına yayılır. Ama sen bunların apartmanlarından çıkmayan ve gezme tozma için çıktığında da mahallemiz dışındaki mekanları tercih eden insanlara ulaşması için bu yola başvurdun. O insanlar bunlardan kapılarının altından atılan bir Aydoğan Post gazetesi sayesinde haberdar olacaklar. Yani sesten, tonlamadan, mimiklerden arındırılımış bir kelime çıkınıyla giderecekler meraklarını. Toparlarsak eğer, insanlar bugün bile isteye sıcak mahalle yaşantısıyla kontrolden azade olmayı, derslerinde başarılı ve kendine sorun çıkarmayan çocuklara sahip olmayla hayatın çetrefilini çekirdekten öğrenen çocukları, bir arada olma sorumluluğuyla hesap vermeme özgürlüğünü değiş tokuş etmişlerdir.

Yani bu gidişat sence olması gereken şekilde mi ilerliyor?

Elbette demek istediğim bu değil. Dediğim şu, mevcut mahallelerin çocuğunda eski mahalle yaşantısını özleyenlerin de, geleneksel mahalle anlayışından uzak kalmak isteyenlerin de dilediği gibi yaşaması mümkün. Bir de el mahkum uzak düşenler var ki onlar için yapacak bir şey yok.

Ali Gündüz buraya ilk geldiği zamanlar mahallede farklı cenahtan birçok genç, adamı topa tuttular. Yaptığı yardım faaliyetlerindeki niyetini sorguladılar. Evet, bugün müdahale edemediğimiz, boyumuzu aşan birçok olay -işte kimin kim olduğu belli olmamasından falan kaynaklanan- çıkan tatsızlıklar ve mahallelinin çok da alışık olmadığı soğuk ilişkiler onların öngördüğü şeylerdi. Ama öte yandan mahallenin o köhne yüzünün değişmesi. O apartmanlara yerleşen çoğu memur vesaire insanın mahallenin elitlik ortalamasını yükseltmesi. Hatta kütlesinin değişmesiyle tepeye yapılan camii, otopark, avm ve yenilenen yollar… Bunları nereye koyacağız?

Abi son olarak yardım faaliyetlerinde bulunmak isteyenlere ne tavsiye etmek istersin?

Yoksula, yardıma muhtaç olana nerede görseler el uzatsınlar. Bunu yaparken de kalabalık gruplar halinde olmamaya baksınlar. Birlikten kuvvet doğar, ama zafiyetin doğduğu da görülmemiş şey değildir. Çok düşünerek hareket etsinler diyeceğim ki, bunu sadece yardımlaşırken değil hayatın her safhasında uygulasınlar. Yaptığımız ferdi işlerin çoğu bizi ve o işe muhatap olanları etkiler. Fakat kollektif işlerin yararının da zararının da kendi çapını katbekat aşma ihtimali yüksektir.