Ben: Merhaba. Hazırsan başlayalım Ömercik.
Ömer G.: Ömercik değilim ben. Ömer Güçtül’üm.
Ben: Peki. Afedersin. Sayın Ömer Güçtül. Bize biraz kendinden bahsedebilir misin?
Ömer G.: Adım Ömer Güçtül. On iki yaşındayım. Altıncı sınıfa gidiyorum. Kayseriliyim. Oyun oynamayı seviyorum. En çok oyun oynamayı seviyorum. Sadece oyun oynamayı seviyorum. Büyüklerin anlayamadığı oyunlarım var benim. Bu yüzden kızıyorlar bana. Ama ben seviyorum.
Ben: Nasıl oyunlar oynuyorsun? Anlatır mısın oyunlarını bize?
Ömer G.: Su birikintilerinden tusunami yaparım. O tusunamide boğarım insanları. Rüzgârı fırtınaya çevirip yıkarım evleri, okulları, hastaneleri. Kar yağdığında çığ düşürürüm yollara, insanların ve hayvanların üzerine…
Ben: Evet, biz de seni bir yağmur sonrası okul bahçesinde oluşan gölcükte çıkardığın tusunami ile tanıdık. Küçük insancıkları boğmaya çalıştığın tusunami ile. Neden böyle bir şey yaptın? Neden boğmaya çalıştın insanları?
Ömer G.: Çünkü küçükler ölürdü. Ölmeliydi. İzlediğim filmde de öyle oluyordu. Küçük adamlar ölüyordu. Hem ben büyüklerden öğrendim; büyükler ezmeliydi. Ben de öyle yaptım. Onlardan büyüktüm. Ve zıpladım cop cop cop. Onlar da kaçtılar. Bağıra bağıra kaçtılar. (gülüyor…) Çok eğlenceliydi.
Ben: O insanları korkutmak seni sevindirdi mi? Tusunami çıkararak onları öldürmeye çalışmak gerçekten eğlendirdi mi? Yoksa büyüklerinin dikkatini çekmek için mi öyle söyledin?
Ömer G.: Gerçekten mutlu oldum. Çok güzel çığlık atıyor, çok güzel kaçıyorlardı. Hem de benim tusunamimden kaçıyorlardı. Onları korkutan bendim. Korkmayan, korkutan olmak çok eğlenceliydi. Siz büyükler buna neden şaşırıyorsunuz ki anlamadım? Hepiniz kendinizden küçük insanları eziyorsunuz. Hakimiyetiniz altındaki küçük insanları en ufacık hatalarında çıkardığınız tusunamilerle boğuyorsunuz. Ama sanki kendiniz çok masummuş gibi benim sadece hayalimde kurduğum bir oyuna takılıyorsunuz. Hemen cani olduğumu düşünüyorsunuz.
Ben: Büyüklerin çıkardığı tusunami ile neyi kastettiğini anlayamadım.
Ömer G.: Anlasanız şaşardım zaten. Zaten sizler neyi anlıyorsunuz ki. Oofff… Şöyle açıklayayım; çocuklarınız sizin istediğiniz kadar ders çalışmadıklarında verdiğiniz cezalar, kendinizden alt rütbedeki insanlara tepeden bakmalarınız, bazen onlara köle muamelesi yapmalarınız, sınıflara ayrılıp güçsüz sınıfları görmezden gelmeleriniz... Bunların hepsi tusunami. Kesin hâlâ anlayamadınız. En iyisi örnek vereyim. Mesela ben güzel bi şey yaptığımda babam “Aferin oğlum” demek yerine hep eksiklerimi söylediğinde tusunami kopuyor içimde. Ödevimi yapmayınca öğretmenim herkesin içinde bağırdığında da. Benim dünyamı büyükler işgal ettiğinde, kendim gibi değil onlar gibi olmamı istediklerinde hep tusunami oluyor içimde. İçimde bi şeyler ölüyor. Küçük küçük bi şeyler… Tıpkı boğmaya çalıştığım insanlar gibi küçük...
Ben: O boğmaya çalıştığın küçük adamlar senin tusunaminden kaçtılar ve ölmediler diye üzüldüğünü söylemişsin. Doğru mu? Neden üzüldün?
Ömer G.: Çünkü gücümün yeterli olmadığını gördüm. Aciz hissettim kendimi. Siz büyüklerimin anlaması için bunu da örnek vererek açıklayayım. Sözünüz dinlenmediğinde, istekleriniz yerine getirilmediğinde hissettiğiniz duygu var ya onun aynısı. Hani o zamanlar öfkeyle dolup bi sürü yaptırım uyguluyorsunuz ya. Bağırıyorsunuz. Öfkeniz yatışmazsa vuruyorsunuz, kırıyorsunuz ya. Ben de öyle hissettim. Ömer Güçtül’düm. Ve çıkardığım tusunami boğmalıydı herkesi. Olmayınca öfkelendim. Daha çok zıpladım. Kaçamasınlar, ölsünler istedim. Aynı büyüklerim gibi sinirlendim. Babam gibi. Öğretmenim gibi.
Ben: Cevapların sanki bir yetişkinin ağzından çıkıyor gibi. Çok olgun cümleler kuruyorsun. Nasıl yapıyorsun bunu?
Ömer G.: Sizler zaman zaman çocuklaşıp “Herkesin içinde bir çocuk vardır” diyorsunuz ya. Her ne kadar göremeseniz de her çocuğun içinde de bir yetişkin vardır. Çocuklar yalnız bırakıldıklarında, dışlandıklarında, erken yaşta hayatla yüz yüze gelmek zorunda kaldıklarında o yetişkin açığa çıkar. Ve onun sayesinde ayakta kalabilirler. Küçük bir oyundan dolayı beni suçlayıp dışladığınız için size karşı kendimi içimdeki yetişkinle savunmak zorunda kalıyorum.
Ben: Büyüyünce ne olmak istiyorsun?
Ömer G.: Iııımmm. Büyüyünceee. Dev adam. Dev adam olmak istiyorum. Herkesten büyük. Yürüyünce depremler yapan bir dev adam. Herkes benden korkar. Hem sözümü dinlemeyenleri kolayca ezerim. Çok büyük tusunamiler yaparım o zaman. Gerçek denizlerde zıplarım. Çok hızlı zıplarım. Bulutlara kadar zıplar, hızlıca denize düşerim. Çok büyük tusunami olur o zaman. Oyunlarıma kimseler karışamaz. Kimse kızamaz bana.
Ben: Kendi yakınlarını tusunamide kaybettiğini düşününce üzülmüşsün. Peki neden başka insanların ölmesi sana eğlenceli geliyor? Neden onların ölümüyle oyun oynuyorsun?
Ömer G.: Büyükler de öyle değil mi? Bir öğün yemek yemeseler sinirli oluyorlar. Bir bardak çayları ya da kahveleri eksik kalsa başlarına ağrı giriyor. Ama böyle zamanlarda kıtalar ötesinde aç kalan insanlar akıllarına bile gelmiyor. Kendi çocukları hastalansa gözlerine uyku girmiyor, başkalarının savaşlarda ölen çocuklarını film seyreder gibi seyrediyorlar. Bunu da büyüklerden öğrendim. Kendim ve yakınlarım için tabiki üzülecektim. Başka insanlara neden üzüleyim ki. Tanımıyorum onları. Onlar başkaları.
Ben: Suyun içine düştüğünde bir abla gördüğünü söylemişssin. Kimdi o abla?
Ömer G.: Dedem bi keresinde şöyle demişti “Düşenin halinden düşen anlar.” Suya düşünce filmde gördüğüm küçük kız geldi aklıma. Onu anladım. Onun duygularını hissettim. Tusunamide yakınlarının ölmesi çok üzücüydü. O gördüğüm abla da o kızdı işte.
Hani sizler de başkalarının başına gelen işlerde ağzınıza geldiği gibi konuşuyor, kolayca ahkam kesiyorsunuz ya. Sonra aynı şey sizin başınıza geldiğinde sudan çıkmış sıpa gibi kalıyorsunuz ya ortada (gülüyor). Ben de öyle oldum o gün. Kendim suya düşene kadar her şey çok eğlenceliydi. Ama ben düşünce boğulacak gibi oldum. Tusunami olmuş gibi hissettim. Annem, babam, dedem, dayım öldü sandım. Korktum. Korkunca anladım o insanların hislerini.
Ben: Pekiii sayın Ömer Güçtül, oyun da olsa birilerini boğmaya çalışmak, ölmelerini istemek canilik sayılmaz mı sence de?
Ömer G.: Ruhları hapsedilmeye, öldürülmeye çalışılan, anlaşılmayan, kendisi olmasına izin verilmeyen, kukla gibi kullanılan çocuklar hınçlarını nasıl ve nereden çıkarabilir sizce? Bence en iyi, kurduğu oyunlarda hayal ürünü insanlardan çıkarabilir. Çünkü bir çocuk hayatta kimseden güçlü değildir. Ama oyunlarda en güçlü odur. Gerçek hayatta herkes ona hükmetmeye çalışabilir ama oyunlarının hakimi kendisidir. Bu canilik değil, içindeki ezilmişliği dışarı atmaktır.
Ben: Hakikaten bir çocukla değil yetişkin bir insanla sohbet etmiş gibi hissediyorum kendimi. Çok güzel muhabbet oldu teşekkür ederiz Ömer. Son olarak okurlara ve büyüklerine ne söylemek istersin?
Ömer G.: Caniler yetiştirmek istemiyorsanız kendi caniliklerinize son verin. Bize önemsendiğimizi hissettirin. Bizim siz olmadığımızı, kendi başımıza birey olduğumuzu öğrenin artık. Bizim sahibimiz olmadığınızı sadece emanetçi olduğunuzu hatırlayın. Çocukların yaptığı işler, oynadığı oyunlar büyüklerin yaptıklarının yansımasıdır. Söyledikleriniz değil yaptıklarınız etkiler bizi. Vaaz etmeyi bırakın, kendinizi düzeltin. Haa bi de oyunlarıma karış... Aaa yağmur yağıyooooor. (Hızla kalkıp dışarı fırladı. Ve yine bulduğu bir su birikintisinde zıplamaya başladı. Cop cop cop…)
Not: Kahramanımız, Emre Ergin Hocanın Tusunami hikayesinin baş karakteri Ömer Güçtül’dür:
https://docs.google.com/document/d/113v4iCZC1pmkDOOd9vWDQTOd7piDvWoLmg_JmLGWfqU/edit?usp=sharing
Emine Ecran Çeliksu