Haskolot Ustası Enazer Efendi İle Haskolotçuluk Değil De Diğer Şeyler Üzerine

Zeynep Şahin

Başlamadan, okurları için mülakat yaptığımız Enazer Usta’nın sergüzeşti:

https://docs.google.com/document/d/1FzBfb5KsWT4hOu9GMvbvkDApo52jjPp3k7J3RS85xd8/edit?usp=drivesdk

Haskolot Ustası Enazer Efendi ile Haskolotçuluk Değil de Diğer Şeyler Üzerine

Enazer Usta, mülakat için dükkânına vardığımızda bizimle uzun bir süre konuşmadı. Zaten bu teklifimiz ona oldukça manasız göründü. Kendisinin mühim biri olmadığını, neden onu aradığımızı anlayamadığını söyledi. Bunun sebebinin o dönemde çokça endişe yaratan devlet-i aliyyenin nizamı hakkındaki sırları keşfetmek isteyen ecnebi casusları olduğumuzu sanmasıyla ilgili olduğunu düşünüyoruz. Enazer Usta’ya fena bir niyetimizin olmadığına, Yelaşi’den 3. Kat Semaya Bir Garip Yolculuk sergüzeştini okuyup da ne yollar arşınlayıp olayın aslı astarını sormak için yanına geldiğimize dair bin türlü yeminler ettik. Onunla hasbihal etmekte kararlı olduğumuzu ispat etmek için güneş sıcaktan başımızı kavururken, dükkânın önünde uzun bir mühlet bekleyip durduk. Birlikte cuma namazı kılmak için abdest alıp sessizce meydana doğru yol aldığımızı görünce, döndüğümüzde mütebessim sima ile bizi kabul etti. İtimadını kazanmak zor olsa da ortaya müstesna bir hasbihal çıktı. Biz şimdi birlikte yaptığımız bu sohbeti vasıtasız aktaracağız. Biz kim miyiz? Eski dönem kütüphanelerdeki el yazmalarını inceleyen ve araştırma ekibine özel nimetlerden sonuna kadar istifade eden(aslında zaten her şeyin eş zamanlı olarak gerçekleştiği şu âlemde boyutlar ve kurgusal olaylar arası seyahat etme iznine sahip) kendi cirimlerinde aylık mecmua çıkaran birkaç arkadaşız. Heveslisi olduğumuzdan pek çokları, az buçuk öğrendiğimiz eski usül kelimeleri kullanmayı tercih etsek de, siz değerli okurlarımızdan aldığımız dönüşlere binaen ilgili olan herkesin anlayabileceği şekilde tertiplemeye çalıştık, hatamız varsa affola!

Merhabalar. Öncelikle affınıza sığınarak sizinle henüz tanış olma imkânına erişememiş okur için, sizi Yelaşi’den 3. Kat Semaya Bir Garip Yolculuk kıssasının ana karakteri Enazer olarak takdim etmek istiyoruz. Merak celbetmesi açısından beceriksizce hadiseyi özetlemeye kalkışacak olursak dönen salıncakla peri diyarına yolculuk yapan, haskolot ustası Enazer’in akıl almaz sergüzeşti diyebiliriz belki de.

Kıssanın hem yazarı hem de failisiniz, biz açıkçası merak içinde olup bitenlerin sahihliğini merak ediyoruz. Enazer semadan döndükten sonra uğruna bu kadar zahmete katlandığı dilberi unutmayı sahiden göze almış mıydı?

Hem hakikat hem değil. Evvela kıssanın sonunda haskolot içmiş biri olarak o ayakları yere basmaz meczupluğu nasıl hatırlayıp kaleme döktüğümü merak ediyor olabilirsiniz. Çünkü dört bucakta bilindiği gibi benim haskolotlarımdan içen hangi âdemoğlu neyi hatrından silmeyi aklından geçirerek bu acâib-i mûcizât iksiri yudumlasa, artık ömür billah o hadiseyi ya da herhangi bir zatı hatırlayamayacağı gibi sevdası yahut gönül kırıklığı var ise o da hep birlikte sökülüp gider. Kara gözlü bir periye kavuşmak için semanın üçüncü katına çıkmışken, Allah bu kuluna lütfedip yüce merhametiyle öyle bir ihsan eyledi ki; o hevasının peşinden giden Enazer gitti, yerine başka bir ben geldi. Çalab’ın huzurunda cezbeye geldikten sonra bütün bu yaptığım malayani amellerden behemehal büyük bir utanç içinde tövbe ettim. Beni esfel-i safilin mertebesinde hapseden bütün arzularımı unutup pir-ü pak bir Enazer olarak Hakk’ın yolunda yürümeye karar vererek dükkana gelip ağlaya sızlaya haskolotu içtikten sonra öyle uyudum öyle uyudum ki herhalde dimağım hasarete uğradı da birkaç gün hiçbir şey hatırlayamadım. Allah’tan dükkana ziyarete gelen bir ahbabım hâlimi görünce beni evinde misafir etmek istedi, zavallı midem bir tas çorba gördü. Akabinde yavaş yavaş aklım yerine geldikten sonra gönül yaramın hâlâ kanamakta oluşuna hayret edip bu işte bir hata olduğunu anlayınca derhal dükkana vardım. Elbette kalbimi bir göz devirişiyle çeşm-i siyahına bağlayan güzeller güzeli huri kızı için; Tulparin kiralamasıydı, Temitra taşıydı diye batakhanenin en tekinsiz ve en varlıklı tefecisi Arkit Soyak’a 1800 şişe haskolot borçlandıktan sonra bundan böyle her dâim tetikte olmam gerektiğini biliyordum fakat bu kadar acele edeceklerini akıl edememiştim. Ben Tulparin’le semanın katlarını halden hâle girerek arşınlarken Arkit’in emrindeki birkaç soysuz, hasılatı erken tahsil etme bahanesiyle dükkanıma girip şişeleri fıçılara doldurup yerine reyhanlı elma hoşafı bırakmışlar. Arkit, emniyetsiz oluşuna karşın bi-insaf bir âdem değildi; yalnızca garâipliklerle alacaklılarını şaşırtmayı severdi, hem de borcunu tahsil etmek istediğinden bana kalıcı bir fenalık yapamazdı. Ben de reyhanlı elma hoşafını fakire fukara sadaka niyetine serin serin dağıttıktan sonra... Estağfurullaah, ah be Enazer! Neden söyledimse, imdi hayrın ne sevabı kalır ne üstümüzdeki tesiri. Yani anlayacağınız huri kızını haskolot içerek unutmak istedim istemesine ama kabil olamadım.

Sonrasında imkânınız varken de hakiki haskolotu içip üçüncü kat alemde dolaşan periyi unutmadığınızı anlıyoruz anlatışınızdan.

Sebebi oldur ki, haskolot şarabının başlı başına bir bela olduğuna vâkıf oldum. Arkit Soyak’a geri kalan şişeleri kötü işlerinde kullanamasınlar diye dualar okuyarak hazırlayıp borcumu tamamladıktan sonra bir daha haskolot yapmamaya yemin ettim.

Neden ettiniz?

Çünkü kişi bu şarabı içip de başına gelen vakıaları unutup yaptığı caniliklerden vicdânen rahatlık hissetmek istiyorsa burada bir tehlike arz olabilir. Anladım ki tevbe etmek isteyen için haskolota gerek yok. Tevbe, yaptığı kötülükten pişman olup hatasını terk eyleyenler için geçerlidir. Amelini unutan kişi ondan nasıl pişman olur? Eeh, şimdi siz benim böyle ârifâne konuştuğuma bakıp da beni bir şey sanmayın. Size ikramda dahi bulunmadım. Hey Enazer Usta heyy! Haskolottan tevbe edince demirhindiden sirkencübine, meyan kökünden gelinciğe sadra şifa şerbetler kaynatmaya başladım. Malum ben her türlü bitkiden de şaraptan da iyi anlarım. Bahtınız açıkmış ki bugün gül şerbeti var evlatlar! İçmeden de salavat-ı şerif getirirseniz cümle alem şenlenir, değil mi?

Ellerinize sağlık. Nicedir(neredeyse bir ömür) böyle güzel gül şerbeti içmemiştik.

Peki ya şu kıssayı nasıl yazmaya karar verdiniz? Başınızdan geçenleri anlatmak için sizi şevke getiren neydi?

Kaleme olan meylim her daim benimleydi, mektepten ayrılıp da ustamın yanına geldiğimde de devam etti. Bazen bedestanın ortasında birden gazel okumaya başladığım olurdu, daha civan delikanlıyken tabii. Yıllardır dükkanı kapayınca eve gidip hokkaya sarılmak âdetimdir. Eh, bizim Hint diyarından âherli kâğıt getirecek hâlimiz yok. Bulabildiğim âdi parçalara yazarak kaydettim önce. Hem biraz değiştirmeliydim de, okuyana aşk-ı hakîkînin idrakini vermek istedim. Uzun uzun başıma gelenleri boşu boşuna gevezelik etmek için anlatmam münasip olmazdı.

Kıssanın elden ele, diyar diyar dolaşarak usta kâtiplerin elinden geçip etrafı en ince nakışlarla nakşedilerek sultanların kütüphanelerinde yer edinmesi nasıl vuku buldu?

Bir gün Yelaşi’ye yolcunun biri geldi. Çeltikhan imiş adı. İşbu ya, yolcunun üzerimizde hakkı vardır, dinlenip soluklansın diye şerbet ikram ettim. Oturup sohbet etmeye başladık. Boynundan astığı kalemdanı görünce katip olduğunu anladım. Ona mukaddes şairlerin kalbimde tesir bırakmış gazellerinden birini okudum. Misli ahseniyette gazellerle karşılık verdi. Kalemden kağıttan söz açılınca frenklerin yasemin çiçeği kadar beyaz ve pürüzsüz kağıtlarını anlattı. Öyle ki kalem, üzerinde hiç meşakkatsiz salına salına gezinirmiş bu kağıtların... Anlayacağınız uzaktan gelen bu yolcuya bir anda samimiyet hissettim. Onu misafir etmeden bırakamazdım. Muhabbeti öyle hoştu ki, yer yer masallar anlatıyor bazen de meddahlığa kalkışıyordu bizim Çeltikhan. Bunca masalı nereden nasıl topladığına akıl sır ermezdi. Kendi yazdığım kıssayı oradan buradan bir araya toplayıp okuması için ona verdim. Fecr olana kadar üstünde konuştuk, yeniden tanzim ettik. Sonra benden bu kıssayı aynen çoğaltmak için müsaade istedi. Meğer Çeltikhan, Sultan'ın aynı destanları okumaktan usandığı için onu yer yer şenlendirecek, ona tebaasından haber verecek, Allah'ın kerametini hatırlatacak kıssalar bulması için görevlendirdiği karış karış gezen katiplerinden biriymiş. Hal böyle olunca, saraya varır varmaz tanıdığı en usta nakkaşlara gidip, kıssanın özellikle Tulparin'le semanın katlarını seyran eylememiz ve peri kızlarıyla ilgili kısımlarını enfes bir şekilde çizmelerini buyurmuş. Şükür ki, kıssa ilah-i aşk ile nihayete eriyor da, şeyhülislam hazretleri okursa diye kelle koltukta gezmiyoruz.

Peki sonrasında ne oldu, dillere destan bir kıssa yazdıktan sonra kendi olağan hayatınıza devam mı ettiniz?

Ne mi yaptım sonra? Helal rızık kazanmaya başlayınca peri kızıyla nikah kıyamaz mıyız diye izin almaya gittim kadı efendiye. Dönen salıncak geldi geleli böyle abuk sabuk şeyleri müracaata gelir oldu ekser-ini avam diye haşladı bir güzel beni. Hak ettim doğrusu. Bundan böyle semanın belli katlarını seyreylemeye yasak koyacakmış. Sonrasında da deve derisinden kemerlere mühür takıldı zaten. Benim gibi tasavvuf ehli, eli kalem tutan bir âdem de bu hale düşerse halk ne yapsınmış. Bana zevcemi semada değil, bu dünyada aramamı tavsiye etti. Ben de öyle yaptım, bedestana haber saldım. Allah lütfetti ki şimdi nice peri kızlarını, nice hurileri değişmeyeceğim cânım zevcemle, birinin yüzü kamer birininki de şems gibi iki güzel kızım var. Allah sizlere de bağışlasın canlar! İşte mesele oldur ki, ilkin size aksi davrandıysam hoş görün. İmdi ipe sapa gelmez toy bir nevcivan iken başa gelen vakıat üzere konuşmak bize uygun düşmez aslında. Fakat niyetinizi halis gördüm, eğer muavenet edebildiysem ne mutlu. Allah muvaffak eylesin inşallah.