Beyhude Ömür

Edanur Daşdemir

“BABALAR ALINLARIMIZA YAZILMIŞ YALNIZLIKLARDIR”

Babam maden işçisiydi o zamanlar. Yüzünü ayda yılda bir görür, geldiğini de kömür kokusundan anlardım. Buram buram kömür kokardı babam. Buram buram emek kokardı… Babam evine ayda yılda bir geldiği için her şeyimizle anam ilgilenirdi. Hayatımızda hiçbir şeyin eksikliğini hissetmeyelim diye kendi hayatından fedakârlık ederdi. Sabah inekleri sağar, ev işi, dünya işi, çoluk çocuk derken akşam herkesten önce yatardı. Çok yorulurdu. Biz elimizden gelen yardımı yapmaya çalışırdık ona. Aman siz dokunmayın dersleriniz var, aman o çok ağır bırak sen deyip kovardı yanından bizi. Bazen temizlik işlerine giderdi anam. Bazen de Halime Yengenize gidiyorum derdi başka işlere giderdi. Biz üzülmeyelim diye belli etmezdi bize. Her zaman dik dururdu. Mutluluğumuz için her şeyi yapardı. Hiç ağladığını görmedim. Sanırım anlamayalım diye banyosunu yaparken ağlardı. Ah canım anam! Keşke dünyaya tekrar gelebilsen, seni ben büyütsem şefkatle. Seni ben büyütsem hiçbir acının sana değmediği bir dünyada…

Dedim ya babam ayda yılda bir gelirdi eve. Geldiği zaman hiç konuşmaz, bir sigara yakar uzaklara bakardı. Sanki hiçbir şey hissetmezdi babam. O zamanlar bana öyle gelirdi. Hiçbir şey hissetmeyen-belki de hissedemeyen- koca yürekli baba. Genellikle babamın eve geldiği zamanlar anamla kavga ederlerdi. Yanımızda etmezlerdi bu kavgaları. Ne zaman babam yanımızda anama bağıracak olsa anam odayı gösterir, çocukların yanında yapma derdi. Bunlar her ailede olacak şeylerdi derdim kendime. Bunların hepsi bir yana babama sıkıca sarılamamak, onunla konuşamamak etkilerdi bizi. Babam kendi ile bizim aramıza duvar örmüştü. Bizi hiç öpmezdi, gülmezdi, dertlerimizi dinlemezdi. “Nasılsın oğul ?” bile demezdi. Hayatımdaki en büyük acılardan biri de bu olmuştur. Her hatırladığımda kalbime bir kıymık batar.

Bir zaman babam uzunca süre eve uğramadı. Anam çok telaşlı, bizim için babamın varlığı ile yokluğu aynıydı. Bir mektup yolladı anama. Başka bir maden şefi babamı çok beğenmiş. Her gün iltifat edip duruyormuş babama. Babam da bugüne değin kimse bana böyle iltifat etmedi diyordu. Kimse benden bu kadar bahsetmedi. Gittim baktım şartları da iyi. Orada çalışacağım belki bu kapı daha hayırlıdır bizim için yazıyordu mektupta. Son olarak da altına eğer hemencecik dönebilirse istediğim salıncaktan evin bahçesine kuracağını söylüyordu.

İşte o günden sonra hep umutla bekledim babamın gelişini. Babam gelirse gözümde kocaman olan hayalim gerçek olacaktı, Salıncağım olacaktı. Artık parkta sıra beklemek zorunda kalmayacaktım. Yada bir bahane uydurup Halime Yengelere gitmeyecektim. Çocukluk zamanlarımda en mutlu bekleyiş buydu.

Günler geçti, aylar geçti, Gelenler geldi, gidenler gitti ama babam gelmedi. Gelemedi. İş kazası dediler. Biz size sahiplik ederiz dediler, etmediler. Nasıl olurdu ki sahiplik etmek? Baba olmadan nasıl olurdu. Hane demiştim ya babamın varlığı da yokluğu da aynıydı diye. İşte öyle değilmiş. Gelse yine sigarasını yaksa, hiçbir şey konuşmadan uzaklara baksa derdik.

O zamanlar çocuktum derin düşünmeyi beceremezdim. Şimdi düşünüyorum da babam aldığı iltifatlar sonucu o yola girmişti. Mektubunda “Kimse benden böyle bahsetmedi “demişti. Belki de babam hep bizden adım bekledi. Belki de babam bizi bakışlarıyla sevdi. Söyleyemediği sözlerle sevdi. Belki de onun da hep içinde kaldı. Belki de onun içinde de bizimki gibi kocaman bir özlem vardı. Bilememdim, hiçbir zaman bilemeyeceğim gibi. Babamın bir kalbi olmadığını da düşünmüştüm çocukluğumda. Ama düşünemediğim bir şey vardı: Bir kalbi yoksa, insan nereye gidebilir? …