Salıncak

Mehmet Faruk Kurt

Mehmet Faruk Kurt

*

Çocuk salıncakta sallanıyordu. Babası kararmış elleriyle sırtından iterek sallıyordu kızını. Kızın kahkahaları yaprak hışırtılarına karışıyordu. Son kez el salladı iltifatların en güzellerini hak eden adam giderken, kızına ve karısına. Son kez olduğunu hiçbiri bilmiyordu.

Yaprakların dallarda dünyayı güzelleştirdiği mevsimdi. Güzel gözlü kız çocuklarının sokakları süslediği, çocuksu hislerinin ihtiyarları neşelendirdiği, neşeli müziklerin inşaat işçilerini eğlendirdiği günlerden bir gündü.

Baba gözlerinin içi gülerek elini sallamış, başını çevirince memnuniyetsizlik ve mecburiyet simasını takınmış ve yürümüştü. Karısı arkasından muhabbetle ona bakmış, o yürürken dağların onunla birlikte yürüdüğü hissine kapılmış, gelişini dört gözle beklemek üzere kızının yanına dönmüştü.

Kızını biraz da o salladı salıncakta. Güzel kızım, tatlı kızım, şeker kızım diye iltifatlar ederek saçlarını taradı sonra. Kahvaltı sofrasını topladı, bulaşıkları yıkadı, evi silip süpürdü, öğleni bir şeyler atıştırıp geçirdiler, kızı oyuncak bebeğiyle oynarken kendisi örgü ördü, yemek hazırlamak için mutfağa geçiyordu ki telefon çaldı. Telefonu açtı. Karşıdaki ses sordu: “Televizyona bakıyor musun?” “Hayır, geçen gün bozulmuştu ama fırsat bulup da tamirciye götüremedi benim bey.” dedi cevaben. “Madende yangın çıkmış” dedi karşıdaki ses. Sonrası yok.

**

İkinci kızının doğumuna iki ay kalmıştı annenin. Doktor bu kadar üzülmesinin çocuğa zarar vereceğini, kendisini toparlaması gerektiğini söylüyordu ama nafile. Yıllar önce, bu sefer bir trafik kazasında kaybetmişti anne babasını. Kızından başka kimsesi kalmamıştı artık. Akşama değin camdan dışarıyı seyrediyor, arada bir kızının karnını doyuruyor, kendisi de birkaç lokma yerse bir şeyler yiyordu. Arada bir birileri yokluyordu hâlini sormaya. İhmal diyorlardı. Gerekli önlemler alınmamış, bu bir cinayet diyorlardı. Yüreğindeki acıyı katmerleyip gidiyorlardı.

Yine öyle bir gündü. Mahkeme tek tek salıyormuş madeni işletenleri dedi komşusu. Yazık dedi, kocanın kanı yerde kalacak. Anne kan çanağına dönmüş gözlerini kapadı, başı omzuna düşüverdi. Komşusu feryat edip tüm mahalleyi topladı eve. Tokatladılar, kolonya sürdüler ambulans gelinceye kadar.

Kız korkudan iki büklüm olmuş, bir köşeden olanları izliyordu. Anneyi hastaneye götürdüler o kaldı. Komşulardan biri evine götürdü onu. O günün akşamına haber geldi, ne anne kurtulmuştu ne karnındaki.

Kıza sahip çıkan kimse olmadı. Birkaç gün bir komşusu baktı çocuğa. Sonra yetimhaneden geldiler almaya.

Yaprakların döküldüğü mevsimdi. Evlerin camlarından onlarca göz fırlamıştı yağmurdan ıslanmış sokağa. Rüzgâr boş salıncağı sallarken, kız elinde oyuncak bebeğiyle onu yetimhaneye götürecek arabaya biniyordu.