Çuhacızâde İsmail Efendi:
“ Zekâm beni bazen korkutuyor, icat etmeden de duramıyorum.”
Geçen hafta, hikâyesini yazarak Köroğlu Öykü Atölyesi’ne konuk ettiğim Çuhacızâde İsmail Efendi ile buluştuk. Kendisiyle röportaj yapma isteğimizi büyük bir teveccühle karşılayan İsmail Efendi ile günlük hayatından o büyük icadına, bulunduğu muhitteki yaşamından yeni icatlarına dair pek çok şey konuştuk. Bizim için ilginç bir deneyimdi. Zira röportajı salıncakta vermek istedi. Röportaj boyunca da bir an olsun salıncaktan kalkmadı.
Öncelikle bizi kırmayıp röportaj isteğimizi kabul ettiğiniz için müteşekkirim İsmail Efendi. İlk sorum kasabanız hakkında olsun isterim. Bize Akdağmadeni’ni biraz anlatır mısınız?
Zahmet buyurup buralara kadar geldiğiniz için asıl bendenizin müteşekkir olduğunu söylemek isterim. Lakin siz de haklısınız ki böyle bir icada kayıtsız kalınamazdı. Tebrik ederim. Efendim, Akdağmadenimiz ormanlarıyla meşhur bir kasabadır. Ermeni, Rum, Türk, Alevi, Sünni hep birlikte huzur içerisinde yaşayıp gitmekteyiz. Hikâyenizde de buyurduğunuz gibi madenlerimiz pek meşhurdur. Bizim peder efendi de maden ocağında bir vakitler çalışmış idi. Validem madene peder beyle gider, efsunlu taş arıyorum diye saatlerce gelmezdi. Hâl böyle olunca, validemi efsunlu taş sevdasından vazgeçiremediğinden peder bey istifa etmek zorunda kaldı.
Pederiniz istifa etse de validenizin ayağı madende efsunlu taş aramaktan kesilmemiş anladığımız kadarıyla.
Maalesef efendim maalesef. Bir kere inandı mı bir şeye, onu vazgeçirmek pek zor olurdu. Gerçi validemin aklını madendeki o yarım akıllı Gümüş Nizam da karıştırırdı. Yok taş efsunluymuş, yok etkisini iltifat ile gösterirmiş, yok taşları kolye yapıp çocuğun boynuna takmalıymış. ( Üzülüyor.) O efsunlu taş yüzünden uzun süre sallanacağımdan oldum ben. Ah ne ızdıraplı günlerdi!
( Hanımı o esnada başını pencereden uzatıp, ‘’salıncak o ‘’ deyip içeri geri girdi. Ben böyle şeyler sadece filmlerde olur zannederdim, enteresan bir andı. Gözünü de hikâyede yer verdiğimiz gibi yine devirdi. İsmail Efendi bozuntuya vermese de canı sıkıldı. Bunu salıncağı yavaşlatmasından anladım. )
Açıkçası ben hikâyeyi yazarken efsunlu taş ve iltifat olayına inanmıştım. Çünkü Bekir kolyeyi taktıktan ve iltifatı duyduktan sonra gerçekten düşmedi salıncaktan. Siz neden inanmadınız? Bekir neden düşmedi o zaman?
(Salıncağı durdurdu. ) Efendim bir işi tekerrüren yaparsanız, o işi öğrenirsiniz pek tabii. Evladım sağ olsun, elimden aldı salıncağı. Günlerce hunharca çalıştı. Düştü düştü yine çalıştı. Validesi gibi inatçıdır. O zaman tabii değil mi düşmemesi? Gerçi sonradan yine binemedi ya. Sizin inanasınız varmış, inanmışsınız. Lakin ben öyle miydim? İlk binmemde nasıl da semaya doğru yolculuk yaptım? Bir tayyare pilotu gibi âdeta.
Bu açıklamanız beni pek tatmin etmedi. Bekir’le de konuşmak isterim müsait bir vakitte. Şunu da sormak isterim: Böyle bir icat nereden geldi aklınıza?
Pek münasip bir sual oldu. Bir gün işte bu armut ağacının altında uzanmış, semayı seyrediyordum. Bir tane bulut yok idi. Sema bulutsuzluk özlemi çekiyordu. Ah bakınız, bakınız yine fark etmeden bir şey daha keşfettim! Yazınız bunu da! Bakınız bundan çok fevkalade bir musiki topluluğu adı olur: Bulutsuzluk Özlemi! (Öksürüyor.) Neyse efendim mevzuya geri dönelim. İşte böyle bir günde dedim ki, “ keşke bir tayyaremiz olsaydı. “ Hanım böyle durumlarda bana laf yetiştirmek için pencere kenarında hazır bulunur. Pencereden başını uzatıp, “ bir tayyaren eksikti zaten, bana bir tayyör alma fakat tayyare hayali kur. “dedi, pencereyi suratıma kapattı. Farkında olmadan, suçumun ne olduğunu anlayamama icadını da o an buluverdim. Mevzu mevzuyu açıyor. “ Tayyaremiz yoksa halatımız da mı yok? “ dedim ve işte bu icat böylece ortaya çıkmış oldu.
Enteresan gerçekten. Peki ilk olarak kime anlattınız bu icadı? Sevincinize kim ortak oldu?
Açıkçası ben kendi kendime sevinmeyi tercih ettim. Kimseye de demedim ama yardımcımız Hüsam, eksik olmasın çok tezcanlıdır. Beni öyle keyifle sallanırken görünce evi başıma topladı. Derken evladım Bekir beni zorla indirdi salıncaktan. Buraları zaten biliyorsunuz. Ağız tadıyla sallanamadım. O “inmek bilmedi salıncaktan” lafları gerçeği yansıtmıyor efendim. Oraları hikâyenizden siliniz rica edeceğim.
Siz Mustafa Kutlu’ nun “ Kambur Hafız ve Minare “ adlı hikâyesini okumadınız mı efendim? Bizim buna hakkımız var. Silmem mümkün değil. Okuyucu böyle sevdi. Lütfen kırılmayınız. Biraz daha icadınızdan konuşalım. İcadınızı daha da geliştirmek istiyor musunuz?
Mustafa Efendi kim ise rica edelim o değiştirsin o zaman. Mümkün değilse de eh ne yapalım, kısmet. Efendim bir salıncak başka ne yapabilir ki sallanmaktan başka? Pek pek bir minder koyabilirdik, eh onu da hanım hallediverdi sağ olsun. Salıncak sırası beklemek, efendime söyleyeyim salıncaktan düşmek bunları da Bekir evladım halletti. (Gülüyor. )
Haklısınız. Kasabada nasıl karşılandı icadınız? Gelirken gördüm, her evin önünde bir salıncak var.
Buranın beyni benim efendim. Ben ne yapsam, kasabalı beni takip eder. Bu icadıma da tâbi oldular hemen. İsmail yaptıysa o iş doğrudur, derler. Gözleri kapalı güvenirler bana. O olmadan biz bir hiçiz, bile dediler. Mübalağa yapmayınız, diye uyarmak durumunda kaldım. Bakınız benim bu hâlime bir kelime icat etmeli ama ne? ( Salıncağı durdurdu.Bir süre düşündü. Birden ayağa fırladı. ) Buldum efendim buldum! Tevazu, tevazu diyelim buna. Çok şanslısınız, icatlar peş peşe sökün ediyor.
Gerçekten her anınız icatlarla dolu İsmail Efendi. Kasabalı sizi çok seviyor olmalı. Yani sizin bu anlattıklarınızdan bende böyle bir izlenim uyandı.
Beni niye sevsinler hemşire? Beni çoluğum çocuğum sevsin, yeter. Velakin derin bir saygı duyarlar. Az önce mevzubahis ettimdi. Şimdi beni tekrar konuşturup da tevazuma halel getirmeyin.
Peki efendim, biraz da eğitim hayatınızdan bahsedelim. İlk mektepte sadece bir yıl okumuşsunuz yanılmıyorsam.
Doğrudur. İlk mektebe sadece bir yıl gittim. Hocamız Veli Efendi namında bir adamdı. O sene mektep kapanmadan az evvel, köstekli bir saat getirdi dersliğe. Dedi ki buna saat derler. Zamanı ölçer. Kendimi tutamayıp gülüverdim. “ Zaman armut mudur ki sayılsın da ölçülsün?“ deyiverdim. Kanlı gözleriyle üstüme üstüme yürüdü de elindeki değneği sırtıma indiriverdi. Canım çıkacak zannettim. Elinden kurtulur kurtulmaz eve kaçtım. Bir daha da mektebe gitmemeye ant verdim. Hoş, siz bu kısmı değişik aktarmışsınız hikâyede lakin Mustafa Efendi’ye güvendiğinizden değiştirmeyeceksiniz.
(Gülüyorum.) Mustafa Efendi’ye güvendiğimden değil efendim, hikâye etme geleneği böyle. Yeri gelmişken soralım, kitap okur musunuz?
Bakınız, benim ağzımdan yalan kelime çıkmaz. Vav harfine ancak gelebilmiş idim de ondan sonra pek yüzüne bakmadım okuma yazmanın. Harflere bakınca Veli Efendi’nin sureti gelip dikiliyor gözümün önüne. Lakin Bekir oğlum kitap okuyor bana. En son mektepten verdikleri “Kaşağı” nam kitabı okudu. Maşallah, o kitaptaki baba ne kadar merhametli öyle? Gözlerim doldu dinlerken. Çocuk kaşağıyı kırınca, bunu saklıyor babasının korkusuna. Babası anlıyor tabii, babaların gözünden kaçmaz böyle şeyler. Neyse efendim, evladına: “ Olur böyle şeyler evlatçığım. Üzülme hiç. ” deyince nasıl da mutlu oluyor çocukcağız. Vallahi çocuğa da aferin, kaşağıyı kırıp kardeşinin üstüne atabilirdi bu yaptı, diye. Maşallah. Evladımın da böyle hakiki olmasını temenni ederim.
Benim bildiğim Kaşağı kitabından farklıymış o kitabın konusu. Peki, valideniz vefat etmişti. Öncelikle başınız sağ olsun. Mekânı pür nûr olsun. Bekir onun vefatından sonra bir dönem salıncakta sallanmayı başarabildiyse de sonra yine düşmüştü salıncaktan. Şimdi nasıl? Bu sıkıntısı geçti mi?
Ah valideciğim ah! Dostlar sağ olsun, eksik olmayın. Bekir’e başka uğraş bulduk efendim. Tecrübesine münasip başka bir işle iştigal ediyor şimdi. Velespit icat ettim onun için. Pek müthiş bir icat oldu. Dağ bayır dolanıyor. Beni de böylece rahat bırakıyor. Zekâm beni bazen korkutuyor hemşire, lakin ne yapayım icat etmeden de duramıyorum.
Benim soracaklarım bu kadardı İsmail Efendi. Kıymetli vaktinizi bize ayırdığınız için teşekkür ederim. Başka icatlarınızı merakla bekliyor olacağız. Sizin eklemek istediğiniz, okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Ne şeref efendim! Asıl ben teşekkür ederim. Atölyedeki arkadaşlarınıza bahusus selam ederim. Bir gün onları da alın gelin buraya. Şöyle bir dağ havası alsınlar. Beni şöyle bir izlesinler. İlham olurum vallahi onlara.
İnşallah diyelim. Teşekkür ederiz.
İlgili hikâyemin linki: https://docs.google.com/document/d/1EVbk_l60vLn5b6EYgiqcCp_K0rwZFDeBcmuIqrRdffk/edit